Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ÖYKÜDENLİK... msaslankara@hotmail.com www.sadikaslankara.com Oyunlarla yaşamak Birer Zümrüdü Anka’dır her oyuncu. Nice yaralansa, yakılıp yıkılsa da bir yolunu bulur, küllerinden doğabilir yeniden. Tiyatromuz, şimdi öylesine zorda ama yine de ülkenin her yerinde oyuncusuyla yeniden filizlenip tomurcuklanaçiçeklene katmerleniyor… H er yıl mevsim başında, bir biçimde tiyatromuza da yer açıyorum. Bu kez bir romanla öykü kitabını alacağım eşlik için. Çünkü her iki yapıtta da oyuncularıyla ayağa kalkıp yaşam bulan birer oyun barınıyor kımıl kımıl canlılıkla. Zaten oyun, yalnız insanoğlunun değil hayvanı, bitkisi her canlının yaşam türbini. Kendi payıma canlıcansız tüm varlık âleminin de oyunlarla süregiden bir döngüde yaşam bulduğunu düşünürüm öteden beri. Nitekim su, ısı, ışık, rüzgâr, ritim, dalga, yankıma gibi paydaşlarla karşımıza çıkan oyunlarda cansız varlıkların ne tür serüvenlerden geçtiğini gözlemiyor muyuz hep? O hâlde kendimizi de aslında kökence oyun hamurundan doğmuş birer canlı bağlamında alabiliriz pekâlâ. Nitekim aşağıda sözünü edeceğim iki yapıt, bu olgunun birebir göstereni konumunda bana göre. Öyleyse sözü uzatmaya ne gerek? ÖYKÜROMAN EVRENİNDE TİYATRONUN AYNASIYLA DOLAŞMAK… İrfan Yalçın’ın Aşağıdakiler (h2o, 2018) adlı romanıyla Handan Gökçek’in Katre (Delidolu, 2018) adlı öykü kitabı, bizi okur olarak romanla öykü dünyalarında gezindiriyor elbette. Ama romanın yanı sıra sahne oyununda, öyküler arasında da “BEBEKler” aracılığıyla bir tiyatral gösterinin dolantılarında geziniyoruz eksiksiz biçimde. Tiyatro eşliğinde yapılan gezinti, bizi romanla öyküdeki ana anlatıdan koparmıyor. Ama doğrusu ya, tuttuğu, gezindirip bambaşka prizmalardan geçirdiği ayna aracılığıyla çok farklı tat, algı şöleni sunuyor aynı zamanda. İrfan Yalçın Gerçekten de okur olarak, sahne oyunlarıyla değil ama okumaya dayalı alımlamayla bu çok boyutlu ayna içinde gezinsek de bunun farklı bir etkimeye yol açtığını teslim etmeliyiz. Ancak burada, romanın ya da öykünün tiyatroyla buluşması olgusunu, bir türsel dönüşüm gibi algılamamak gerekiyor. Böylesi bütünlenmede bir başka işleve de değinmek gereği duyuyorum. Bizde oyun metni okurluğu, özellikle son birkaç on yılda açılan çok sayıdaki güzel sanatlar fakültesi tiyatro bölümü öğrencileriyle bir ölçüde artsa da genelde bu metinlere dönük okur sayısı biliniyor. Özellikle İrfan Yalçın’ın Aşağıdakiler adlı romanı, oyun metnine dönük ilgiyi de artırabilir diye umutlanıyor insan. O hâlde girelim andığım yapıtlardan içeri… İrfan Yalçın; “Aşağıdakiler”… Yaşları artık alabildiğine ilerlemiş, “el değse dağılacak” (s. 4), öylesine yaşlı tiyatrocu çiftin, bir kebapçının sahiplenmesiyle ücretsizsüresiz konakladığı, ama farelerin cirit attığı müştemilattaki yaşantılarıyla açılır roman. Ne ki, “havası kaçan balon gibi”, “gittikçe daral(an)” bir izbedir burası (s.131). Bir düş, sanrı, karabasan, gerçeklik gelgitinde izleriz ikili arasındaki konuşmaları. Neler neler yoktur konuşmalarda? Onlar ki, bir zamanların tanınmış oyuncusu, turnelerde âdeta tüm Anadolu’yu fethetmiş büyük sanatçısı. Yaşamla kurdukları tek bağ da budur bir bakıma: Tiyatro yaşamı. Ama tiyatro düşlerde kalmıştır. “Yıllar var” ki, “tiyatroyu (da) unut(muşlar)”dır (s. 123). Yine de tiyatronun aynasında gezinmekten başka çıkış yolu yoktur ikili için. Yaşamın acımasızlığına, koşulların olumsuzluğuna ancak böylelikle katlanabilecektir ikili. Bu, onların “düşü gerçek, gerçeği düş gibi anlatı(p)” (s. 31) yaşaması anlamına gelir doğal olarak. “Ahh, düşler de olmasa nasıl çekile(cektir) bu yaşam?” (s. 42) Oyunla, oyunlarla elbet. Tıpkı Oğuz Atay’ın Oyunlarla Yaşayanlar’ında karakterine söylettiğine benzer biçimde: “biz yaşıyoruz oyunları…” (İletişim, 1993,s.18) Yapıt, farklı iki biçemdeki düzlemde sürüyor. Geniş zaman kipiyle aktarılan bölümler roman evrenine dönük açılım getirirken söyleşimle örülü bölümlerse, okuru enikonu bir temaşanın içine sürüklüyor. Ancak her iki düzlemde de yazar, çok amaçlı duygudaşlık kurulabilmesinin önünü açıyor. Bunu sağlamak üzere de metnini hünerlendirip öyle getiriyor okur önüne. İrfan Yalçın, iki karakterini yapılandırır, onların düşlerinde yarattığı sanal kişileri oturturken yaşam anlayışı bakımından kendilerine yakıştırdığı dilmantık yapısıyla, bu bağlamdaki yaratıcı yazarlığın da hakkını veriyor. Parlak dönemleri geride kalmış sanatçıları ele alan gerek dışarıdan gerekse bizden hiç kuşkusuz çok sayıda oyun örneklenebilir. Ancak burada Yalçın’ın, dıştan bakışla yansıttığı toplumsal yaşantı kesitlerinden sızan dokuyla müştemilat içindeki dokunun grotesk uyumsuzluğu, çelişkisi üzerinde özellikle durulabilir. Roman veya oyundaki dinamikleri bu yolla oluşturuyor çünkü yazar. Böylelikle gözlerimiz dolmuş ağlamak üzereyken tam, birden kahkahalara kapılabiliyor, kahkahalarımız sürerken iç çöküntüsüne benzer hüzünle donup kalabiliyoruz. Böylelikle gerek yakınsak gerek ıraksak mercekle, eskilerin iki tanınmış tiyatrocusundan hareketle, adına “oyuncu” denen, âdeta mitolojik kahraman olarak alabileceğimiz o büyücülerin dünyasına daha yakından göz atıyoruz. O hâlde hep birlikte dilek tutalım: Oyunlarımız çok olsun! n Handan Gökçek; “Katre” H andan Gökçek, ilk kitabından on beş yılı aşkın bir süre sonra üçüncü öykü kitabıyla geliyor: Katre (Delidolu, 2018). Yazarın bu yeni öyküler demeti, daha çok öykü kadınlarının anımsayışları eşliğinde geçmişteki acılarla hüzünlerini yeniden işleyişi, zaman zaman mitolojiden, buna dayalı öykümsülerden yararlanarak örüntüleyip aktarışı bağlamında alınabilir kanımca. Yeni kitabında, öykülerin öncekilere göre daha da geliştirildiği, anlamsal bir yoğunlukla yoğrulduğu görülüyor. Yine de bana göre Katre’nin en ilginç yanı, kitapta yer alan öykülerden birini bir kısa oyun biçiminde yeniden yazıp yapıtın sonuna eklemesi Handan’ın. Birbiri içinden geçip kendi oyuklarından beslenen üç kadının ama göz kısılıp da bakıldığında görülen o tek kadının, ister fahişe ister eylemci olsun üstelik, toplumsal cinsiyet eleştirisine dayalı ama farklı ideolojik sapmalarla açımlanan erkek varlığa dönük manifestosuna odaklanıyoruz bu kısa oyunda. Zaten evlilik, “Dört ayaklı, dört kollu bir karı koca canavarı”, “kurumlaştırılmış koskoca bir yalnızlık”tır (s. 140,141,134) oyun kişisi için. Sahne kullanım biçimi, değişkenliklerin biçemsel yansıtımı, bunlara kattığı dinamizmle tek örnek de olsa okuduğum, bu metniyle dikkati çekmeyi başarıyor kanımca yazar. Öyleyse Handan’dan yeni oyunlar beklediğimi ekleyeyim yazadurduğu öyküler, romanlar yanında.n www.sadikaslankara.com, her perşembe öyküroman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor. 20 1 Kasım 2018 KItap