05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

JOHN STEINBECK’TEN “MEKTUPLARDA BİR YAŞAM” Övgü ile kaygı arasında Devrimci değişimlerin yaşandığı bir dönemde gelişen yazarlık kariyerinde John Steinbeck’in aldığı tüm virajlar, sanılanın aksine ne sadece politik ne de kişisel yaşamına dair kırılmalara dayanıyordu. Bu nedenle eşi Elaine Steinbeck ve yayıncısı Robert Wallsten tarafından, binlerce mektup arasından elenerek oluşturulan “Mektuplarda Bir Yaşam”, Steinbeck’in okurlarını en savunmasız ve çıplak hâliyle kucakladığı bir çalışma. mısra gökyıldız J ohn Steinbeck, ölümünün ellinci yılında kitapları, politik duruşu, sinema ve tiyatro alanında dönemine damga vurmuş eserleriyle yeniden edebiyat gündemine oturdu. Ancak bütün bunlara tezat oluşturacak şekilde gözlerden uzak ve tümüyle üretim odaklı yaşam tarzı, yazdıklarıyla otobiyografik süreçleri arasındaki bağlantıları güçlendiren ve hâlâ merak edilen bir olgu. Hayatı boyunca bu ilintiyi açığa vurmaktan imtina eden, çağdaşı birçok büyük yazarın aksine doğrudan kendi hakkında yazmayı ve yaşamını bir anlatı çerçevesine hapsetmeyi reddeden Steinbeck’in mektupları ise o perdeyi aralıyor. Kişisel hikâyesi yerine yaşamına damga vuran mekânları ve karakterleri metinlerine konu ederek yetiştiği şartlara, döneme ve çevreye dair bütüncül bir panorama sunmayı tercih eden, insanlarla çok gerçekçi biçimde özdeşleştiğini ve bunun yaşamını zenginleştirdiğini, yazma motivasyonunun da bundan ileri geldiğini keşfeden ve yazın hayatı için bir dönüm noktası kılan bir Steinbeck... Devrimci değişimlerin yaşandığı bir dönemde gelişen yazarlık kariyerinde aldığı tüm virajlar, sanılanın aksine ne sadece politik ne de kişisel yaşamına dair kırılmalara dayanıyordu. Bu nedenle eşi Elaine Steinbeck ve yayıncısı Robert Wallsten tarafından, binlerce mektup arasından elenerek oluşturulan Mektuplarda Bir Yaşam, Steinbeck’in okurlarını en savunmasız ve çıplak hâliyle kucakladığı bir çalışma. BİR YAZMA EGZERSİZİ Eline geçen her kâğıt parçasını minicik harflerle bezeyen, yazma disiplinine ölesiye kafa yormuş bir yazarın her gün kaleme aldığı satırlar dolusu mektup, kendisi için bir pratiğe, edebiyat dünyası içinse “John Steinbeck” adında bir lü Çizim: David Levine tufa dönüşür. Yazmak onun için mesleki bir uğraş değil, kendini gerçekleştirmenin yegâne yoludur. Kullandığı rahat üslup ve yazım kurallarına ısrarla riayet etmeyişi ise yazma işini bir tür sağaltım olarak gördüğünün kanıtıydı. Birikimini satırlara, belirlenmiş sınırlar içerisinde değil, taşkınca dökme eğilimindeydi: “Genellikle, basılsın diye bir şey yazmaya kalkarsan (...) tıpkı fotoğraf çektirirkenki gibi kasılırsın. Bunun üstesinden gelmenin en iyi yolu, yazdıklarını, tıpkı mektup yazar gibi birine yazmaktır. Ben öyle yapıyorum. Bu, yüzü belirsiz bir kalabalığa bir şey anlatma korkusunu yok ettiği gibi insanı âdeta kendinden kurtararak özgürleştirir” (1956). Telefonda ya da topluluklar önünde kendini ifade ederken hissettiği yetersizlik hissini belki de sayısı günde onu bulan mektuplarla kapatan Stein beck için yazmak, “ben”ini yitirdiği, yalınlığa evrilmesini sağlayan bir edimdi. Üniversiteden arkadaşı Webster Street için kaleme aldığı mektubunda şöyle der: “Özellikle senin düzenli yazıya, yazım kurallarını iyi bilmeye, her küçük haylaz virgülü yerli yerinde kullanmaya ilişkin görüşlerine yanıt vermek istiyorum. Sen bunun bir ‘biçim’ ve bir sanat olduğunu söylüyor, ‘basılmış sözcük’ten söz ediyorsun. Ben ‘basılmış sözcüklere’ ilgi duymuyorum. Yazı ya da baskı diye bir şey olmasa da yazmayı sürdürürdüm. Benim sözcükleri yazışım unutulmamaları içindir” (1929). Başarılı, ün sahibi, kanaat önderi bir yazar olma tutkusu taşımaz Steinbeck. Steinbeck bir “yazar”dır, bundan başka bir itki onu harekete geçiremez, “Kaleminin zihninin ürünlerinin hızına yetişemeyeceği korkusu”yla durmadan yazar. O bir “yazar”dır, bundan başka bir itki onu harekete geçiremez. “Kaleminin zihninin ürünlerinin hızına yetişemeyeceği korkusu”yla durmadan yazar. Onaylanmama kaygısını, ret mektuplarını, eleştirilme korkusunu hep yeni bir projeyle alt eder. Ömrünün sonuna dek birlikte yol alacağı edebiyat ajanları Mavis McIntosh’tan ve Elizabeth Otis’ten aldığı ilk mektup bu nedenle gözünü korkutur. O döneme dek yazdığı ve ardında bıraktığı kitaplarına, birçoğunu imha ettiği öykülerine ikilinin duyduğu heyecana ve övgülere anlam veremez. Çünkü ona göre “(...) övgüler bir sanatçı yaratmaz. Tam tersine, sanatçıyı öldürür. Bir insanın en iyi yapıtı, adının duyulması için çaba gösterdiği sıralarda yarattığı yapıttır. Kalabalıkların bir imza için bekleştiği zamanlar ortaya koydukları değil” (1931). Üçüncü eşi Elaine Scott’la hayatını birleştirene dek hissettiği ve üretim sürecinin bir parçası kıldığı yalnızlığı ve tamamlanmamışlık hissi, onu çalışmak için kamçılayan unsurlardan biridir: “Eğer kendini ve içinde bulunduğun durumu başkalarının seni tanıdığından daha az tanıyorsan zaten yazamazsın. Yazarlık temelde yalnız kalmaya yazgılı bir iştir ve böyle kabul edilmelidir. Eğer yalnızlığını yok etmeye çalışırsan, ister istemez etkisinin de bir bölümünü yok etmiş olursun” (1933). Yalnız insanları, nedenleri, yönelimleri, değerleri, dürtüleri, sevinçleri, doyumları, kendinden geçişleri, açlıklarıyla farklı birer yaratık gibi görür fakat onlar toplumun en geniş kesimini temsil eden kalabalıklardır. Kendisini ait hissettiği, metinlerinin temel taşı olan toplumdur bu. 1935’te George Albee’ye yazdığı mektupta kendini tartışmaya tümüyle kapalı biçimde şerh eder: “Benim yazdığım, hep bir arada olan iki şey, (insanın) kendine olan hıncıyla, kendine olan sevgisidir.” Böylece 1940’ların başından itibaren Cennetin Doğusu’nun temasını da oluşturacak konulara yönelir. Karalama kampanyalarından, Yahudi propagandası yapmakla itham edilip komünistlikle suçlanmaktan bıkmıştır. Dönem, İkinci Dünya Savaşı’nın ilk düzlüğüdür ve kurgusal temalarında politikadan adım adım uzaklaşırken hissettiği insani yükümlülük, Hitler tehlikesine karşı Roosevelt’i uyarmaya varacaktır. Bu durumu şöyle açıklar: “Bütün dünya şu sıralar hasta. Gelgitlerden oluşan göletlerin barındırdığı gerçekleri anlamak, Stalin ya da Hitler’i ve onların yandaşlarını, Demokratları, kapitalist karışıklığı, siyahi büyülerini anlamaktan daha kolay. Ben de bir şeyler öğrenebilmek için o daha kolay anlaşılır şeylere dönmek istiyor ve bana temel oluşturacak öğeler arıyorum. Yeni bir dünyanın eskisinin altından boy verdiğine ve >>yaralı bir tırnağın altında yeni bir tırnağın uzadığına çoktan beridir 12 6 Aralık 2018 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle