25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

YAVUZ EKİNCİ’DEN “PEYGAMBERİN ENDİŞESİ” ‘Yazdıklarım birer cevap değil sorudur’ Yavuz Ekinci’nin yeni romanı, ‘felaket zamanı’ olarak nitelenen bu çağa gönderilmiş bir peygamberin hikâyesini anlatıyor. Adalet çiçeğinin her geçen gün biraz daha solduğu, savaş ve yıkımların ardı arkasının kesilmediği, insanın kendinden başkasını gözü görmediği bu çağı konuştuk Ekinci’yle. “Peygamberin Endişesi”nin hangi bağlamlar üzerine yükseldiği de sohbetimizin önemli konularından biriydi. VEDAT ARIK ERAY AK erayak@cumhuriyet.com.tr K adim mesellerden, mitlerden, kutsal kitaplardan beslenerek yaratıyorsun kurgu dünyanı. Fakat her ne kadar kökü tarihsel olarak çok derinde olsa da bugünün hikâyesi aslında yazdıkların ve bugünü “felaket çağı” olarak anıyorsun. Nedir yaşadığımız dünyayı “felaket çağı” olarak anmanın sebebi? Evet, “mükemmel” bir dünyaya sahip değiliz belki ama “felaket” farklı bir kavram sonuçta... n Hayalin ölümü, savaşın bir güdü hâline gelmesi, bir kişinin doyması için beş kişinin aç kalması felakettir. Zaman “Felaket Çağı”. Çünkü uzayın derinliklerini, yeni gezegenleri ve okyanusların dibini keşfeden insan, yanı başındaki komşusuna kör, sağır ve dilsiz. Bu çağın insanı katliamları, soykırımları, ölümü, zulmü ve şiddeti olağan görüyor. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın zihniyeti her yere hâkim. Yirminci yüzyılın başından bugüne yaşanan katliamları, soykırımları, cinayetleri bir düşünün. Toplama kamplarını, yeni bir hayat umuduyla Akdeniz’i Ege’yi geçmeye çalışırken boğulanları, Halepçe’yi, her gün bir yenisi ortaya çıkan toplu mezarları... Sadece Ortadoğu’da veya Afrika’da değil, Avrupa’nın göbeğinde yakın zamanda Balkanlar’da (BosnaHersek) yaşananları düşününce ben bu yaşadığımız çağı Felaket Çağı olarak tanımlıyorum. Başka nasıl düşünülebilir ki? Kökü bin yıllar öncesine uzanan kadim mesellerden yararlanarak bu çağın insanını, dertlerini anlatıyorum çünkü yüzüm insana dönük. Hikâyelerimin merkezinde her zaman insan var. Zaten aksi olsa bunlara roman veya bir edebiyat ürünü demek ne kadar mümkün bilemiyorum. Sanat insana dairdir. Dünya özünde güzel ama insanlar mahvediyor. nÇinliler beddua olarak şu sözü söylermiş: “Garip zamanlarda yaşayasın!” Dinî literatüre hâkim olduğunu biliyoruz. İslam’ın “ahir zaman” fikriyle ne kadar ilintili sence bu? n Garip zamanlarda yaşıyoruz. Garip zamanlardan geçiyoruz. Sanırım İslam’ın “ahir zaman” kavramı ile Çinlilerin “garip zamanlar” tabiri birbiriyle örtüşüyor. Çünkü hepsi “insan”a hitap ediyor. Nasıl bin yıl önce yaşananlarla, facialarla bugünküler arasında tek fark kullanılan aletlerse Çin’deki bir sözün dünyanın diğer ucundaki bir başka konuyla bu kadar örtüşmesi de aynı “kötü” insana hitap etmesinden kaynaklı olduğuna inanıyorum. Garip zaman, ahir zaman, felaket çağı... Kim bilir Afrika’da, Güney Amerika’da, uçak okyanus adalarında bu durumlar için aynı anlama gelen nasıl ifadeler vardır. Çünkü insan dünyanın her yerinde aynı kötülüğe veya iyiliğe sahip. Bunu din veya ırk değiştirmiyor. “KAFAM CEVAP VEREMEDİĞİM SORULARLA DOLU” nYeni roman Peygamberin Endişesi, tam da az önce konuştuğumuz dünyanın hikâyesi değil mi? Bu bağlamda okuruna düşündürmek istediğin soruları merak ediyorum... “Bu çağ bir kurtarıcıya ihtiyaç duyuyor ama hak ediyor mu?” bunlardan biri olabilir mi? n Günbatımına doğru uyunan bir uyku var. Gözlerini yumduğunda güneş vardır. Açtığında hafiften karanlık çökmüştür. Bir an zaman kavramını kaybedersin. Gece mi veya sabah mı diye kararsız kalırsın. Afallarsın. Sersem sersem etrafa bakarsın. İşte bu günbatımı uykusunun yarattığı etkiye sahip bir roman yazmak istiyorum. Peygamberin Endişesi tam da konuştuğumuz bugünün dünyasının hikâyesi. Ben de her yazar gibi çağını anlatan biriyim. Benim bu hayatta cevaplarımdan çok sorularım var. Kafam cevap veremediğim sorularla dolu. O yüzden yazdıklarım birer cevap değil sorudur. Hiçbir şeye inanmayan veya tam tersi her şeye inanan insanlarla dolu bir çağa, daha doğrusu her şeyden şüphe duyulması gereken, gerçekle kurmacanın, doğruyla yalanın birbirine karıştığı bu çağa bir peygamber gelse nasıl tebliğ eder? Nasıl konuşur? Tebliğe nereden başlar? Çağımızın derin bir çıkmazda olduğunu düşünüyorum. Demokrasi, adalet gibi kurumlar çoktan iflas etti. Şu an dünyayı yönetenler, dünyanın başına bela olmuş ve olacak kişiler. İnsanlık büyük bedeller ödeyerek krallardan, padişahlardan, sultanlardan kurtuldu ancak bu sefer de kurtarıcı gibi gelen diktatörlere, haydutlara tutsak düştü. Dünyayı haydutlar yönetiyor. Artık bütün cinayetler devlet adına işleniyor ve dünyadaki bütün halklar devlet için devlet tarafından sömürülüyor. Sabahattin Ali’nin ‘Sırça Köşk’ masalındaki gibiyiz. Dünyadaki rejimler her geçen gün biraz daha otoriterleşiyor. Her ağzını açan lider, ülkesinin menfaatini düşündüğünü söylüyor. Dünyanın, insanlığın, menfaatini ülkesinin menfaatinden önce düşünmeyen lider dünyaya beladır. Tüm bunları düşününce gerçekten bu çağın bir kurtarıcıya ihtiyacı var. Fakat kurtarıcı gelse bile bu çağa ve bu insanlığa bir şey yapamaz. Çünkü kurtarıcı mesiyetik bir kurgudur artık; umudu ile değil, umutsuzluğuyla ruhumuzdaki varlığını sürdürüyor. “HASSAS BİR KONU ANLATTIĞIMIN FARKINDAYDIM” nPeygamberin Endişesi’nin yazılış sürecinden de konuşalım isterim. Nasıl bir dönemdi senin için? Hangi kay naklara yöneldin? Romanın sayfaları arasında dolaşırken derin bir literatür taraması seziliyor... n Her yazar gibi ben de yazdığım her romanla roman sanatını bir daha yorumlarım. En azında böyle bir niye tim var. Benim için bir romanın yazılışı dört aşamada gerçekleşir. Birinci aşa ma bir romanın ilk fikrinin oluşması. Bu fikir kimi zaman bir sahne çoğu zaman da bir soruyla çıkagelir. İkinci aşama, o fikrin etrafında >> 12 4 Ekim 2018 KITAP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle