06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SALİH BOLAT’TAN ‘RÜYA ZAMANI’ Korunaklı bir hayattan şiir çıkmaz Şiirin yaşamda, şairde, duyarlılık evreninde, insanda, dilde, mantıkta bir karşılığının olması gerekir. AHMET ÖNEL ‘‘R üyaZamanı”önceki kitapların bir uzantısı izlenimini veriyor. Ama aynı zamanda da kendine özgü bir atmosferi var. Yani “bu şiirler öncekilere benziyor ama hiç de benzemiyor” dedirten türden. Ne dersin? Bu yaklaşımını nasıl anlamalıyım, bilemiyorum. Ama şunu söyleyebilirim; bir şairin baştan sona, yani yaşadığı hayat boyunca belli izlekleri olur. Kim ne derse desin, niceliksel olarak, biçimsel olarak şiir serüveninde farklılıklar görülse de, özde aynı şeyleri yazar. Yves Bonnefoy’nun, “ben ömrüm boyunca çocukluğumu yazdım” dediğini okumuştum bir yerde. Melih Cevdet Anday da eni konu “ölümsüzlük”, “zaman”, “sonsuzluk” gibi izlekleri sürdürmemiş midir? Behçet Necatigil’in şiir yelpazesi çok renklilik gösterse de, o yine de “evlerin şairi” olarak bilinmez mi? Ya Edip Cansever? İstediği kadar dramatik dili, geleneksel dili, dizeci anlayışı kullanmış olsun, “Otellerin”, “yalnızlıkların”, “yabancılaşmanın” şairi demez miyiz? Başka örnekler verebilirim. Demek benim şiirimde de başlangıçtan bu yana belli izlekler olmalı ki, sende bu kanıyı uyandırmış, diye düşünüyorum. “HAIKU”YMUŞ GIBI n “Rüya “Zamanı” sanki koca bir “haiku”ymuş gibi geliyor bana. İzleklerin bendeki karşılığı, toplumsal yaşamın gündelik karmaşasından insanı çekiverip çıkarması ve yüzünü birden bire geceye, ağaçlara, taşlara, belki de sessizliğe yöneltivermesi… Biliyorsun, haikunun özelliği, akıp giden gündelik hayatın bir anını ışığın altına çekmek, böylece insanları akıp giden gerçekliğin farkına vardırmaktır. Az ve yalın sözcüklerle gerçekliğin özüne dikkat çeker. Bunu yaparken, dikkat çektiği gerçekliğin resmini sunar. Ben de şiirin imgesel bir dil olduğunu düşünürüm. İmgenin ne olduğu konusunda daha önce de düşünce ler üretmiştim. Örneğin şunları söyleşmiştim: İmge, benim için şiirin temelidir. İmge sayesinde, duyular alanının dışında kalan gerçekliği, duyular alanının içine çekebiliriz. Böylece anlatılamaz olanı, anlatılabilir olan durumuna getirebiliriz. İmge, anlamın görsel tasarımıdır. n “Çıplak omzundaki parıltıyla gel,/görünmeyene tutunarak.” Bu dizeler bir bakıma senin şiirinin şifrelerini de içeriyor sanki: Belli belirsiz konuşan, belki de fısıldayan bir bilgenin kendini saklaması ama sesini de duyurmak istemesi… Fransız düşünür Edgar Morin’in bu konudaki yaklaşımlarına son derece katılıyorum. Morin, “Aşk, Şiir ve Bilgelik” adlı küçük kitabında (aslında bu kitabın bir radyo konuşması metni olduğunu sanıyorum) aşkın, şiirin ve bilgeliğin birbirinin nedeni, türevi ve sonucu olduğunu öne sürer orada. Şiirin aşkın dili olduğunu söyler. Ben şiirin kendi dışında referansı olmayan bir dil olduğunu düşünürüm. Şiirsel anlam, şiirin yazıldığı süreç içerisinde varlık kazanır, ondan öncesi ve sonrası yoktur. Bu yüzden de aşk ilişkisine giren bir insan tıpkı şiirde olduğu gibi öncesi ve sonrası olmayan bir dil ilişkisine girer. Aşk da şiir gibi “yoğunlaşmış anlam” üretir ve üret tikleri dil anlamsal çok değerliliğe sahiptir. “Şiir dilinin kendi dışında referansı yoktur” derken, bunu demek istiyorum. DERINLIĞIN DILI n Otlardaki gece/nasıldı derinliğin dili/ öğrenmeye geldim.” Bu dizelerin de ele verdiği gibi, senin şiirlerinde “derinliğin dili”ni ele geçirme serüveni hep seziliyor. Bu serüvenin sendeki karşılığından kısaca söz etsen… Şiirin genel zamansız ve mekânsız bir dil olması, onu gündelik dilden son derece uzaklaştıran bir özelliktir. Daha doğrusu “dünyevi olan” dan uzaklaştıran… Gündelik, genel ve nesnel olanı ifade eden bir kavram olarak, bir sürekliliği tanımlar. Oysa güncel, özel olanı ifade eder ve süreksizliği, belli bir süre içinde olup biteni tanımlar. Bu nedenle, gündelik olan, kalıcı olandır; güncel olan ise geçici olandır. Gündelik olanı kalıcı yapan şey, onun tarihsellik özelliğidir. Çünkü gündelik, geçmişşimdigelecek süreci içerisinde, birbirini bütünleyen bir niteliğe sahiptir. Şurada uçuşan kurumuş yaprağın bir tarihi vardır. Onu çöp olarak algılayan ve süpüren kişi ile onu güz yağmurlarının ıslattığı patikada ilerleyen güneşin kanıtı olarak algıla yan kişi arasında fark vardır. Bu farkı meşru düzen kabul etmez. Çünkü orada derinliğin dili vardır ve bu dil meşru dilin mutlak karşısındadır. Tehlikelidir, yıkıcıdır. n Giderek ustalaşan, demlenen, bilge bir söylemle buluşan şiirler bütünü ”Rüya Zamanı”. Başından beri örneğin Fransız şiirini yakından izlediğini gözlüyorum. Ama şaşırtıcı derecede dağlar, gökyüzü, ormanlar, yağmurlar insanların toplumsal serüvenleriyle iç içe. Başka hangi kaynaklar seni bu poetikaya sürüklüyor? Kişinin şairce kavrayabilmesi için, Beaudelaire’in söylediği gibi kalabalıklar içinde yalnız, yalnızken de kalabalık olmasını bilmesi gerekiyor. Bu da yetmiyor, istediği zaman kendi kendisi, istediği zaman başkası olabilmesi gerekiyor. Gerçi denir ya, insan ne kadar hayatla yaşarsa o kadar ölümle ölür, diye. İşte şairlik de böyle. Birçok hayatla yaşamayı gerektiriyor. Yalınkat, korunaklı, sigortalı bir hayattan şiir çıkacağını sanmıyorum. Ben de bu kaygılarla araştırıyorum, tanımaya çalışıyorum. Fransız şiiri, başka dillerin şiirleri, coğrafyalar, yolculuklar, deniz, kırlar, taşlar ilgi alanıma giriyor. Nâzım Hikmet’in, “hayatı ciddiye alacaksın” önermesini insanlar yanlış anlıyorlar ve güncel olanı ciddiye alıyorlar. Ne bileyim, kariyer yapmayı, teknolojiyi, içgüdüsel isteklerini ve sorunlarını… Oysa dalgaların dağıttığı çakıltaşları birbirini arıyor, bundan haberleri yok. n Terry Eagleton, “şiirleri ahlaki beyanlar haline getiren şey bir yönetmeliğe göre yargılarda bulunmaları değil, insani değerler, anlamlar ve amaçlarla ilgilenmeleridir” der, “Şiir Nedir”adlı yapıtında. Bu yaklaşımın, senin şiirini de karşıladığını düşünüyorum… Şiirde anlamsal çokdeğerlilik elde etmek, sözcüklerin fiziksel yapısını deforme etmekle değil, daha çok ilginç ve yeni ama mutlaka karşılığı olan metafor ve imgeler yapmakla olur. “Karşılığı olmak” çok önemli. Örneğin, René Char, karşılığı olmadığı için sürrealist şiirden vazgeçtiğini söyler. Yani şiirin yaşamda, şairde, duyarlılık evreninde, insanda, dilde, mantıkta bir karşılığının olması gerekir. Örneğin Rimbaud, başkaldırıyla bilenmiş şiirlerinde devleti, dini, ahlakı ve aileyi sorguluyordu. Ama bunu güçlü bir estetik arka planla yapıyordu. Ben de başlangıçta kendimi anlatarak bunu yapmaya çalıştım ve kendimi anlatmayı, başlangıçta “lirizm” olarak kabul ettim. Oysa lirizmin, şiirin birinci tekil anlatı açısıyla seslendirilmesi demek olmadığını çok sonra anladım. Örneğin, Adorno’nun bunu anlamamda çok katkısı oldu. Adorno, bir şiirin tözünün ya da gövdesinin, sadece bireysel itilerin ya da deneyimlerin dile gelişi olmadığını, liriğin tözündeki evrenselliğin toplumsal bir doğasının olduğunu öne sürüyordu. Şiirde kendimi anlattığım zaman, aynı zamanda nasıl başkalarını da anlatabilirim, uzun yıllar temel sorunum bu oldu. n Rüya Zamanı / Salih Bolat / Varlık Yayınları / 128 s. / 2019. 16 14 Kasım 2019
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle