25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

>> kani oldum” (1939). ELEŞTİRMENLER NEYİ ELEŞTİRİR? Eleştiri mekanizmasının hâlâ işlediği bir dönemde yaşayan her büyük yazar gibi kitapları hakkında sürekli yorum yazılan Steinbeck ise eleştirmenlerin metinlerini, mevzubahis kitaptan ziyade kendilerini ifade etmenin bir aracı olarak kullandığını varsayar. Mavis McIntosh’a yazdığı mektupta Bitmeyen Kavga için sarf ettiği şu sözlerle olası bütün eleştiri oklarını kendine herkesten önce batırıp gardını alır; eleştirilmeye çoğu yazardan daha kapalı olduğunu ve getirilebilecek en sert yorumları öncelikle kendisinin getirmesi gerektiğine dair kuralını da açık eder: “Kitabımı beğenmenizi bekleyemem. Ben de beğenmiyorum. Çok kötü bir kitap. Yalnız okumayı bitirdiğiniz zaman büyük bir düzensizlik içinde korkunç bir düzen bulacağınızı umarım. Öyküler başlayıp bir resim içinde gibi dolanıp duruyor. Yüzler bir görünüp bir yitmekte. Kitap bir türlü sona ulaşamıyor. Bir insanın yaşamı öldüğünde biter, ama sonu gelmez insan hareketinin öyküsünü nerede bitirebilirsiniz?” (1935). Kitapların satış rakamları eleştirmenler hakkındaki savını doğrularken tavrını altı boş bir tür özgüven nedeniyle değil, piyasa koşullarını yaşamının sonuna kadar eleştirebilmesi ve yayıncılarla kurduğu ilişkilerde maddi çıkarlarını hep arka planda tutabilmesiyle sürdürür: “Eleştirmenlerse kitabın daha en baştan doğru olmadığını, doğaya aykırı ve beğeniden yoksun olduğunu söyler. Doğada yalnızca iki şeye rastlayamazsın. Tekerlek ve iyi bir eleştiri. Her yazarın yaşamında eleştirmenlerin onu yere yıkmaya çalıştıkları bir dönem vardır. Ben işte o aşamadayım... Gazap Üzümleri’nden beri bu böyle.” ÖDÜLLERİN ÇÜRÜTÜCÜLÜĞÜ Edebiyat ödülleri ve ödül komiteleriyle kurduğu ilişki de Steinbeck’in yazarlığa yaklaşımı hakkında fikir verebilir. Geleceğinin muğlak, başarının uzak olduğunu hissettiği 1930’ların ilk çeyreğinden, Nobel Edebiyat Ödülü kazandığı 1960’lara kadar, ödüllerle arasına koyduğu mesafeden ödün vermez. North American Review’a satılan ve 1934’te ona ilk ödülü O. Henry’yi kazandıran ‘Katil’ öyküsünden, Gazap Üzümleri’nin kurgusuyla onurlandırıldığı ve para ödülünü iade ettiği Pulitzer ve ödüllerin en prestijlisi Nobel’e dek, dikbaşlılığını haklı ve Steinbeckvari gerekçelerle korur. Bir yazarın, metinleri nedeniyle onurlandırılmasının dolaylı olarak o kişiyi emekliye ayırdığını ve yüreklice yeni bir şeyler üretmekten alıkoyduğunu düşünür. Bu onurlandırılmanın yapıtın kendisine değil, kişinin olduğu varsayılan saygın portreye bahşedildiğini, bu payelendirmeden sonra yazarın saygınlık çerçevesine hapsedildiğini, bu durumun özgünlüğü ve kendiliğindenliği yok ettiğini sık sık yineler: “Ödüller çürütücü, yıkıcı olabilir. Ödüllerin çürütücülüğüne direnmek yoksulluğa direnmekten daha zor” (1962). Yukarı Mahalle, 1935’te Steinbeck’e Commenwealth Ödülü’nü getirdiğinde kazananın kendisi değil kitap olduğunu, karakterlere ihanet ediyormuş hissine kapıldığını yazar. Fareler ve İnsanlar, 1938’de Critics Circle Ödülü’nü kazandığında da yayıncısına, kazandığı plaketin ancak eritilerek demire dönüştürüldüğünde bir işe yarayacağını ifade eder. Nobel ise Steinbeck’in korkulu rüyasıdır. Pascal Covici’nin oğluna yazdığı mektupta, ödüllü çağdaşlarının Nobel’den sonraki tutumlarını (Faulkner, Hemingway) kıyasıya eleştirirken Akademi jürisi önünde teşekkür konuşması yapacağının henüz farkında değildir: “Nobel Edebiyat Ödülü’nü almaktan ödüm kopar. Bana öyle geliyor ki bu ödülü alanlar, ödülden sonra ortaya iyi ya da yürekli bir iş koyamamıştır. Ödül onları sanki emekliye ayırıyormuş gibidir. Bilmiyorum, o yazarların artık nasıl olsa işinin bittiğinden midir, yoksa ödül düzeyinde yazmak istediklerinden midir? Acaba amaçlarını mı yitirmişlerdir? Bu duyguların üstesinden gelmek çok zor olmalı. Çoğu da bunu başaramamakta. Belki ödül onları saygın bir kişi yapmakta. Oysa yazar saygın olmaya özenmemeli, saygın olmak yazarın umurunda olmamalı” (1956). Alt edebileceğine yürekten inansa da Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandığı yıl ve sonrası, sırf bu nedenle ara sıra umutsuzluğa kapıldığı bir kaos dönemidir. Nobel’in kendisinde yarattığı hâleti ruhiyeyi, ödülün açıklanmasının ardından dağ gibi yığılan tebrik telgraflarına ve mektuplarına verdiği yanıtlardan birinde şu şekilde açıklar: “İyi bir ödüldür Nobel. İyi niyetli. İyi kullanılırsa çok değerli. Fakat tehlikeli ve yıkıcı da olabilir. Tanıdığım ve anımsadığım pek çok kişiye ancak bir mezar yazıtı, kimine de sesi boğan, baskı altında tutan ve çarpıtan bir pelerin olmuştur. Eğer ölüme hazır olsaydım, bu ödül benim için çok iyi olacaktı. Oysa daha yapacak işlerim var. Ölüm değil eylem çizgisine yakın olduğuna inanıyorum. Eyleme geçecek kişinin işe sağlıklı, çevik ve alçakgönüllülükle başlaması gerek. Bu bence öylesine değerli bir iştir ki hiçbir akademi üyesinin ya da dinamit imalatçısının gözlerinin üstümde olmasını istemem. Malory gibi bir tutukevinde olmayı buna yeğlerim. Çünkü tutukevinde insan kendinden beklenilenlerden kurtulmuştur. Belki bu olayı büyütüyorum ama başkaları üstündeki etkilerini gördüm. Bu etkinin belirtilerini kendimde de görmekteyim. En kısa bir sürede eski durumuma dönmeyi ve gerekli olan bilinmezliğe karışmayı umuyorum” (1962). 1968’e dek bitmek tükenmek bilmez tebrik mesajlarına, edebî ve politik eleştirilere ve sağlık sorunlarına göğüs gererek yaşamını her zamanki gibi sürdürmeye çalışır. Kalemi ödüller ve kendisine atfedilen rollerle sınırlandırılmayan, çalışkan bir yazarın yaşamıdır bu. Mektuplarda Bir Yaşam, ölümünün ellinci yılında işte bu çabaya nadide bir tanıklık. n Mektuplarda Bir Yaşam / John Steinbeck / Çeviren: Sevim Gündüz / Sel Yayıncılık / 512 s. KItap 136 Aralık 2018
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle