05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ateizmin tarihi Felsefede çoğu tartışma, tarafların farklı tanımlamaları yüzünden tıkanıp kalır. Tanrı ve din tartışmalarında bunu sıklıkla görürüz. Tarafların kendi tanımları dışında düşüncelere kapalı olduğu, karşısındakinin tanımlarından korktuğu ve karşılıklı konuşamadığı bir ortamda, Örsan K. Öymen’in “Tanrı Var mıdır?” kitabı, felsefeyi günlük dile indirerek konuyu herkesin tartışabileceği boyutta ele alıyor. Öymen’le kitabı hakkında konuştuk. S öyleşimize, Örsan K. Öymen’in “Tanrı” tanımı ile başladık. Kitapta monoteist dinlerin tanımladığı, her şeyin nedeni olan ama kendisinin nedeni olmayan, her şeyi bilen, her şeyi öngören, mutlak güce sahip, kusursuz seviyede âdil ve merhametli, yine kusursuzluk seviyesinde ödüllendirici ve cezalandırıcı, maddenin nedeni olan ama kendisi maddeden oluşmayan tinsel bir varlık olarak Tanrı imgesinden yola çıktığını, Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam dinlerinde Tanrı’nın tanımlandığı şekilde sorgulama yaptığını anlattı: “Kitabın asıl amacı aslında sürekli her yerde duyduğumuz teist tezlerin antitezinin ne olduğu sorusunu yanıtlamak. Ağırlıklı olarak ateist ve agnostik tezler üzerinde durdum ve felsefe tarihi boyunca bu tezleri ortaya koyan filozoflar ne diyor, bunu özetlemeye çalıştım.” LAİKLİK Söz konusu açıklamada özellikle laiklik ilkesine vurgu yapıyor Öymen: “Laiklik kişinin özgür iradesiyle seçim yapabilmesi için zorunlu. Vatandaşın dindar ya da dinsiz olmayı seçebilmesi için öncellikle bütün argümanları bilmesi gerek. Bir düşünce sürekli dayatıldığı için antitezlerle karşılaşma olasılığı kalmıyor. Türkiye’de durum bu. Belli düşünceler devlet eliyle, tepeden inme zorla dayatılıyor.” Öymen’in bu Asuman KafaoğluBüke ve Örsan K. Öymen sözlerinden, kitabın aynı zamanda siyasi mesajını da anlıyoruz, ceza kanunlarından da söz ediyorlar. yazar sadece felsefe tarihi izinde akıl Özlerinde Doğu dinlerindeki gibi yürütmeleri ortaya koymakla kalmıyor, spiritüel ya da mistik arayış yok; bunlar üzerinden bugünün eğitim, Musevilik yasalarla, Hıristiyanlık ise adalet ve eşitlik sorunları gibi konuları Vatikan’dan devlet eliyle Avrupa’yı da ele alıyor. yüzyıllarca yönetiyor; İslamiyet’te de Öymen; Musevilik, Hıristiyanlık ve Şeriat aynı şekilde. Bu durumda, ‘Batı İslam’ı üç ayrı din olarak görmediğini, dinlerinin amacı devlet eliyle yasaları bunları aynı dinin üç mezhebi olarak ve ahlakı yönetmek ise onları laik birbirlerinin üzerine inşa edilmiş bir olmamakla suçlamaya hakkımız var şekilde gördüğünü söyledi. Bunun mı?’ diye sordum kendisine. üzerine konu bizi üç dinin ortak “Evet, dinlerin bir unsuru bu” diye özelliklerinden söz etmeye getirdi yanıtladı, “başka unsurlar da var ve biliyoruz ki bu üç dinin bir ortak tabii. Bir; kozmolojik unsur, yani nasıl özelliği, çıkış noktalarının yasalar yaratıldı. İki; ritüellerle ilgili unsur ve toplumsal düzen üzerine kurulu var. Üç; tarihte olup bitenlerle ilgili olması. Yapılarında, ahlak kadar anlatılanlar var. Dördüncüsü ise ahlakla ilgili, yani söz ettiğin kurallar. Bunlarla topluma ve insana nasıl yaşaması gerektiğini söyleyen bir yanı var, düzen getirme amaçlı boyutu dinlerin. Normatif boyut diyebiliriz buna. Dinlerin çıkış noktasında önemli ölçüde toplumsal düzen kurma ile işin içinde iyi niyet olabilir; adaletle ilgili, insan ilişkileriyle ilgili olarak özellikle Hıristiyanlık’ta sevgiyi ve eşitliği öne çıkaran, Kuran’da da zekât verme, yoksullara yardım etmek gibi şeyler var. Yani bir anlamda topluma adalet anlamında çekidüzen verme amacıyla yola çıkılmış ama birincisi bu adaleti sağlayıp sağlayamayacağı tartışmalı, ikincisi de adaletin kaynağında ilahî boyutu görmeye başlarsak bu başlı başına hem siyaset felsefesi hem de epistemoloji açısından tartışma konusu (…) Şimdi benim gibi insanmerkezci düşünceye sahip biri, öteki dünyada vaat edilen mutluluğa inanamaz. İnsan merkezli görüşe sahip herkes gibi adaletin bu dünyada sağlanması gerektiğini düşünüyorum. Bunun için dünyevi temelleri olan bir ahlak sisteminden yanayım. Benim için bu dünya önemli ve değerli, bu yüzden de ilahî kaynaklara dayanan bir ahlak sistemine değil de dünyevi temelleri olan bir ahlak sistemine ihtiyacımız var diye düşünüyorum.” HUME’UN DİN FELSEFESİ Tanrı Var mıdır? (Destek Yayınları, 128 s.) kitabını üç ana bölüme ayırmak mümkün. İlk başta; bugün Türkiye’de yaşanan eğitim, insan hakları ve laiklik sorunlarını ele alan, daha siyasi diyebileceğimiz bölümler var. Hem bu bölümlerin içinde hem de ayrıca bir bölüm olarak ele aldığı bir diğer konu ise felsefe tarihinde ateizm kuramları. Burada İlkçağ filozoflarından başlayarak tarih boyunca ateist ve agnostik düşünceler nasıl gelişmiş, nasıl baskı altına girmiş, bunları anlatıyor. Kitabın son bölümünde ise David Hume’un farklı eserlerinde din ve inanç konusunu nasıl ele aldığını özetliyor. Bu bölüm içerik olarak önceki bölümlerden farklı. Hume’un epistemoloji ile iç içe geçen din felsefesini şöyle anlattı: “Aslında Hume politik bir insan. Aydınlanma döneminde, tam da 1700’lerde Fransız Devrimi’nden hemen önce uzun yıllar Paris’te yaşıyor ve kentte sürekli devrimci filozoflarla birlikte salon toplantılarına katılıyor, sanat, felsefe, devrim ve bilim üzerine konuşuyorlar. Hume, nedensellik ilkesi üzerinden Ortaçağ’dan gelen teleolojik ve kozmolojik argümanları eleştiriyor. Nedensellik ilkesi teolojide geçerli değildir demeye getiriyor çünkü hem nedeni hem sonucu bileşik hâlde deneyimlemek gerekiyor ki nedensonuç ilişkisi kurulabilsin. Başka deyişle dini, bilgi felsefesiyle sorguluyor. Buradan da çıkardığı sonuç, Tanrı’nın varlığı da yokluğu gibi bilinebilir değildir diyor.” Ahlak konularının dinden bağımsız konuşulması için çabalayan yazarlardan biri Öymen. Kitabın bir eksikliği kaynakça ve dizin bölümlerinin olmayışı. Belki yeni baskılarında bu eksiklik giderilir. n 6 24 Ocak 2019 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle