25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OXANA TIMOFEEVA’DAN “HAYVANLARIN TARİHİ” Sınırları yıkan ‘serkeş’ Oxana Timofeeva, insanlık tarihini hayvanların tarihi üzerinden okuyup bunun felsefe, sosyoloji ve edebiyattaki yansımalarını ortaya koyan bir akademisyen. “Hayvanların Tarihi” isimli kitabında Timofeeva, insan ile hayvan arasındaki tekinsiz ayrıma işaret ediyor. ali bulunmaz alibulunmaz@cumhuriyet.com.tr A ristoteles’in, insanı “politik hayvan” diye tanımlaması her dönem tartışıldı. Çünkü genel eğilim, “insanı hayvanlardan üstün kılan nitelikleri” öne çıkarmaya dayanan felsefi görüştü. Buna göre hayvan, insanın yaşamının devam etmesini ve konforunu sürdürmesini sağlayan bir araçtı, hatta hayvanlar üzerinde hâkimiyet kurduğuna inanan insan, kendi noksanlıklarını bu yolla örtebileceğini düşünmüştü. Mevcut pragmatik bakış açısını veya düşünceyi değiştirense içinde belli oranda düzen ve sınır barındırmakla birlikte varlığın tüm düzeylerinin birbiriyle bağlantılı olduğunu ifade eden söylemdi. İşte Aristoteles’in, insanı hayvandan hareket ederek tanımlamasının altında bu yatıyordu biraz da. Doğa felsefesi uzmanı ve hayvan çalışmalarıyla adından söz ettiren Oxana Timofeeva, insanlık tarihini hayvanların tarihi üzerinden okuyup bunun felsefe, sosyoloji ve edebiyattaki yansımalarını ortaya koyan bir akademisyen. Hayvanların Tarihi isimli kitabında Timofeeva, insan ile hayvan arasındaki tekinsiz ayrıma işaret ederken hayvanların da bir tarihi bulunduğunu, dahası onların tarihsel maddiliği olduğunu söylüyor. PATOLOJİK BATAKLIK Uzak geçmişte dünya hayvanlara aitti. İnsan, belini doğrultup doğayla mücadeleye girişince hayvanlar yavaş yavaş göz önünden çekildi. Bu kimi zaman evcilleştirme yöntemiyle kimi zaman, John Berger’ın dediği gibi “hayvanat bahçeleri”yle gerçekleştirildi. Timofeeva’nın ifadesiyle gündelik hayattan el çektirilen hayvanlar “sanatta, kuramda ve görsel kültürde” yer almaya başladı. Söz konusu ötelemeyle birlikte insanın hayvandan “daha iyi” diye nitelenmesi karşısında yazar, “felsefe tarihini hayvanların tarihi olarak okumayı” öneriyor. “Hayvanda kendisini tanıyan insanın benliğini ondan ayırmaya başlaması”, aslında bir yanlış anlamaya denk geliyor. Üstelik bu, insanmerkezci ve türcü söylemi harekete geçirip hayvanın tarihi maddeselliğini ya da özgüllüğünü dışlamaya kadar varıyor. Timofeeva, insanlar ve hayvanların kâinatın muhafazasıyla meşgul olduğunu, bu sırada birbirlerinden etkilendiğini söylüyor. Ancak ortada önemli bir sorun var: Söz konusu düzen, “insanlar tarafından tesis edilmiş değildir ama insanlar kendisini bunun ölçüsü olarak görür. En nihayetinde, kendince herkes pek insanca görülen belli kanun ve yasaklara hâlihazırda riayet eder.” İnsanların, hayvanları hiyerarşik açıdan kendisine tabi kılma çabası, Timofeeva’ya göre kölelikle eşdeğer; Timofeeva, hayvanın devredilebilen haklarının “hayvanlara ve diğer ‘ötekiler’e bahşedilen hakların resmî ideolojisinin çirkin yüzü” olduğunu, sanatsal temsil ürününe dönüştürülen hayvanın yüceltilip insanın elinden yine insan tarafından kurtarıldığını söylüyor. “köleler, özgür insanlar aracılığıyla en üstün iyinin parçası oluyorsa hayvanlar da bunu insanlar aracılığıyla yapar.” İnsan dünyasına dâhil edilen hayvanlara ahlak yasasının dayatılması, onların dışlanmasının başka bir şekli. Diğer bir deyişle hayvanın, kolayca “doğal öteki” hâline getirilip katledilmesinin önü açılır. Dolayısıyla hayvanın devredilebilen haklara sahip olması, Timofeeva’ya göre, “hayvanlara ve diğer ‘ötekiler’e bahşedilen hakların resmî ideolojisinin çirkin yüzüdür.” Sürecin sonunda hayvan, sanatsal temsil ürününe dönüştürülerek yüceltilir ve insanın elinden yine insan tarafından kurtarılır. Tabii bu durum, hayvanların insanlar gibi yargılanmasını, suçlanıp aforoz edilmesini engellemez. Adı geçen eylemler, hayvanların aydınlanmış ve akılcılaşmış dünyanın dışına itilmesi, hukuki anlamda “şey” muamelesi görmesine kadar varır. Zekâ sahibi olmadığı için hayvanların yargılanamayacağını savunan “hümanistler”, yazarın deyişiyle “insana özgü meziyet yoksunluğu nedeniyle” onları dışlama paradoksuna düşer. Kısacası insan, kendisini hayvanlardan üstün görme gibi hem teolojik hem de felsefi argümanlarla destekle nen patolojik bir bataklığa saplanır. “HAMARAT” VE “CÖMERT” DEVRİMCİ Delilik ile insanın hayvanî doğası ara sında bağ kurulması, az önce bahsi geçen patolojik bataklığın bir parçası. Hayvanların tecrit edildiği “bahçeler”deki ıslah sistemi, “deli” diye nitelenen insanların kapatıldığı mekânlardakine eşdeğer. Timofeeva’nın ifadesiyle “delilik karşısında klasik aklın üstün gelişi”ne benzer biçimde hayvanın kapatılması, “insanın güvenliği için gerekli görülür.” Bu, Foucault’nun “asayiş meselesi” tarifindeki tecridin hayvanlara uyarlanmış biçimi ve bir iktidar meselesidir. Yazar, işlerin bu noktaya gelmesine yol açan Descartes’ı ve Hegel’i eleştirirken konuya ahlaki, estetik ve politik bir pencereden bakıyor. Öte yandan, Kojéve’nin zamanın başlangıcı söylemini anıyor yazar; düşünüre göre “tarih, hayvanlardan biri insana dönüştüğünde başlar.” O güne kadar ağır basan ontolojinin yerini antropoloji alır böylece: Arzusu henüz var olmayanla ilişkili insan, arzusu şimdi’yle ilintili olan hayvandan ayrılır. Tarih, insanın başkaları tarafından anlaşılması için yürüttüğü prestij savaşına evrilmiştir bu temel ayrımla birlikte. Sonradan bu hipotezini değiştiren Kojéve’ye göre, “tarihin sonunda insan yeniden hayvana dönüşecektir.” Bunun olabilirliğini kavramak da bir hayvan olan “bilge insan”a düşer. Timofeeva, hayvanın “eksik var oluş”, “yoksul akraba”, “suskun yoksul” ve “başka insan” diye tanımlanmasındaki felsefi sıkıntıları ortaya koyup Platonov’un bu “zayıf tözden” türeyeceğini söylediği “hamarat” ve “cömert” devrime getiriyor lafı. Başka bir deyişle yazar, Platonov’un mutluluğu gerçekleştirme tutkusunu harekete geçiren “devrimci hayvan”ına gönderme yapıyor. Dahası, Kafka’nın ve Benjamin’in, insanlar ve hayvanlardan oluşan büyük aile söylemini anımsatıyor. Ardından söz dönüp dolaşıp Minerva’nın Baykuşu’nun dramına ve hakikate geliyor: “Minerva’nın Baykuşu, umutsuz hayvanlığımızın son umudunu gerçekleştirebileceğimiz yer olan ‘terra utopia’ya açılan kapıların çoktan kapandığını keşfeder ve bu kapılarda şöyle yazar: ‘Hakikat. Hayvanlar giremez.’ Ama hayvanlar, hakikatin kapılarından girmenin yasak olduğunu bilmez. Kapılar onların umurunda değildir. Bu sınırı belirtmek için nereyi çitle çevirirsek çevirelim ‘tek gerçek serkeş’ hayvan o sınırı yasadışı yoldan aşacaktır. Ne de olsa giriş kapısı yalnızca oradan geçme izni olmayanlar için anlam ifade eder.” Timofeeva’nın, adını Aristoteles’ten ödünç aldığı çalışmasına neden ‘Felsefi Bir Deneme’ dediğini bu sonsöz sayesinde daha iyi anlıyoruz. Yazar, göz önünde duran ama ısrarla ötelenen hakikati tartışarak hayvanların hakkını teslim ediyor bir anlamda. n Hayvanların Tarihi / Oxana Timofeeva / Çeviren: Barış Engin Aksoy / Kolektif Kitap / 230 s. 10 13 Aralık 2018 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle