06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

[email protected] www.sadikaslankara.com Yayılan roman derinleşen öykü... Öyküroman yayınında ciddi artış yaşansa da ayrılan yanlarıyla iki tür, farklı bir bütünlük getiriyor edebiyata. Roman, genişleyip yayılır, sunduğu seyirle ilgi çekerken öykü, derinleşip okuru da yaratı sürecine katan büyüsüyle onu etkiliyor. Ö ykü, roman almış başını gidiyor. Bunların azımsanmayacak bölümü, yazarını da yenice tanıdığımız ilk kitaplar. Hafife alınamayacak önemli bir olgu. Verim artışı karşısında sevinmemek elde mi. Ama gereğince değerlendirildiğini söylemek yine de güç bunların. Edebiyatta bütünselliği gözeten değerlendirme zaten yetersizken yayımlanan yenilerine gerekli karşılama da yapılamıyor. Türün her kitabına gösterilmesi gereken ilgi, edebiyatımıza dönük kazanç, ne var ki bu gittikçe güçleşiyor, kitaplar birikiyor, bunlar için gereken enerji git gide düşüyor. Akademik çevre katkısı da yeterli olamıyor. İşte Kitaplar Adası’nda yeni ya da farklı imzalara, ilk kitaplara yer açmaya çalışırken bu sorumluluk duygusunun beni tetiklediğini de söylemeliyim kendi payıma. ROMANI DEĞERLİ KILAN… Romanda, neredeyse “anlatılan”, “anlatma biçimi” olarak kategorize edilmiş değerlendirme yaklaşımının bir adım ötesine çıkıp “kavramsallaştırma” başlığıyla türe dönük değer arayışı üzerine ne söylenebilir? Deyiş yerindeyse yazarlık, bir tür kavramsallaştırma hüneri. Yani öyle anlatacaksınız ki metin, bunun göstereni olarak kalmayacak yalnız, bütün zamanlar boyunca geçerli, yalıtık, somutlama biçiminde kavramsallaştırılmış yapıt hâlinde çıkabilecek karşımıza. Ayşen Bayazıt Melik Kavramsallaştırma üzerinde en çok duran yazarların başında Ahmet Cemal geliyor. Onun özellikle Shakespeare’den kalkarak gösterdiği örnekler, bugün de geçerliliğini koruyor. Kafka’da kavramsallaştırmanın daha yalın kaldığı söylenebilir ancak Shakespeare, karmaşık dolantılardan süzer bunu. Ahmet Cemal’e göre, bu yanıyla Shakespeare, dünya edebiyatının birkaç yazarından biri. Gerçekten de ÖYKÜDENLİK... Ece Ayhan; ‘İyi Bir Güneş’… Ş airlerin, romana oranla şiire üvey kardeş sayılabilecek öyküyle daha sıcak ilişki kurduğu söylenebilir. Ece Ayhan’ın öyküleri de aramızdan ayrılmışı, yaşayanı, azımsanmayacak şairden bugüne dek yayımlanmış nice öykü kitabının yer aldığı bu dağara ekleniyor işte: İyi Bir Güneş (YKY, 2018). Bir “Önsöz”le katılan Ahmet Soysal’ın, “Bir Sonsöz” kaleme almış Tunç Tayanç’ın çok değerli metinleri eşliğinde okuyoruz bunları. Ece Ayhan’ın, henüz yolun başındayken yayımladığı beş öyküye iki öyküsü daha eklenmiş, sonra bu öykülere dönük belgelerin de tıpkıbasım katılımıyla yapıt, bir Ece Ayhan öyküleri / öykücülüğü belgeseline dönüştürülmüş neredeyse. Ece Ayhan, Ahmet Soysal’ın, “Birkaç hikâyeniz yayınlanmış galiba, bazı der gilerde?” sorusuna çok açık yanıt veriyor: “Beş” (s. 53). Bu öykülerden kalkılarak neler söylenebilir? Ahmet Soysal, “Büyük okuma yanlışı, Ece Ayhan’ın öykülerini, şiirleriyle aynı ölçütlere göre değerlendirmek olacaktır” (s. 9) deyip ekliyor: “…Ece Ayhan’ın öyküleri, tartışılmaz bir değer taşımakla birlikte, onun şiirlerinin modernizminin düzeyinde değildir” (s. 10). Rengin ÖzesmiGediz Akdeniz, Ece Ayhan Yazılarında Kaotik Farkındalık (NezihEr, 2018) başlıklı deneme kitabında, Sareyyya Evren’den, “tüm Ece Ayhan metinlerinin içiçe geçmiş bir gövde, bir ‘yazı’ olarak okunması anlayışını koruyorum” alıntısını aktarıp buna katıldıklarını belirtiyor (s. 9). 1950 kuşağı üyelerince kaleme alınmış örnekler göz önüne alındığında, Ece Ayhan öykülerinin bunlarla sıkı ilmekler kurduğu görülebiliyor. Kendisiyle ötekine çapraz bakışlı gelgitleriyle, yayımlandığı yıllarda, o büyük damarı destekler yanından ötürü bugün de üzerinde durulmalı bunların. Sıradan okur tarafından da şair elinden çıktığı sezilebilecek, yeniliğiyle uçarılığını yetirmemiş verimler, altmış yıl önceden gelen. Tabii yeni bir okuma fırsatı. n www.sadikaslankara.com, her perşembe öyküroman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor. onca karmaşalı dolantısına karşın Shakespeare oyunları bizi önemli sorunsallar odağında düşündürüp bir kavramsallaştırma eşiği önüne getirir her seferinde. Bu bağlamda romanımız, görece yoksul. Nitekim evrence karmaşık yapı sergiler, üstelik alabildiğine geniş yayılış gösterirken bundan bir kavramsallaştırmanın süzdürülüp de okur önüne getirilemeyişi, ne yazık ki üzerinde durulması gereken önemli bir zaaf. AYŞEN BAYAZIT MELİK; “PERDELER”… Ayşen Bayazıt Melik’in ikinci romanı, Perdeler (Can, 2018). Yazarın ilk romanı 2017’de yayımlanmış: Hepsi Bu (Ayrıntı). Art arda iki roman. Belli, birikimli bir yazar karşımızdaki. İlkini okumasam da Perdeler, onun yazarlık yanını, niteliğini ele vermeye yetiyor. Ayşen, bir inme (felç) sonucu yatağa bağlı kalarak “yatay” hâle gelmiş altmışlarındaki anlatıcı Osman’la buluşturuyor okuru. Bana göre bir kadın yazar olarak eksiksiz başarıyla yansıtıyor diyebilirim erkek karakterini. Bir uzman hekim olan Osman hiç evlenmemiştir ama sarhoş hâlde otomobiliyle ölümüne yol açtığı adamın dört yaşındaki kızını üstüne almıştır. Ne ki çocuklukla ergenlikten, lise yıllarından taşıdığı kırılma / yarılmalarla, ailesinin, ilk (ve tek) aşkının, bu arada kızıyla babasının yol açtığı vuruklarla bir yandan kendi dramını yaşar öte yandan tüm geçmişini bir sinema filmi izlercesine yeniden canlandırır gözlerinde. Osman, bu yanıyla “yattığı yerden film çeviren biri”dir aslında (s. 139). Terk edilmişlik duygusu içinde kıvranan anlatıcı, “hayatın kendisinin kaçınılmaz trajik bir özü olduğu” (s. 153) düşüncesindedir zaten. Buna temel oluşturan da bir bakıma ailedir, ailedeki bireylerdir. Taşrada (Gaziantep) varlıklıyken yoksullaşmış Korgan ailesinin en küçüğüdür anlatıcı. Takıntılı bir anne, işinde başarısızlığa uğrayıp bu yıkımla çökmüş baba, her biri bir yerlere savrulmuş kardeşler. Okur olarak bütün bunların izleyicisi bağlamında kalırız. “Korgan ailesinin kızlarının kaderi”, romanda derin bir uğultu yaratsa bile, biz bunu sessizce izleriz, o kadar. Osman da ablalarının “yetmişli yaşlarında birbirlerine bunca öfke duymak zorunda kalma”larını (s. 70) izler okurla birlikte: “Onlar sadece abla kardeşken harika olan her şey, anne ve eş olduklarında kıskançlıklar, rekabetler, eşitsiz zaferler, eşitsiz yenilgiler, talihsizlikler, anlaşılamama kederlerine dönüşüp sevgilerini bir daha toparlanamayacak şekilde un ufak edip yerlere dök(er)” (s. 54). Sonra, “telefonun iki ucunda”ki o konuşma: “Bir beddua mı aldık acaba?’ / ‘Neden beddua alalım abla?’ / ‘Böyle olacak kardeşler miydik biz?” (s. 152). Hüzünlü hikâyelerle birbirine teyellenip çatılmış, başarıyla kurulmuş bir roman Perdeler. Bu yanıyla kendisini okutan, hatta okuru peşine takmayı bilen hünerli bir anlatı kuşkusuz. Yer yer göze çarpan özensiz sözdizimleri olağan karşılanabilirdi belki ama olup bitenin okura bırakılmadan anlatılması, herhangi kavramsallaştırmayla karşılaşılmadığı gibi yatay konumda film oynatmanın yeni bir koridor yaratamaması anlatının zayıf yanları. n 16 6 Eylül 2018 KITAP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle