07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

‘Aykırı olduğumu biliyordum’ Penelope Fitzgerald’ın hem başyapıtı sayılan “Mavi Çiçek”in yeni basımı hem de yazara Booker Ödülü ile ün kazandıran “Salapurya Mahallesi” eşzamanlı olarak yayımlandı. Bu romanlar, yazarın iki döneminin en önemli örneği aynı zamanda. P enelope Fitzgerald, altmış üç yaşında kazandığı Booker Ödülü ile tanınmış bir yazar. Elli sekiz yaşında roman yazmaya başlamış. İlk romanını hasta kocasını eğlendirmek için kaleme almış. 1979’da kendine ödül kazandıran, Türkçeye Salapurya Mahallesi (Çev. Sibel Sakacı, Can Yay) adıyla çevrilen “Offshore” üçüncü romanı. Biyografisinde “Oxford’un ilk kadın mezunu” diye ilginç bir bilgi de var. 1916 doğumlu, 1938’de yirmi iki yaşındayken Oxford’u bitirmiş. Tersten okursak kuruluş tarihi 1096 olan Oxford Üniversitesi’nin kız öğrenci almak konusunda yüzyıllarca direndiğini de düşünebiliriz. “KAYBOLMUŞ İNSANLARA MEYLİM VAR” Penelope Fitzgerald, yazmaya oldukça geç başlasa da verimli bir yaşam sürmüş. 28 Aralık 2000’de seksen üç yaşında vefat edene kadar üç biyografi, dokuz roman, bir öykü kitabı yayımlanmış. Ölümünden sonra mektuplarının bir derlemesi de kitaplaştırılmış. Biyografisi de kaleme alınmış.1945’te Times’ın en büyük elli yazar listesinde yer almış. Son romanı Mavi Çiçek de “En İyi 10 Tarihi Roman” listesine seçilmiş. “Ünü sessiz bir ündü” diyorlar onun için. Büyük bir isim olamamış, yalnızca dikkatli okurların tutkuyla izlediği bir yazarmış. Can Yayınları, hem başyapıtı sayılan Mavi Çiçek’in (Çev. Püren Özgüren) yeni basımını hem de Fitzgerald’a Booker Ödülü ile ün kazandıran Salapurya Mahallesi’ni (Çeviren: Sibel Şakacı) eşzamanlı olarak yayımladı. Bu romanlar yazarın iki döneminin en önemli örneği aynı zamanda. Kariyerine biyografiler yazarak başlamış Fitzgerald. Aralarında Salapurya Mahallesi’nin de yer aldığı ilk dört romanı kendi yaşam deneyimini yansıtıyor. Bunlardan Bookshop geçen yıl sinemaya uyarlanmış, seyircinin ilgisini çekmişti. “Kendi hayatım hakkında yazmayı istediğim şeyleri bitirdim” deyip çok farklı tarih kesitlerini ele aldığı tarihi romanlar kaleme almaya başlamış. Salapurya Mahallesi, 1960’ların başında Londra’nın Thames Nehri üzerindeki deniz evlerinde yaşayan insanların hikâyesini anlatıyor. “Deniz evi” farklı amaçlar için kullanılan teknelerin içinde sürekli yaşayacak hâle getirilmesinden oluşuyor. Fitzgerald da romanın geçtiği tarihlerde ve yerde, Battersea Reach’te eskiden günlük gezi teknesi olarak kullanılan bir denizevinde yaşamış. Romanın başındaki önsözde, editör Hermonie Lee’nin belirttiği gibi “Aykırı olduğumu biliyordum” diyen bir kadın Fitzgerald. “Yenik doğmuş, hatta basbayağı kaybol muş insanlara meylim var” diye ekliyor. Romanlarında da yazdığı biyografilerde de bu tip insanları ele almış. Salapurya Mahallesi’nin kahramanları da kaybedenler kulübünü kurabilecek nitelikte kişiler. Hepsinin yaşamlarında kırıklıklar, kırgınlıklar var. Ana kahraman Kanadalı Nenna, İngiliz kocası tarafından terk edilmiş, iki kız çocuğu ile yaşamaya çalışan biri. İşsiz, hiçbir geliri yok. Kızları da okula gitmiyor. Çevrelerindeki teknelerde yaşayanlar da onlardan pek farklı değil. Toplumun en dip kesimini bile isteye oluşturuyorlar ve bu yaşamlarını değiştirmeye de niyetleri yok. Tek tedirginlikleri yaşadıkları teknelerin çürüyüp batması. Çünkü o teknelerden başka başlarını sokacak yerleri yok. Tabii çoğunun küçük umutları, hayalleri var geleceğe ilişkin. Biri kız kardeşinin yanında yaşamayı düşünüyor. Diğeri düzenli bir iş. Nenna, Londra’nın başka bir semtinde yaşadığını öğrendiği kocasının gelip onlarla birlikte yaşayacağını umuyor. Kaçınılmaz son denizden gelecektir. Romanın konusu kadar, belki de ondan daha da önemli olan Fitzgerald’ın insanı sarıveren anlatımı. Rahat, sanki anılardan söz ediyormuş gibi gelişen ama ince gözlemlerle, ayrıntıları işleyerek kısa cümlelerle “güleriz ağlanacak hâlimize” tavrıyla yazıyor. Kısa cümlelerle ve diyaloglarla oluşturuyor romanı. Hiçbir kahramanı ağlamıyor, duygu sömürüsü yapmıyor, herkes ya durumundan memnun ya da kabullenmiş. Durumdan rahatsız olan, deniz evlerini yaşanmaz bulanlar zaten gitmiş ya da gitmek üzere. NOVALİS VE AŞKI Son romanı olan ve 1995’te yayımlanan Mavi Çiçek Fitzgerald’ın başyapıtı sayılıyor. On sekizinci yüzyılda yaşayan Alman şairi Novalis’in ünlenmeden önceki gençlik çağlarını ve oldukça sıra dışı aşkını anlatıyor. Tam adıyla Georg Philipp Friedrich Freiherr von Hardenberg (2 Mayıs 177225 Mart 1801), şairliğinin yanı sıra erken dönem Alman Romantik filozoflardan. 1960’lardan itibaren Novalis’in bütün eserleri, gönderdiği ve aldığı mektuplar, günlükleri, resmî ve kişisel belgeleri İngilizcede toplu olarak yayımlanmaya başlamış. Fitzgerald’ın çıkış noktasının bu yayın olduğu anlaşılıyor. Novalis’ten alıntıladığı “Romanlar, tarihin eksiklerinden doğarlar” cümlesi Fitzgerald’ın yazım anlayışını da özetliyor.Yirmi iki yaşındaki Friedrich von Hardenberg (Novalis), Sophie von Kühn ile karşılaştığında genç kız on iki yaşındadır. Yaşının özelliklerini taşıyan, oldukça sıradan, ne zekâsı ne de güzelliği ile dikkati çeken bu kıza Hardenberg daha ilk gördüğünde âşık olur. Çünkü Hardenberg’in felsefesine göre “hiçbir şey olağan değildir” ve “doğru bakıldığında her şey semboliktir”. Hardenberg onu görmek istediği şekilde görür ve yüceltir. Genç kıza “Benim güzel felsefem” diye hitap etmesinin altıda da bu bakış açısı yatar. Kısaca “felsefem” diye söz ettiği de olur Sophie’den. Sophie de bu özel ilgiyi karşılıksız bırakmaz. Sık sık mektuplaşırlar, genç Hardenberg bulduğu her fırsatta sevdiğine koşar. Sophie’nin kapısı herkese açık babası ve annesi de bu aşkı garipsemez. Hardenberg’in ailesi karşı çıksa da Sophie’nin ağır tüberküloz hastalığına rağmen bir yıl sonra kız on üç yaşındayken nişanlanırlar. Ama bu aşk uzun sürmeyecektir. Romana adını veren Mavi Çiçek, Novalis’in Sophie ile tanıştığı dönemde yazmaya başladığı ama tamamlamadığı kısa öyküsü. Öykünün kahramanı mavi çiçeğe, onun simgelediği kalbe, belki de gerçek sevgiye ulaşamaya çalışır ama başarılı olamaz. Sophie dâhil öyküyü okuduğu herkese “Mavi çiçeğin anlamı nedir?” diye sorar. Fitzgerald’ın mavi çiçek fikrini D. H. Lawrence’ın “The Fox” (Tilki) adlı hikâyesinden aldığı ve önceki romanlarında da belli belirsiz değindiği söyleniyor. Fitzgerald, Novalis’in yaşamını, yaşadığı dönemin Almanyası’nı çok başarılı bir biçimde romanına yansıtmış. Romantik çağı, Goethe gibi dönemin önemli adlarını da olay örgüsüne katıyor. Novalis’in edebî anlayışının temelini oluşturan romantizmin felsefesini, dünyaya bakışını da olayların akışı içinde, kahramanının hâl ve tavırlarıyla yani altını kalınca çizmeden anlatmayı başarmış. Kahramanlarını gerçek kişiler olduğunu bilmeseniz, Romantizm’le ya da dönemle ilgilenmeseniz bile ilgiyle, edebî tat alarak okunabilecek nitelikte bir roman. Fitzgerald, hem yaşam öyküsünden oluşanhem de tarihî romanlarıyla önemli bir yazar. Türkçede yeni eserlerinin yayımlanmasını merakla bekleyeceğim. n 12 6 Eylül 2018 KITAP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle