04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

FARUK DUMAN’DAN “SUS BARBATUS! ‘Biz doğayız!’ Faruk Duman, yeni romanı “Sus Barbatus!” ile 1979 kışında, Ç. ilçesinin dondurucu kışında geçen, domuzuyla, kurduyla, kartalıyla acımasız doğasıyla canlanan bir hikâyeye davet ediyor okurunu. Duman’la yeni romanını ve yazdıklarının doğayla ilişkisini konuştuk. Eray ak [email protected] Y azı yaşamınız öyküyle başladı fakat son yıllarda daha çok romanla anar olduk adınızı. Arada bir denemelerinizle de merhaba diyorsunuz ayrıca. Pek çok tür arasında geziyorsunuz yani. Bu türler birbirini ve yazı dilinizi besliyor mu? Yoksa her tür, her eser kendi yolunu mu size gösteriyor? n Evet, öyküyle başladım, romanlar, denemeler geldi ama hepsi birbirinin içinden doğdu. Bir şey yazmadan önce, onu basılı görünüşüne kadar hayal ederim; adı, kapağı, hacmi... Nerede duracağını da düşünürüm; o yapıta neden gerek olsun? Ne işime ve benim bakış açımla edebiyatımızın ne işine yarayacak? Yıllar önce, Adasız Deniz’deki “Cer Denemesi”ni yazarken, hem trenler hakkında ilkel bilgiler vermek hem de biyografik bir anlatı oluşturmak istemiştim. O zaman buna uygun yazı biçiminin deneme olduğunu görüyorsunuz. Dolayısıyla, türü ne olursa olsun, tek bir anlatının parçalarını yayımlıyorum. Baykuş Virane Sever’deki öykülerden “Zürafa”nın geçtiği yer, Barbatus’un ormanlarıdır. Aynı biçimde, “Çıvgın” da bu romanın bir önanlatısıdır. Ama onların bağımsız olması gerekiyordu. n Fakat kaleminizden her ne okursak okuyalım, bir Faruk Duman metni içindeysek sadece Faruk Duman okumuyoruz; o kesin. Masallar, söylenceler, seyahatnameler ve daha pek çok kadim eseri de bagajınız olarak sırtınızda taşıyorsunuz. Bu türden metinler yazın yolculuğunuzda ne ifade ediyor size? Bitmez besinleriniz diyebilir miyiz? n Elbette. Benim “genetik” kaynaklarım, diyelim. Biliyorsunuz, Evliya Çelebi’nin içinde vampir hikâyeleri vardır. İbni Battuta da fantastik hikâyeler anlatır; onun seyahatnamesinin içinde Yüzüklerin Efendisi’ni andıran yerler bulunur. Eski edebiyatımızın büyük bir ansiklopedi olduğunu söyleyebiliriz. ali altuntaş Binlerce ciltlik. Tarihler de dâhil. Yani tarih, seyahatname ve şiir, bunlar arasında keskin ayrımlar yoktur. Anlatı sürekli ve sürükleyici bir dönüşüme açıktır. Benim sevdiğim yanım, bunlardan özgürce yani bir uzmana dönüşmeden yararlanmam. n Yeni roman Su Barbatus! da örneğin her şeyden önce bir masal. Ancak anlatım olanaklarından sonuna kadar fayfalanmaya çalışan “başka” bir masal. Özellikle öykülerinizde kural yıkıcı bir dil kullanımınız var. Romandaki dil ya da dil arayışınız üzerine konuşalım mı bu bağlamda? n Bence masal değil. Modern bir roman Barbatus. 12 Eylül öncesinin bir köyünü anlatıyor. Aydınlarla, devrimcilerle halk arasında yaşanan iletişim kopukluğunu gösteriyor. Ama aynı zamanda ahlak ve dil sorununu da... Şimdi, dilin yarattığı izlenimle gerçekte anlatılanı karıştırmamak gerekiyor bence. Dile gelince, benim tek bir dilim var, bu konuşma diline yaslanıyor, bütün masal imajı da oradan kaynaklanıyor. Bu romanın öbürlerinden farkı daha geniş bir alana yayılması, kahramanların panoramik görüntüsü, öykülerdeki ve öbür romanlardaki dili klasik serüven romanlarının kurgusuyla birleştirmeye çalıştım. “EN İYİ ANLATABİLECEĞİM ŞEYİ ANLATACAKTIM” n Yeni romanın karasularına girdik böylelikle. Ama romanı konuşmaya isminden başlamak gerek diye düşünüyorum: “Sus Barbatus!”. Bir yaban domuzu türü Sus Barbatus. Hikâyesini anlatabilir misiniz bu ismin? Özellikle de sonundaki ünlemin... n Ben hayvan, böcek çizimleri yapmayı seviyorum zaman buldukça. Bir süre önce, Köpekler İçin Gece Müziği’ni yazarken, bu kadar hayvan anlatısı yazıyorum, bunlara bir isim vereyim, diye düşünmüştüm. O zaman yanlış hatırlamıyorsam önce bir tavşan için düşünmüştüm. Sonra Latincesini buldum: Lepus Europaeus... O zaman Sus Barbatus!’u bir kenara not etmiştim. Sonra, birkaç sene önce Artvin’de, köylerde dolaşırken köylülerden Kenan’ın hikâyesini dinledim. Adam feci yoksuldur ve bir kış vakti bir domuz avlamaya karar verir. Onu yazmaya karar verdim. Yani romanın adını önceden koydum... Ünlem tabii oradaki Sus’u Türkçeleştiriyor. n Peki, bir yaban domuzu ile yolculuk fikri nasıl doğdu? Sanıyorum gerçeğe yaslanan bir hikâyesi var... n İşte tabii, Kenan domuzu vurduğu zaman üzüldüm. O zaman roman birden yön değiştirdi ve domuzu hayatta tutmanın bir yolunu aradım. Barbatus’un ruhunun ortaya çıkmasına karar verene kadar üçdört ay defterlere dokunmadım. Yolculuk daha sonra. Herhalde burada asıl yolculuk benim bütün bu kahramanlarla olan yolculuğum oldu. Romanı yazıp yayınevine teslim ettikten sonra onları bir yerde unutmuş kadar oldum. Ama belki de bir roman yazmanın güzel tarafı bu; işte yazdınız bıraktınız ama biliyorsunuz ki orada, hiç eskimeden, değişmeden, sonsuza dek sizi bekleyecekler. n Özellikle son dönem yazdıklarınızda doğanın kendisi de bir başka kahraman olarak metinlerin içinde dolaşmaya başladı. Sus Barbatus!’ta da durum böyle... Bu doğa parantezi nasıl açıldı dünyanıza, yazdıklarınıza? Bu doğayla iç içeliğin metinlere nasıl bir katkısı olduğunu düşünüyorsunuz? n Bir katkısı olup olmadığını bilemem >>ama benim zihnimi dolduruyor. Her yazarın bir zihin evreni vardır, 14 13 Aralık 2018 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle