Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Dilinde tüy bitmek… ozelsevgi@yahoo.com.tr Y azıya, “Dilimde tüy bitti” diye başlamadım; çünkü dil konusunda kaygılanan “tek” yurttaş ben değilim; dilimizde tüy bitmek ne, kulakları üstüne yatanlar yüzünden içimiz doldu taştı… Yıllar önce bir kitabımın adı böyleydi (Dilimde Tüy Bitti, 2006). On üç yıl önce kitap, gazete ve TV’lerden örnek vererek, “2000’lerin Türkiyesinde Nece Konuşuluyor?” diye sormuştum. Aradan bir kuşak yetişecek kadar zaman geçti; ancak 2000’ler Türkiyesinde dil kullanımındaki sorunların biri bile eksilmedi; türküdeki gibi, “derdim bin bir iken bin beş yüz oldu…” 1520 yıl önce, “süper ya da hiper market; flowers center” gibi adlandırmaları; yiyecek içeceklere eklenen “light, fresh” açıklamalarını; tümü yerli olan yeme içme, konaklama yerlerine, sandalyeden masaya dilimiz dönmeyen adlar verilmesini; ninelerin “parça bohçası”nın “patchwork” olmasını; gösteriş meraklısı pastanelerin “muffin, cookie, cheesecake” yarıştırmasını; pek çok şeyi yazıp çiziyor eleştiriyor; toplantılar düzenliyorduk. Alıştırıldık mı? Artık TV’lerin adı da yabancı izlencelerinde “poşe yumurta” pişirebilenleri alkışlıyoruz. Yanız yabancı adlandırma mı; “Dönerchi”lerimiz de boş durmadı. Kendi yuvamızda üretilen bebek donları önce yabancı sözcüklerle kirletiliyor. “2000’lerin Türkiyesinde Nece Konuşuluyor?” Okurlar yanıtı biliyor; “Sinir oluyorum” diye başladı; “her ka KİTABIN OKURLARIYLA BULUŞUYOR! 'dan Yazarlara 250 ve 500 Adetlik Paket Fiyat Fırsatı! www.kitabafon.com info@kitabafon.com 2,95 TL 'den başlayan fiyatlar *MEGAR uygulamasını App Store veya Google Play'den indirip ilanı okutun ve Artırılmış Gerçeklik deneyimini yaşayın! nalda dinleyene, rakiplerine üstünlük taslayanlar yarışıyor. Haber sunucuları, erkeği kadını nasıl da ağdalı ağdalı Niiiv York, Vaşşinggton diyorlar. Sanırsın oralardan göçmüşler. Beni asıl dellendiren kendi kentlerimizin doğru söylenmemesi… Haberi seslendirirken Zonguldak’ı demek ne demek ya? Altyazılara da sinir oluyorum, dün Kocaeli’ne yerine Kocaeli’ye diye yazdılar… Hadi gençler bilmiyor, yöneticiler ne güne duruyor, bostan korkuluğu mu bu arkadaşlar?” ÖFKELIYIM Uzun konuştu; adını söylemek istemedi; “Söylediklerinizi yazsanız” dedim, “öfkeliyim, yazarken yanlış yaparsam gol yerim” diyerek güldü. Telefonu kapatmadan önce, “Ankaralıyım, hemşeri sayılırız; ha, bu hemşeriyi nasıl yazacağız, bu da sorun” dedi. Ankaralı okura, bütün okurlar adına teşekkür ederim; “adına” sözcüğünün “için” yerine kullanılmasına da kızıyordu; çünkü Türkçe için kaygılanıyordu. “Hemşeri”den başlayalım; dilimize Farsçadan buyurmuş bir addır; aslı “hemşehri”dir. Bütün dillerde görülen kolay söyleme kuralının etkisiyle “hemşeri” söyleyişi ve yazımı yaygınlaşmıştır. Dil Derneği’nin Türkçe Sözlük’ündeki tanımı şöyledir: “1. Aynı ilden olan kimse, memleketli, yerdeş: ‘Ey şehir, bütün hemşerilerim / Bayramınız bayramım, kederiniz kederim.’ Z. O. Saba. 2. Arkadaş, ahbap anlamında bir seslenme sözü olarak kullanılır: Hemşerim burada ne bekliyorsun?” Son yıllarda ABD’yi komşu kapısı yaptığımızdan, “Nev York, Vaşington” adlarını sıkça duyuyoruz. 1520 yıl önce bu iki özel adı kendi abecemizle yazıyor; kendi ağzımıza uyduruyorduk; hemşerim çok haklı… TV’yi “tivi” diye, CNNTürk’ü “sienen” diye, CNR’yi “sienar” diye, NTV’yi “entivi” diye seslendirmeyi meslek edinen televizyonculardan çoğunun “Nev York, Vaşington” deyişini yazıda gösteremiyorum. TV’leri dikkatle izleyenler farkı duyacaktır. Ben, Cemal Reşit Rey Salonunun adresini verirken “siarar” diyeni de duydum. Yabancı özel adların yazımı gibi söylenişi de sorunlarımızdan biridir. Anımsadığım kadarıyla TRT’nin bütün sunucuları ekrana ya da mikrofona ulaşmadan önce eğitim görürlerdi; hatta kimi sunucular yabancı adları doğru seslendirmek için 1983’ten önceki TDK’yi arardı. Yakın geçmişte sık kullanılan, “Aristo (Aristoteles), Dekart (Descartes), Heredot (Heredotos), Kopernik (Copernicus), Napolyon (Napoleon), Sokrat (Sokrates), Şekspir (Shakespeare); Bordo (Bordeaux), İsveç (Sweden), İsviçre (Suisse), Kan (Cannes), Londra (London), Münih (München), Lüksemburg (Luxemburg), Sen (Seine), Şili (Chili), Teksas (Texas), Zürih (Zürich)...” gibi adları söylenişleri Türkçeye uydurulan biçimleriyle yazıyorduk. Son yıllarda tıpkı “cafe, chef” yazıp “kafe, şef” okumaya zorlandığımız gibi özgün biçimlerin öne geçtiğini görüyoruz. YINELEYECEĞIM Sanırım sıkça yineleyeceğim, Türkçenin yazıldığı gibi okunan değil, büyük ölçüde yazıldığı gibi okunan bir dil oluşunun en ilginç örnekleri, hemşerimi de kızdıran son sesinde sert ünsüz bulunan sözcüklerin ya da özel adların nasıl yazılıp nasıl söyleneceği… Yukarıda “Dil Derneği’nin Türkçe Sözlük’ündeki…” diye yazdım; bunu, “…sözlüğündeki” diye okuyacağız. Çünkü sert ünsüz olan /p/, /ç/, /t/, /k/ ile biten sözcüklerin bu sesleri, ünlü ile başlayan ek aldıklarında /b/, /c/, /d/, /ğ/ okunur; Türkçeye özgü bu uyum, dilimize giren kimi yabancı sözcükleri de etkiler; örnek verelim: “ağaçağacı, dipdibi, kaynakkaynağa, sokaksokağa; fizikfiziği, ilaçilacı, kâğıt kâğıdı, kitapkitaba, sebepsebebi...”gibi. DAHASI Dahası Türkçenin yazıldığı gibi okunan değil, büyük ölçüde yazıldığı gibi okunan bir dil oluşunun başka örnekleri de var; Türkçe ya da yabancı kimi sözcüklerin sonunda bulunan sert ünsüzler, örneklerde de görüleceği gibi yumuşamaz; şöyle okunur: “kaçkaçı, karşıtkarşıtı, konutkonutu, kulpkulpu, okoku, ölçütölçütü, saçsaçı, sapsapı, sütsütü; adaletadaleti, hürriyethürriyeti, merhametmerhameti, milletmilleti, milliyetmilliyeti...” gibi. Bana sık sık “hukukun” nasıl okunacağı sorulur; yazdığınız gibi okuyun arkadaşlar! Bütün TV sunucularına hemşerim adına sesleniyorum: Ne olur, sonunda sert ünsüz bulunan ve ünlüyle başlayan ek alan özel adları şöyle seslendirin: “Bülent’e (/bülende/ okunur), Mehmet’i (/mehmedi/ okunur), Ufuk’u (/ufuğu/ okunur), Tarık’ı (/tarığı/ okunur), Yaprak’ı (/yaprağı/ okunur), Ayvalık’a (/ayvalığa/ okunur), Irak’a (/ırağa/ okunur), Karabük’ü (/ karabüğü/ okunur), Kerkük’e (/kerküğe/ okunur), Şırnak’a (/şırnağa/ okunur), Tokat’a (/tokada/ okunur), Uşak’ı (/uşağı/ okunur), Zonguldak’a (/zonguldağa/ okunur) …” Hemşerime ve tüm okurlara ustam Emin Özdemir’den iki armağan; Anlatım Sanatı (2014), Konuşma Sanatı (2016)… n 20 14 Kasım 2019