Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
DUYGU KANKAYTSIN’DAN “RAĞMEN” ‘Şiir hayat gibi canlı’ Duygu Kankaytsın, beş yıl gibi uzun sayılabilecek bir aradan sonra gelen ikinci şiir kitabı “Rağmen” ile okurların karşısında. Kankaytsın’la şiirlerini ve şiir dünyasını konuştuk. vedat arık melisa bulut R ağmen, şiir yolculuğunda ikinci kitabın. İlki, 2013’te yayımlanan Hayatçağıran’dı. Araya beş yıl gibi uzun bir zamanı almışsın. Bu beş yıl senin için nasıl geçti? Bu süreçte Rağmen’i besleyen ne türden duygu duraklarıyla yüzleştin? n Tıpkı Rağmen gibi Hayatçağıran üzerine de ilk konuşmamızı Cumhuriyet Kitap’la yapmıştık. Bu zaman içerisinde diyalojik ilişkiler ile monolojik ilişkimi gözden geçirdim. Muktedir olandan çok olmayanın kayıtsızlığında dünyayla ilişkimi yeniden inşa etmeyi denedim. Edebî bir miras olarak çatışmanın gücünden günbegün beslendim. Hem önsözüm hem sonsözüm olsundan vazgeçtim. Rağmen, önsözümü denedim. Rağmen’de yer yer karakter oldum, yer yer karakterler oluştu. Bendeki Babil Laneti’nden başlayarak dünyaya baktım. Büyük Öteki’den yersiz yurtsuz bir Duygu’ya... Kitsch şiirim böyle tezahür etti: “Boş sayfanın kadimliğine... // Ben Duygu Kankaytsın” diye bir terennüm. Şiir, atılmışlığın, yersiz yurtsuzluğun, kendine dayanamama hâlinin bir bedeni değil midir? Dünya yanlış yola girebilir mi ki derken, ben’ler yanlış yolda olmasın mıydı? Bilinçdışımın dışavurumunu performatif bir süreç olarak izledim. İşte tam da tekinsiz bir duygu durağıyla yüzleştim. Çok kere bozuldum. Deforme oldum. Duygu paletimdeki her renk karşıt bir renk kusmaya başladı. Özellikle kitabın ilk bölümü Sağır Leyla’daki şiirlerin akışındaki gibi. Barthes’ın “dil kendi kendisine dokunarak doyuma ulaşır” dediği yerden cüret ettim benleri olan senler için. n Rağmen’deki şiirlerin arasında dolaştığımızda bir acılar coğrafyası hikâyesiyle karşılaşıyoruz aslında. Bu hikâyeyi anlatmak istemendeki nedenleri öğrenebilir miyim? Günün dertleri, kaleminden dökülecekleri, dökülenleri nasıl etkiliyor? n Terry Eagleton’dan mealen söylüyorum; şiirin ne anlattığından çok ne yapmaya çalıştığı bahsi beni esas itibariyle ilgilendirir. Şiirin ‘ne yapmaya çalıştığı’ bahsi bizi alımlayıcıya havale eder. Şiir okuru, metni okumaya yahut dinlemeye başlar başlamaz bir performansın içindedir artık. Ama buradaki icra, edenin değil, gözlemcinin icrasıdır. Senin karşılaştığın “acılar coğrafyasına” da biraz buradan bakarak söyleyeyim. Nusaybin’den evlerimize sızan kan yahut Soma’da babasız kalan onca çocuk nasıl uykumuzu kaçırmaz? “Bir çocuk oyununa Soma’ya gidiyorum... İçinde hiç baba yok.” Dil, Nietzsche’de hakikate giden yoldur. Bu yol kişinin dünyasına göre renk alır, konumlanır. Bende de bunlar majör dilden kurtulmaya başladıkça giderek etki alanını genişletti. Senin deyiminle dökülecekleri, dökülenleri de. “YUVARLANIP DURAN TAŞ OLMAK” n Bu şiirleri aynı çatı altında toplayan, duygu ve ses bütünlüğünden de konuşalım mı bu bağlamda? n Diyalojik ve monolojik söyleşimi iç içe barındırdığını düşündüğümde aynı çatı altında toplanma durumu çok sesli bir enstrümanın renklerini yansıtabilir. Sözgelimi tekrarlanan dizeler bu çağrışımlarla doludur. Aynı dizeler farklı şiirlerde ayrı ayrı mevzilenirken aynıya gelme duygusunu hatırlatır. Bunu taammüden mi yaptım, bilmiyorum. Bilinçdışımın daha fazla açığa çıkmasını istemem. Ama “yuvarlanıp duran taş olmak” tekrarlanan dizelerden biri. n Rağmen’de toplanan şiirlerin belki açık seçik politize hâlleri yok senin de bunu isteyeceğini sanmıyorum zatenama bir dertleri olduğu açık. Bu derdi anlatmak ister misin? n Evet, çok iyi saptadığın gibi, şiirlerin açık seçik politize hâlleri yok. Ancak şiir politik’i içerir ve bu şiirler de. O bakımdan bu soru biraz gevezelik etmeme izin versin. Civan Canova, eski Yunan efsanesindeki Niobe’yi, kendi uzamına uyarlayarak bir kadın etrafında evrenin anlamını sorgular. Niobe, Tanrıça Leto ile doğurganlık konusunda üstünlük yarışına girer. Niobe’nin kibri sonucunda ölümsüz Leto, ölümlü Niobe’nin bütün çocuklarını öldürtür. Acılar içindeki Niobe, Tanrı Zeus’tan onu bir taş yapmasını ister. Zeus da onu kaya biçimine sokar. Bu, Yunan miti olması çekiciliğinin yanı sıra evrenin ve insanın ontolojik sorununa ilişkin çarpıcı bir oyun metni özelliği taşır. Benim ilgilendiğim kısımsa: İnsanın kendisini sorgulaması aracılığıyla evrenin sorgulanmasıdır. Kitaptaki şiirlerin derdini hatırlayarak anlatma biçimimi anlatmış olayım. “POLİTİK VE İÇ İÇE” n Günün şiirine ilişkin bakışını da merak ediyorum... Eskisinden çok farklı toplumcu bir damar oluşuyor ve Rağmen’deki şiirlerin de bunun bir yansıması gibi. Katılıyor musun? n Toplumcu damar yahut bireyci damar şiire haksızlık gibi geliyor bana. Şiir hayat gibi canlı, hastalıklı, kaotik, cıvıltılı... Hayat gibi politik ve iç içe. Seyhan Erözçelik’in “gülleri de eskittik // zaten artık almıyoruz” dizesini hem toplumcu hem bireyci bir yerden okumak mümkün değil midir? Kesinlikle katılıyorum: Eskisinden çok farklı damarlar oluşuyor, oluşmakta. Öyle olmalı. Rağmen’i de böyle bir yerden okumuş olmana çok sevindim. Günün şiirine ilişkin kısma gelirsem: Şiirin katartik işlevi hâlâ devam ediyor mu? Dünya ölçeğinde cevaplamaya çalışırsam döneminin önüne geçecek kavrayış, arayış ve yaratıcılıkta şairler var, elbette. Bu da dönemi iyi koklamak, tükettiğini fark ettiğinde bunun dışına çıkmakla ilgili. Daha önce başka bir yerde daha söyledim ve yazdım bunları. Tekrarlamakta beis yok: Yazılmışları yeniden keşfetmiş gibi değil, onları yeniden inşa etmenin istenci günün şiirini belirler. n ‘Jiyan’dan da konuşalım; kitabın yarısını kaplayan ağıdından. ‘Jiyan’ı sana yazdıran yükü anlatabilir misin? Chagall, “Herkes doğduğu odayı anlatır,” der! Senin doğduğun “oda” ile ‘Jiyan’ın doğduğu “oda”nın nasıl bir kesişimi var? n Jiyan, ilk olarak kısa oyun metni biçiminde yazıldı ve sahnelendi. Sonra şiir olarak yazmak istedim. Bu benim açımdan, metinlerimle kendime, bir metinlerarasılık deneyim yaşatmaktı. Bir metnin başka bir dile çevrilmesi gibi. ‘Jiyan’la sahneden şiire bir yazım deneyimi yaşadım. Benim yazdığım ‘Jiyan’da bir kız çocuğunun uykusu öldürüldü. Chagall’ın sözüne ilişkinse şunu ekliyorum: Yan odalarımız da doğduğumuz odalar kadar önemli. Yan odalar ayrıca bize hiç uzak değildir. Doğduğum odanın dışında yan odaları da duymaya çalıştığımdan ‘Jiyan’ı yazdım. n “Omzunuzun üstünde binlerce hayalet” diyorsun bir şiirinde. Bu “binlerce hayalet”in sana fısıldadıklarından sana kalan ne oldu? Dahası; okuruna kalan ne olsun istersin? n Bu dize köklendiğim yerden bir üflemeydi sadece. Oranın neresi olduğunu okura bırakıyorum. Artık bende bir şey kalmadı. Başka şeyleri yazmaya başladım. Okura kalan ne olsun sorusunun cevabını veremem. Kalan bir şey –haniolursa, ne güzel. n Rağmen / Duygu Kankaytsın / Kırmızı Kedi Yayınevi / 60 s. 4 13 Aralık 2018 KItap