Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
>> kadınım ve yazarım. Tanpınar’ın şu sözünü çok severim: “Asıl dava derin bir şekilde yaşamak ve kendi kendisini gerçekleşirmek, ölümlü hayata şahsi bir çeşni vermekti.” Yazmaya başladığımda kendi iç dünyamdan başka bir referans noktam bulunmadığı için kendi biricik hayat deneyimimi ortaya koyuyorum. “Şahsi çeşnim” dişiliği baskın bir çeşni. Dişiliği baskın derken sakın ola ki duyarlı kadın yazar klişesinden bahsettiğim sanılmasın. Anlatıyı düz bir çizgiden dairesel zamana taşıyan, okura her şeyi açıklama kaygısı gütmeden kendi karanlığı içine dalabilen, güneşten çok aya yakın bir anlatıdan söz ediyorum. Dişi bir anlatıyı bir kadından beklemek gerekmez. Hatta genelde kadınlar kafa karıştırmaktan korktukları için ya da belki okur kaygısıdır bilmiyorum, dişiliğin karmaşasını taşıyan metinler erkeklerden çıkar. Kadın olma hâlini bir mesele olarak işlemek istedim. Kadınerkek eşitliği paradigmasının dışından bir yerden, hükümde bulunmadan kadınlığı ifade etmeye çalıştım. Aynısını başka bir romanda erkeklik için de yapmak isterim. n Romanda anlatılan cinselliğin ne çok ne az, tam yerinde ve olması gerektiği gibi anlatılabilmesinde az önce konuştuğumuz romandaki kadın hâkimiyetinin rolü olduğunu düşünüyor musunuz? n Böyle düşünmenize sevindim. Cinselliğin dozunu da dilini de ayarlamak zor yazarken. Yazsan bir türlü, yazmasan metin eksik kalır. İçten bir dil kurmak en önemlisi ve tabii ki merak. Ne yaşıyoruz biz sevişirken? İki insan arzu ve haz tarafından ele geçirilip de gündelik hayatta yapmayı aklına dahi getirmediği şeyleri yaparken neler hisseder? Sonra bir de şu var: Niçin sevişiyoruz? Hangi boşluğu doldurmak ümidi ile birbirimize sarılıyoruz? Sonra nasıl kopuyoruz birbirimizden? Bunlar insan olarak benim merak ettiğim meseleler zaten. Bu merakımda tek başıma olmadığıma da eminim. Evet, haklısınız: Romandaki kadınlar cinselliği seviyor, zevkten kaçmıyor ve ondan utanmıyor. Bu da muhakkak ki cinselliğin yaşantımızın, ilişkilerimizin doğal bir uzantısı olduğu gerçeğinin altını çizmemde etkili olmuştur. “BİR İYİLEŞME ÖYKÜSÜ” n Anlatıcıların sürekli değiştiği, bir kurguyla ilerletiyorsunuz romanı. Dolayısıyla anlatıcılarla birlikte dil de değişiyor. Şunu merak ediyorum: Her kahramanın diline, dünyasına ayrı ayrı girebilmek yazarı nasıl bir yazı imtihanından geçiriyor? n Kesinlikle sıkı bir imtihandan geçiriyor! Ben yazmaya başlamadan önce dilimi akord ederim. Bunun için de en az bir saat okumam gerekir. Bazen yeni bir şeyler okurum ama dilime ayar vermek için okumaya oturduysam bildiğim bir metni elime almayı tercih ederim. Bu kitabı yazarken her bir karakter için elime başka bir öykü aldım. Sadece öykü değil aslında. Nur’lu bölümleri yazmadan önce şiir okudum. Burak’da daha düz, sade dili olan yazarlara meylettim. Sadık Usta için bolca Tanpınar karıştırdım ve Selin için de Ekşi Sözlük’de gezindim epey. Karakterler ortaya çıktıkça dünyalarına girmek kolaylaştı ama ilk aylarda henüz onlar bana, ben onlara yabancıyken epey konuşmamız gerekti. Ben karakterlerimle mülakat yaparak başlarım yazmaya. Defterime soru yazarım, sonra beklerim kalem kendiliğinden yazmaya başlasın. Tüm karakterlerin içimizde yaşadığına, hayal dünyamızın bir kıyısında bizi beklediğine inanıyorum. Çocukluğumda kurduğum oyunları hatırlatır bu süreç bana. Onlarla düzenli bir şekilde vakit geçirmeye başladıkça onları tanıyorsunuz, aranızdaki bağ güçleniyor. O noktadan sonra artık bir dünyadan diğerine geçmek, evin odalarında dolaşmak gibi oluyor. n Büyükada, romanın kahramanlarından biri âdeta. Adayla ilişkinizi merak ettim. Kıyı köşe çıkarılmış bir ada haritası üzerinde dolaştırıyorsunuz bizi. Aynı şekilde adanın sorunları da fayton atlarının ölümü gibi romanınıza dâhil oluyor. Nedir hikâyesi? n Büyükada’da büyüdüm. Dedem Prof. Dr. Macit Gökberk’in, ona kendi babasından kalan evinde üç kuşak beraber yaşadık. Özgür bir çocuktum ve çok küçük yaşımdan itibaren bisikletle adanın her bir köşesini gezdim, öğrendim. Annem ve teyzem de adada büyüdüğü için bizi gezmeye çıkardığında, bize esrarengiz köşkleri, ıssız manastırları, en güzel kocayemişlerin yetiştiği çalılıkları, ıssız plajları gösterirdi. Dedem de onları öyle gezdirmiş. Anlayacağınız, adayı gezdirme tutkusu aileden geliyor. Atların ölümü, günübirlik turistlere karşı alınan tavır, eski günler nostaljisi gibi adada yaşayan herkesin gününe sızan temalara da dokunmadan gerçekçi bir atmosfer yaratamazdım. n Romanlar öğrenmek için okunmaz ama okuruna öğretir aynı zamanda. Fakat şöyle bir durum da var: Yazar da öğrenir kaleme aldıklarından. Şunu soracağım: Kahvaltı Sofrası ne öğretti size? Bu romandan size kalan ne oldu? n Ne hoş bir soru! Kurgunun gizemini açık etmeden söylemeye çalışayım: Ailenin keşfettiği sırrın aslında bir bölgenin büyük bir kısmı tarafından taşındığını öğrenmek beni çok şaşırttı. Araştırma yapmak için aradığım, bulduğum insanların nineleri, dedeleri hakkında anlatacak benzer hikâyelere sahip olması ve kitap çıkar çıkmaz beni dağlardaki o evlerine beklediğini ısrarla tekrarlaması beraber iyileşebileceğimiz umudunu doğurdu içimde. Kahvaltı Sofrası bir iyileşme öyküsü aslında. Kalpleri kırık anakızlardan taşıdığı sırrın yükünden iki büklüm olmuş ihtiyarlara, aşkın nesnesi olmayı reddeden kadınlardan onlara bir türlü ulaşamayan çaresiz erkeklere uzanan bir iyileşme öyküsü. Galiba bana bu romandan en çok gerçeğin ve samimiyetin aramızdaki kopuklukları onaracağı umudu kaldı. İyileşme umudu. n Kahvaltı Sofrası / Defne Suman / Doğan Kitap / 360 s. KItap 131 Kasım 2018 Kim Stanley Lucky Strike Çeviri: Osman Bulut Bilimkurgu 112 s, 11 TL Chuck Palahniuk Uydurma Bir Şeyler Çeviri: Damla Karadeniz Yeraltı Edebiyatı 352 s, 33 TL Franz Kafka Dava Çeviri: Levent Bakaç Klasik 288 s, 23 TL John Ralston Saul Küreselleşmenin ÇöküşüDünyanın Yeniden Keşfi Çeviri: Erdem İlgi Akter Klasik 416 s, 40 TL 37. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’ndayız! 1018 Kasım 2018 Beylikdüzü TÜYAP Fuar ve Konge Merkezi Salon 3 / Stand 402 Frederick C. Beiser Aydınlanma, Devrim ve Romantizm Çeviri: Aslı Önal Felsefe 576 s, 50 TL