Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Latife Tekin anlatısı; yeniden... msaslankara@hotmail.com www.sadikaslankara.com Arayışlarını yazınsal serüven duygusuyla sürdürüp büyülü dünyasıyla dikkati çeken Latife Tekin, Türkçede anlatı kurmayı başaran az sayıdaki yazardan biri. Bu kez yeni yönelişlerle geliyor önümüze. Birbiri içinden geçtiği aynalar eşliğinde… U nutulmaz romanlarla yazınımızı sarsmış, anlatısındaki kendine özgü yapıbiçemle bir yandan Türkçenin nefes eşiğini genişletip soluk aralığını açmış, öte yandan yaptığı edebiyatla, gerçekleştirdiği bir tür özleme hüneriyle, adına kavramsallaştırma diyebileceğimiz yaklaşım biçemine dönük çağıltılı zenginlik de üretmiş bir imza: Latife Tekin. Memet Fuat’ın büyük “değer” öngörüsüyle yayımladığı ilk romanları benzersiz Sevgili Arsız Ölüm (1983), Berci Kiristin Çöp Masalları (1984) adlı yapıtlarından otuz beş yıl sonra Latife Tekin, Can’dan iki romanla geniş okur kitlesinin önüne geldi: Sürüklenme (2018), Manves City (2018). Yine bakışımlı roman evrenleriyle, okuru çevirip adamakıllı kuşatan büyük anlatıcılara özgü yüksek uçuşla, kendini yine lemeye gönül indirmeyen tutumla, gözü ufukta hep arayışlar peşinde mantıkla. Nitekim roman ikilisinde Latife, teleskopik bakışını mikroskobik yaklaşımla yoğuruyor yanı sıra artık bizi tutsak almış bir tür sarmal ahlaksızlığa yoğunlaşıp odaklanıyor. Gelin şimdi romanlardan içeri girelim, kısa gezinti yapalım her ikisinde… “SÜRÜKLENME”… Adı üzerinde, yalnız bizim değil tüm dünyanın sürüklendiği, kendisini sürüklenmekten bir türlü kurtaramadığı eğik düzlemde, uçurumun kıyıcığında âdeta mucize bekleyen kum tanecikleri… Kendini görmeyi, kendi iç dünyasına dönmeyi bir türlü beceremeyen bizler yani. Her biri yüksek idealler peşine takılmış, oradan oraya savrulurken akan zamanın çemberinde pişmanlık sosuyla âdeta kendi geçmişinden öç alırcasına, bunu Latife Tekin adımlayıp idealist evresini süpürmüş insan robotlar. Örgüt yoluyla elde edilen paraların süreç içinde İngiltere’den Rusya’ya, Almanya’ya “kurt kanunu” çerçevesinde yürüyen ticari ilişkileniş zincirine dayalı halkalarıdır artık yaşanan. Ancak “sürüklenme”, bir sürükleniş eylemi değil diyalektik ilişkileniş olarak alınmak zorunda yine de. Çünkü sürüklen/ sürüklenme çelişkisiyle çatışkısının yarattığı bir dinamizm söz konusu bu yöndeki anlam yatağında, her ne kadar buna ÖYKÜDENLİK... Yusuf Nâzım; “Leyla’yı Beklerken” Y usuf Nâ0zım’ın Kızak (2012) adlı ilk öykü kitabını okumuş değilim, ikinci öykü kitabı Leyla’yı Beklerken (İnkılâp, 2017), “anlatan”, “hikâye eden” yapısıyla öne çıkıyor. Buna karşın film öyküsü tadıyla düzeyli sinematografi eşliğinde usulca kaydığını da ekleyeyim öykülerin. Ancak Yusuf, bu öykülerde örtüklük, eksilti, sıçrama türünde anlamlandırmaya dönük açılımlara gereğince yer vermediğinden, evreni, karakterleri açısından hep yazara bağlı kalıyoruz. Öyküler, şaşırtmacalı sonlarla Yusuf Nâzım hoplatılmaya çalışılsa da bizi kendi dar hendesesine bağlı tutuyor bu nedenle. Oysa yazar, dolgu gerekirliği yönünde ustalıkla yığma ayrıntı istiflese de bunlar bir ölçüde hantallaştırıp ağırlaştırıyor anlatısını. Okur da öğretmenin ağzına bakan öğrenciye dönüşüyor âdeta. Yazar, öyküyü bilmiyor değil. Bu çok açık, örnekler bunu gösteriyor. Sözdizimlerinde onca ustalık yansıtan tutumuna karşın olan biten ne varsa bunları büsbütün anlatan konumda, yazar olarak okuru baskılaması, öykünün havalanıp rahatlamasını engelliyor. Ayrıca dramatik dolantıların kimileyin melodramatik uçlara doğru uzandığı da dikkati çekmiyor değil. Öykü, hikâye temelinde anlatı olarak da kurulabilir kuşkusuz. Ama o zaman okur, yaratıcı etkinliği yazara terk ediyor enikonu. Bundan yazarın, siyasal öykülemeye dönük tutumu da zarar görüyor . Bunları doğurtmak yerine vazeden kalem olarak kalıyor çünkü. Yine de duygu dünyamızda hep yeri olacak hikâyeler. n www.sadikaslankara.com, her perşembe öyküroman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor. “sürüklenme coşkusu” (s. 28) denilse de ironik göndermeyle. Evet, bunlar söylenebilir, romana girişte. Şamanik arabacı Çaredar’ın uyarısı yönünde. Peki, yakınınca “Asistan” olarak anılan anlatıcı, sonradan “Karaca”lar gezen bu coğrafyaya yeniden dönüp Çaredar’ı bulabilecek midir? Konservatuvardan ayrılmış anlatıcı ağzından kurgulayıp yapılandırdığı romandaki damarla ilginç açılım getiriyor yazar. Anlamsal derinlikler, usçu temelde bir yabancılaştırmanın önünü açan anlık kesiklikler, anlatıya başka boyutlar kazandırmakta gecikmiyor. Doğayı, o en büyük anaya duyduğu sarsılmaz inançla, her zamanki gibi nefes kesen yeni, farklı bir anlatıyla yansıtıyor bize yazar. Sürüklenme’deki anlatı anaforuna Latife, böyle çekiyor okuru sonra tutup elimizden, mikroskobik yaklaşımla oradaki coğrafyaya, “Manves City”ye indiriyor. “MANVES CITY”… Sürüklenme’nin teleskopik bakışından sıyrılıp işçi barakalarıyla örülü, aşılmaz duvarlar ardında âdeta kıyma makinesinden geçirilen, sendikasızlaştırılmış işçileri, fabrika eğretilemesiyle Manves City’ye, Erice’yle çevresinin “sürüklendikleri çaresiz nokta”ya geçiyoruz. Çok daha derin bir yüzleşmeyle lamın altına yatıyoruz. Yerlisi göçmeni, yurtlusu çulsuzu tümüyle “üveyi” olan insan harmanı Erice, “geçmişle gelecek arasında bilinmedik bir zamanın içine kadar çekilmiş(tir),” (s. 75) artık “ne Yağderesi kalacaktı(r), ne Pırasa Ovası, ne Erice. Dağlardan denize Enerji Şehri” (s. 87). “Manves Barajı tüm o bereketli vadiyi yut(muştur)” (s. 59). Bir Ömer Lütfi Akad filmi havasında bu batak içinde boğulmamak için debelenen Nergis’le Ersel’in öyküsü ardında izlemek / okumak da olası romanı; “yaşayamadıkları baharların hasretini duya(n)”, “çocukluk sevdası” içindeki ikili, bir türlü buluşamasalar da adını koyamadıkları bir aşk, dostluk vefa duygusuyla bağlıdırlar birbirlerine. Ama “kalpleri için için yanarken sesleri, dilleri soğumuş(tur)” (s. 81, 64, 50). “İşçiler arasında yazıp konuşmasıyla, hak arayıp sormasıyla isim yapmış” Nergis, bir drama merkezinden geçip blog açmış, sonrasında Erice Postası’nda köşe yazıları yazmaya koyulmuş” (s. 29 28) çağdaş bir işçidir. Sendikacı babanın oğlu Ersel’se pek konuşmayan, önünü ardını düşünmeden yiğitçe ortaya atılan, suskunlukların da etkisiyle başı beladan bir türlü kurtulamayan bir delikanlıdır. Ne ki bu coğrafyanın insanları ya donmuş halde şiddet yanlısıdır ya da psikolojik tedavi altında. Bu durum, Sürüklenme’de de gözlenir zaten. Farklı derinlikte, debisi yüksek, birbirine çalım atan şaşırtıcı, çarpıcı bir ikili getiriyor önümüze Latife Tekin bu romanlarıyla. Nitekim sürekli eylem aktarıp olayilişkileniş halkasına dayalı anlatıma karşın yazar, okurda yoğun bir anlam dağarı oluşturabiliyor. Okuru kendine özgü kesikli tümce kuruluşu, yoğun dokulu anlatımıyla roman evrenlerinde âdeta balonla uçuruyor. Sonra yakası açılmadık anlatımlar, ilk kez Latife’nin ortaya çıkardığı nice dil şavkımaları. Günümüze sunulmuş, okunması gereken birer ağıt roman Sürüklenme, Manves City. Kaçırmayın. n 24 13 Aralık 2018 KItap