24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

GÖNÜL KIVILCIM’DAN “UĞULTULAR” ‘Keşke kadın başkaldırabilse’ “Jilet Sinan”, “Babamın En Güzel Fotoğrafı” ve “Parçalı Aşklar”ın yazarı Gönül Kıvılcım, yeni kitabı “Uğultular”da kadınları; aslında seni, beni ve herkesi, uğultuların arasında eve sığmayanların öyküsünü aktarıyor. Kıvılcım, “Bir kadınlık durumunu, kaderine karşı mücadele eden Kader’i ve bir kadınlık felaketini anlatıyorum” diyor. Kıvılcım’la kitabını konuştuk. nazan özcan K ahramanın ismi Kader. “İnsan defalarca kalmış olmalı kaderle irade arasında” diye bir cümleniz var kitapta. Kader hayatımızı ne kadar belirler ve hangisi kazanır? n İradeyle kader arasında kalmış insan, Yunan trajedilerinin ana izleği. Geçen gün sevdiğim bir öykücü arkadaşım, “İnsan kaderiyle doğar” cümlesini kurdu. Doğru belki ama başka memlekette yaşayan birisi, belki hayatında bir kere bile kurmayacak bu cümleyi. Kendisinden daha büyük bir iradenin olduğunu hissetse de adını kader koymayacak. “Tesadüf” diyecek, “pek çok yol vardı önümde ben bunu seçtim” diyecek, işi getirip kader kapısına dayandırmayacak. Ancak kimi zaman bize söz vermeden hayatımızı belirleyen o şey her neyse kader, tesadüfler, bilinmeyen, belirsizlik. Diyelim ki belirsizlik ve irade arasına sıkışmış insan çok eski zamanlardan beri yazarların kalemini meşgul etti. Durduğumuz yere göre hangisinin kazanacağına dair cevabımız da farklı olur. Yazarlar savaşçıdır. O yüzden benden kaderci olmamı, kader kazanır cevabını beklemeyin. Ama görünmeyen bir el var evet, zaman zaman hayatımıza ayar veren. Bunun önemini fazla abartmama taraftarıyım. Evden çıkmak hikâyeyi başlatır. Hikâyeyi de kader ve irade örer, böyle demek daha anlamlı sanırım. n Kitabın kahramanları, birbirinden çok farklı hayatlar yaşamış kadınlar. Nerede buluştular sizce? “ORTALAMA TÜRKİYELİ ERKEĞİYLE BİR SORUNUM YOK” n Türkiye’de yaşamakta... İlla kader diye bir şeyi mutlaklaştırmak istiyorsak insanın memleketi kader evet. Kendi cinsime farklı köşelerden, farklı kadınların bedenlerine girerek, bazen başlarına bir türban takarak, bazen o türbanı çıkararak, bazen mini etek giydirerek ya da ne bileyim sokakta seks işçisi olarak, mutfaktan hiç çıkarmayarak, elini yemeğe sürdürmeyerek, kuşaklar arası farkı gözeterek bakmayı seviyorum. Ama hepimizin gelip üstünden atlayacağı engel belli: Ortalama Türkiyeli erkeği. Lütfen yanlış anlamasınlar. Bir sorunum yok ortalama Türkiyeli erkeğiyle ama yazarın işi, durup dünyaya bir an bakmaktır. Hani Faust’taki gibi “Dur ey zaman” demektir. Çok güzel olduğu için değil, bir nefes almak, neler olup bittiğini anlamak, soru sormak, bir mana aramak, insanın sırrına varmak için. Bilim, dünyanın ve doğanın sırırını anlar, edebiyat insanın. n Dolunay gibi kadınlarla tanıştınız mı hiç ya da kitapta anlatılan Soğukoluk gerçekten var mı? n Kitabı okumamışlar için Dolunay’ı tanıtalım isterseniz: Soğukoluk cehennemini tatmış bir kadın Dolunay. Gazetecilikten gelen bir yazar olarak bugüne kadar üstüne pek yazılıp çizilmemiş bu karanlık sayfa önüme çıktığında romanın çatısını kurmuştum aslında. Antakyalı, yolu İstanbul’dan geçmiş, taşrayı bavulunda İstanbul’a taşımış, taşranın kadına, kadın bedenine dayattıklarını deneyimlemiş, kendi bedeniyle bir derdi olan Kader’in başkaldırışını, sergüzeştini anlatacaktım. Derken tesadüfler önü me Soğukoluk’u çıkardı ve evet yolum o soğuk gerçekliğin içinden geçti. Bir gün öğretmen evinde kalacağım derken Soğukoluk’un dönüştürülmüş, “iyileştirilmiş” evlerinden birinde kaldım. Yaşadıklarım romanı yeniden yazdırdı bana. Hayır, Soğukoluk’ta çalıştırılmış bir kadınla tanışmadım. Ama kitabın arka kapağında, bir rüyadan arta kalanlar dense de Soğukoluk halis muhlis bir gerçek. İçinden kim bilir kaç roman çıkabilecek uzun, pek çok kadının kâbusu olmuş bir gerçek. Bir köyün, o köyde yaşayanların, o köye getirilen kadınların, o kadınları ziyaret edip ballandırılarak anlatıldığı gibi bavul bavul paralar harcayan erkeklerin hikâyesi Soğukoluk. “DUYGULAR HEP MUĞLAK” n Roman iki şehirde geçiyor. Antakya ve İstanbul. Neden bu kentleri seçtiniz? n Hayat, bana kalırsa iş güç, tatil, para, borç, deprem, savaş gibi somut gerçeklerle belirsizlikler arasında gidip gelen bir salınım. Duygular hep muğlak. Sevilip sevilmediğimiz, ne kadar sevildiğimiz, aşk, âşık olduğumuz kişilerin duyguları, çok yakınımızdakilerin, annemiz, babamız, kardeşlerimizin duyguları... Kader’in ve Dolunay’ın romanını yazarken bu muğlak alanı anlatabilmek üzere Antakya ve İstanbul gibi birbirine çok uzak iki şehri, yine Kader’in duygu salınımlarını barizleştirecek İstanbul’un farklı semtlerini, ayrıca geçmişle bugün arasında gezinmeyi tercih ettim. Ben tercih diyorum ama Mario Vargas Llosa, “bütün öykülerin özünde onları yaratan kişilerin deneyimleri vardır” diyor. Kim bilir, kendi deneyimlerim yani duygusal alanının belirsizliğini ve bunun, insanın ruh hâlindeki önemini giderek daha somut bir biçimde algılamamdır bana bu tercihleri yaptıran. n Bekâret, cinsel lik, temizlik ve kirlilik... Kadın bedeni üzerindeki yaptırımlar, hâlâ eski şiddetiyle devam ediyor mu sizce? n Bence evet, şiddetin içeriği ve biçimi değişiyor sadece. Bekâret büyük şehirlerde daha az bir tabu olabilir bugün ama geçmiş korku ve tabular bize aktarılıyor, biz de onları çocuklarımıza geçiriyoruz. Elden ele kuşaklar boyunca giden korkular, kaygılar bunlar. Biraz kazırsak altından aile, din, töreler, ataerkil toplumun dayatmaları ve kadın bedeni üzerindeki tahakkümü çıkıyor. Özgürlük hâlâ çok uzak bize anlayacağınız. Belli tabuları kırdık, kadın mücadelesinde yol aldık derken bugün başka bir kuşatma yaşıyoruz yine kadını hedef alan. Oysa kadın özgür olmadan erkek de olamayacak, suspus erkeklere duyurmak isterim. n “Eve sığmayanların hikâyesi”ni anlatıyorsunuz. Buna kadının başkaldırısı diyebilir miyiz? n Ah keşke kadın başkaldırabilse. Buna en çok Ortadoğu’da ihtiyaç var. Ama biliyoruz ki Trump, Amerika’ya başkan seçildiğinde kürtaj karşıtları elini güçlenmiş hissediyor ve bu yüzden Amerika’da Trump karşıtı eylemlerde kadınlar başı çekiyor. Yalnız şunu hemen ilave etmeliyiz; eve sığamayan hem erkektir hem de kadın, bireydir yani. Ben kadın üzerinden insanın hikâyesini anlatıyorum. Kadının iç dünyasını, bütün gelgitleriyle, karmaşıklığıyla okurla paylaşıyorum ki insanın şu yeryüzündeki hâline birlikte kafa yoralım. Uzak filmini hatırladım şimdi birden. Herkes birbirine uzak, kasabadan gelen şehirliye, Doğu’dan gelen Batılı’ya, laikler İslamcılara, üst sınıf alt sınıfa, alt komşu üst komşuya, kadın erkeğe, içerideki dışardakine, dışardaki tüm topluma. Ne olacak bizim hâlimiz? n “Tam olarak neyi arıyorsun sen?” diyor karakterlerden biri Kader’e, siz edebiyatta ya da kitaplarınızda tam olarak neyi arıyorsunuz? n Söylediğimiz yalanların arkasına bakmak ve insanın gerçekliğine doğru bir adım atmak. Bunu söylerken de bir arayış olarak kalacağını bilerek omzunu silkelemek. Bütün yaptığım bu. n Uğultular / Gönül Kıvılcım / İletişim Yayınları / 220 s. 4 24 Ağustos 2017 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle