06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Romanda alışılmışa sırt dönebilmek… 1990 sonrasında öğrenme olgusu, temel ilkeleri değilse de teknikleri, biçimleribiçemleriyle baştan sona farklı gelişmeler sergiledi. Bu çerçevede şiiroyun yazmaktan filmtiyatro, resimmüzik yapmaya bir yeni evren var karşımızda. Roman yazarken de… Y azınımızda bir yandan 1990 öncesi tekniklerine uyarlı üretim sürerken, beri yandan yeni, farklı tekniklerle sanat yapma anlayışına dayalı, bu yönteme göre kaleme alınan yapıtlar da alanda giderek yaygınlaşıyor. Yerini yeni tekniklere bırakan kavrayış, bütün sanat alanlarına yayılıyor. Yenilenmiş yapıtlarla karşılaşmak da gitgide olağanlaşıyor. Böyle olunca edebiyat yapıtları arasında verim yelpazesi zengin dağar yansıtıyor. Düzyazıları kadar öykü, roman verimiyle de bilinen Ahmet Tulgar, bu yöndeki arayışların ardılı bağlamında alınabilecek adlardan biri. Onun, bu yakınlarda ikinci baskısını yapan Volkan’ın Romanı (2006; Can, 2019), bu yönde örneklenecek bir yapıt olarak göründü bana. ÖYKÜDE, ROMANDA YENILIKÇI BIR AD: AHMET TULGAR… Ahmet Tulgar, neredeyse bütün öykülerini okuduğum, kimi kitapları üzerine kalem oynattığım bir yazar. Düzyazılarını da okudum elbette, ama ondan ilk kez roman okuyorum. Öykülerinden kalkarak, anlattıklarını şaşırtıcı zenginlikle doldurduğunu, anlattıkları kadar anlatma biçiminde de çizgisini hep aşmaya çalışarak daha ileri taşımaya çabaladığını gözledim onun. Bunlar, Ahmet’in metinlerini okurken çıkardığım notlar bir yerde. Ahmet Tulgar’ın, öyküde romanda 1990’lar edebiyatına eklemlenebilecek adlardan biri olduğu kanısındayım. Nitekim Volkan’ın Romanı, roman çatkılama bağlamında somut yapı bütünlüğü sergileyen bir anlatı örnekçesi olarak alınabilir. Bu kez kahramanı adı “Volkan” ya da “Barış” olan bir polis. Bilinen “açık biçim” kalıbı dışında anlatısına modern hava katmak için farklı yol arayışına giriyor Ahmet. Üzerinde durmak istediğim, romanın bu yanıyla taşıdığı değeri vurgulamak, anlatıyı, bütün aşamalarıyla bilen, ama geri dönüş tekniğini alaturka ahlak anlayışıyla felsefi ahlak sorunsalı kavrayışını tartışmaya çalışan bir üst anlatıcının sağladığı katkının altını çizmek. Denebilir ki Ahmet, böylece farklı bir roman kurmaya girişiyor. Bu arada bir kesimin, “olup bitenleri edebiyattan öğrenmeyi seçmiş”liği yanında, gerçeğin, “edebiyat eksikliğinin sebep olduğu bir yanılsama”ya (185, 223) yol açtığı öngörüsü, yazarın altını çizdiği önemli bir uyarı. “VOLKAN’IN ROMANI”… Volkan’ın Romanı’nı okurken yer yer Erhan Bener’in Böcek’ine (1995) gidip geldiğimi söyleyeyim. Böcek, polis temel karakteriyle başarılı bir roman. Gerek dünyada gerekse bizde polisin, bir “karşı” karakter olarak alınması yeni değil. Bunun çok sayıda örneğiyle karşılaşmak olanaklı. Ama yazınımızda polisin, daha çok çizgisel yaklaşımla hep olumsuz olarak yerleştirildiği, bunun toplumsal yaşamdan beslendiği, hemen herkesin bir biçimde polisten irkildiği biliniyor. Adnan Gerger’in daha önce paylaştığım Ses ve Sus (Karakarga, 2018), Abdullah Aren Çelik’in ileriki haftalarda değineceğim Kandan Adam (Everest, 2018) romanlarında polise yönelik farklı bakışlar da dikkati çekiyor ayrıca. Diyeceğim Ahmet, romanda, babası komiserlikten emekli polis oğlu olarak Volkan’ı temel kişi alırken, onu bir “karşı kahraman” bağlamında anlatıya katmak yerine polis tipolojisi yansıtıcısı kişilerin önüne âdeta bir “ölü av” halinde bırakıyor, sonra polisle yine polisin kendi aynalarıyla buluşmasının, kendilerine bakmasının önünü açıyor. Karşı kahraman değil ölü av bakışı yine bu. Polisin, erkek dünyası karmaşasıyla anlatıldığı “Volkan’ın romanı”, her seferinde yeniden başlar bu nedenle, “bir kez daha.” (55) Öyle ki siyasi bir polisiyenin girdaplarına çekmiştir artık bizi üst anlatıcı. “Bir polis memuru, daha önce de bir polis çocuğu olarak içinde bir yerde kendisine dair bir ayrıcalıklılık inancı pekişmiş” (153) bir Volkan’dır bu. Ne ki bunu bir ön kabul alan Volkan, “gündelik hayat olmaktan çıkıp hızla bir romana dönüşmeye hazırlanan hayatı(yla)” (51) yüzleşmekte gecikmeyecektir. Çünkü Volkan, “bu oyunu bozarak hayatı boyunca oynadığı bütün oyunlardan çıkacak, mızıkçılık yapacak ve gerçeğe tekrar kavuşacaktı(r).” (163) Bu yaklaşım, romana farklı bir dinamizm katmakta gecikmiyor kuşkusuz. Ahmet’in, romana getirdiği entelektüel derinlik üzerinde de özellikle durulabilir. “Oyunbaz tavır” (77), “ölü melek” (66), dipnotlar, yazarlar, göndermeler, anıştırmalar romanda görkemli bir artalan oluşturuyor çünkü. Ayrıca bir hüzün dağdağası da yakalıyor insanı, üstelik ergin bir alaysama eşliğinde. Bunlara sauna, hamam ortamlarının erkek kalabalığında silinen eşcinsellik de eklenebilir. Gerçekliğe bakışa getirdiği çoklu yaklaşımın beslediği görecelik de usulca yürüyor anlatı boyunca. Bunu biz, alışıldık havayla, herhangi gazete haberinden öğrendiğimiz biçimiyle Volkan’a kurulan komployla kavrıyoruz. Ahmet Tulgar, anlatısını bayrak yarışı havasında birbirine el verip birbirinden el alan bölümlemeyle “Volkan’ın romanı”nı hep yeniden kuruyor aslında, ama birbiri üzerine bindirdiği katmanlarla örüntüleyip öyle geliştiriyor. İleriye doğru ışınsal yolla akarken her bölümcesiyle spiral vurgu getiren, böylece akıştaki her anlam öbeğinin daha da yoğunlaşıp ayrıntılarla gelişmesini sağlayan anlatı kuruyor, sonrasında yazarlık hünerini bunun üzerine oturtup öyle sergiliyor. Kaldı ki biz de zaten okur olarak “Volkan’ın romanı”nı toplumca kendimizin yazmakta olduğunu görürüz gide gide, anlatıyı okurken. Grotesk, simgeci uçlar da taşıyan fantastik temelde bir siyasal polisiye olarak. Sonuçta Ahmet Tulgar, bize yalnız okutmuyor Volkan’ın Romanı’nı, yazdırıyor da. Hiçbir ayrıntının atlanmadığı doğru, iyi, güzel bir yazınsal emek. n 14 14 Kasım 2019 ÖYKÜDENLİK… Arzu Bahar; “Kayıp”… A rzu Bahar, öykü deryasında yüzdüğü sezilen bir yazar. İlk öykü kitabı Kovulmadım Ben Ayrıldım’ı (2017) okumadım, ama yine Alakarga tarafından yayımlanan ikinci öykü kitabı Kayıp (2019), bu kanıya varmama yetti. Hele kitaptaki ilk öyküsü “Delilik”i okuyunca, keşke, dedim içimden, Osman Hamdi Bey de, yüz on yıl önce daldığı sonsuz uykusundan bir an için uyanıp görebilseydi bunu, ne sevinirdi ama. Çünkü bir yapıttan kalkarak, buna dışarıdan bir şey katmaksızın salt kendi döngüsüne dayalı öykü kurma bağlamında örnek alınabilecek bir metin “Delilik”. Arzu’nun her öyküsü, bu örnekte gördüğümüz gibi helezonik yapı sergilemiyor kuşkusuz. Sıçramalı ama bakışımlı dizilişlerle örüp öyle geliştiriyor öyküsünü. Ilıştırılmış bir öyküleme de denebilir bunun için; doluksamalı, gülüksemeli anlatımı kastediyorum. Diyelim, hepimiz için orta malı sayılabilecek bir dede anlatısı mı getiriyor yazar; yayıkta çalkarcasına kıvam kazandırıp öyle çıkarıyor öyküyü ortaya. Ama tümünün de “Delilik” düzeyinde olmadığını söylemem gerekiyor. Sözgelimi “Sokağın Başındaki Servi Ağacı”nda bir anlatı öğesi olarak çamaşır suyunun metnin sonuna bir anda öylece eklenivermesi öykü kimyasıyla uyuşabilecek bir yazınsal tutum değil. Arzu Bahar, yine de iyi bir öykücü olduğunu koyuyor Kayıp’ta, öteki göz alıcı örneklerle birlikte. www.sadikaslankara.com, her perşembe öyküroman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle