Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
BETÜL ÇOTUKSÖKEN’DEN “ANTROPONTOLOJİ YA DA İNSANVARLIKBİLGİSİ” ‘Antropontoloji bizi körleşmekten kurtarıyor’ Betül Çotuksöken, “Antropontoloji ya da İnsanVarlıkbilgisi” adlı kitabıyla felsefe literatürüne kattığı yeni kavramı okurlara sunuyor. Antropontoloji terimini, hem felsefenin temel bir disiplini hem de felsefi bir bakış açısı olarak tanımlayan Çotuksöken’le kitabının yanı sıra kavramın, insan eylemlerini ve dünyayı nasıl açıkladığını konuştuk. ALI BULUNMAZ alibulunmaz@cumhuriyet.com.tr G ünümüzdeki dil, yakın ve uzak geçmiştekine pek benzemiyor. Sorunları, kavramlar kullanarak aşmaya çalışanlar ile bunları inatla ve hırsla dilden kovmaya uğraşanların mücadelesi söz konusu. Ne oldu da kavramlar ve bilgi uzaklaşmaya başladı hayattan ve dilden? n Öteden beri bu iki karşıt tutum var. Burada, kavramların var olanı katılaştırıp dondurduğunu ileri sürenlerle düşünmenin kavramsız olamayacağını savunanlar arasındaki karşıtlık söz konusu. Bir diğer düşünmeyazma doğrultusu da her ikisinden yana bir tavır takınarak düşünmeye çalışanları kapsıyor. Tekiltümel gerilimindeki, tekilden yana tavır takınanlarla tümelden yana tavır takınanlar arasındaki farka benziyor bu. Ancak şu var ki bilgi, klasik bir deyimle var olanın “logos”un çatısı altında toplanarak derlenip toparlanmasıyla ortaya çıkar. Bu çatı, dayanağını ister var olanın kendine özgü sınırları içinde, ister öznenin genel olarak düşünme, daha ayrıntılı olarak da anlama yetisinin kalıpları ve çerçeveleri içinde bulsun, tekili anlayıp kavramaya, hakkında bilgi edinmeye çalışmak, tekilden bir ölçüde de olsa uzaklaşmayı gerekli kılıyor; ona ilişkin bir mesafe kazanmayı, başka ve belki daha üst bir boyuta sıçramayı gerekli kılıyor. Bu yapılmadıkça bilgiye ulaşmak söz konusu değil. “ANTROPONTOLOJİ, FELSEFE BİLGİSİNİN TEMELİ” n Yeni kitabınızın odağında, antropoloji ve ontolojiden türetip felsefe literatürüne kattığınız “antropontoloji” kavramı var. Söyleşimizin devamındaki soru ve yanıtların daha anlaşılır olabilmesi için bu kavra mı kısaca tanımlar mısınız? n Felsefi söylemlerin hepsinin ortak paydasında, yöneldiği var olana ve özellikle var olanlar arasındaki ilişkilere değgin belirlemeler bulunuyor. “Var olan”ı, zengin içeriğini dikkate alarak belirlediğimizde, kalkış noktamızın ister dışdünyaya, ister düşünmeye, ister dile ilişkin, belli bir var olandan hareket ettiğini ileri sürebiliriz. Bu saptama, ontolojiyi ya da varlıkbilgisini temele koymamızı gerektirir. Ama öte yandan her var olan, asıl var oluşuna bir özne tarafından düşünüldüğü ve dile getirildiği zaman kavuştuğuna göre varlıkbilgisinin, insan temelli ve antropolojik olması kaçınılmaz. Varlıkbilgisi insana dayanmak zorunda; bu, mantıkça ve yapıca böyle; başka türlüsü de olamaz. Bu nedenle benim her ikisini antropolojiye öncelik vererek bir araya getirmem, varlık boyutuyla bilgi boyutunu ya da var olan düzlemiyle bilme düzlemini, insan ekseninde bütünleştirip barıştırma ve bir araya getirme çabasından başka bir şey değil. Öyleyse antropontoloji, hem felsefenin temel bir disiplinidir hem de felsefi bir bakış açısıdır. Antropontoloji felsefi düşünmenin, felsefe bilgisinin temelidir. n Antropontoloji hangi ihtiyaçtan doğdu? Kavramın yaratım sürecini anlatır mısınız? n Antropontoloji; felsefi söylemi, tüm felsefe tarihinin şimdiye kadarki gelişimini, oluşumunu doğru bir biçimde anlama çabasından hem de bu anlamaya rehberlik edecek, tam da insana yakışır, insan doğasıyla koşutluk içinde bir felsefi tutum belirleme isteminden doğdu. Yıllardır süren meta felsefe ya da felsefe üzerine felsefe çalışmalarım, beni sonunda bu noktaya getirdi. Temel felsefe kavramlarının toplamına ilişkin hesap verme çabası olarak gördüğüm metafizik açılımın bana göre hümanist niteliği, insanın var olana dokunuşunun nabzının düşünmede ve dilde attığını bizzat gözlemleyip deneyimleme, insan bağlamına öncelik vermeyi gerekli kıldı. Üstelik var olandan da kopmanın imkânsızlığı, insanda (insanın düşünmesinde ve insanın dilinde/ söyleminde) asıl var oluşunu kazanan, var olana ilişkin her türlü bilgilenme, belli bir insanvarlıkbilgisini ya da insanontolojisini; antropontolojiyi yaratmamı sağladı. Zamanla var olanlara ve var olanlar arasındaki ilişkilere antropontolojik açıdan bakmaya başladım. Biliyorsunuz iki yıldan beri İnsancıl dergisinde farklı bir felsefe tarihi bağlamında antropontolojik bir okuma çabası sürdürüyorum. Zaman zaman çok ileri gittiğimin de farkındayım: Madem ki düşünüyoruz ve dile getiriyoruz, işte bu son derece insanca bir tutumdur ve başkası da olamaz. n Antropontoloji, hemen her gün tartışılan insan haklarına, etiğe ve eğitime dair konuşurken bakış açımızda nasıl değişiklikler meydana getirebilir? n Antropontolojinin insana ilişkin, insan türünün en ortak paydasına ilişkin bir temel tezi var: “İnsan arada olan bir varlıktır.” O nedenle de bunalımlıdır ve kriz içindedir. Antropontolojiye gelinceye kadar bu temel üzerinde durulmamıştı. Filozoflar, insanın bunalımlı, sorunlu ve sorun gören bir varlık olduğunu keşfetmişti ama bunun da neye dayandığı üzerinde durulmuyordu. İnsan nasıl bir varlıktı ki farklı yapıda olanları (nesneyi, kavramı, terimi) bir araya getirebiliyordu? Antropontolojinin gözüyle dünyaya, var olana ve insana bakarsanız insansal duruşu ve durumu daha iyi kavrayabiliyorsunuz. İnsan hakları, dışdünyada doğrudan somut bir var olana karşılık gelen bir kavram değil; bu kavram, farklı niteliklerdeki eylemlerle örülü insan dünyasının zamanla ayırdına vardığı, hem insanın kendi gereksinimleriyle hem de eylem ilkeleriyle ve bunların taşıyıcı temeli değerlerle bağlantılı olarak ortaya çıkardığı bir kavram. İnsan, arada olmasaydı insan hakları gibi bir kavramı yaratması gerekmezdi. Öyleyse insan haklarının antropolojik, hatta ondan da öte antropontolojik temelleri söz konusu. İnsan hakları, var olmanın değil, bilme boyutunun bir kavramı. Etik için de böyle. İnsan dünyası, eylemlerden ve onlar arasındaki ilişkilerden oluşuyor. Ağırlık noktası ve görünürlüğü olanlar, elbette eylemler. Eylemler arası ilişkileri bir bakıma kurguluyor, anlamlandırıyor ve yorumluyoruz, çoğunlukla ne ise o olarak da değil; çeşitli yakıştırmalarla bu ilişkileri yorumlayıp değerlendiriyoruz. Eylemlerle, ilişkilerle, onların ardındaki niyetlerle ve değerlere dair yapılan çalışmalar, insanın arada oluşundan kaynaklanan birçok sorunu ortaya çıkarıyor ve antropontolojik temelli bir etik kavrayışla, insanı ve onun eylemilişki dünyasını anlamak çok daha isabetli. Çünkü insanın değerleriyle gereksinimleri ve çıkarları arasındaki gerilime dayanan, bunlar arasında sürüp giden yaşama dünyası, adına etik dediğimiz bilgi bağlamının önüne çok sayıda sorun koyuyor ve etik dediğimiz bilgi bağlamı, işte bu sorunlarla uğraşıyor. Eğitimi de olağanlığından çıkarıp çerçevelendirerek bilgi boyutuna taşıdığımızda sorunları görüyoruz. Eğitime ilişkin insansal eylem dünyası ve yine eğitimsel ilişki ağları, antropontolojik açıdan bakıldığında önümüze çok sayıda sorun çıkarıyor. Üzerinde durduğunuz sorunlu bölgeleri, “arada olma”nın yanı sıra “durum”, “duruş”, “karşılaşma” ve “karşılama” kavramlarıyla da açık kılmaya çalışıyorum. Örneğin; insan hakları, insanın ya da kişinin insan sorunları ve bu sorunların her birinin somut belirlenimi olan insanlık durumları karşısında geliştirdiği insanlığa ilişkin duruşu imliyor. “VAKTİYLE ‘ŞİDDET’ SAYILMAYANLARA, ARTIK ‘ŞİDDET’ DENİYOR n Âdil bir adaletle eşitsizlikleri giderecek bir dayanışma pek çok kişinin arzusu. Antropontolojik yaklaşım, bunu gerçekleş >>tirmede insanlığa hangi olanakların kapısını açabilir? 12 14 Haziran 2018 KITAP