24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

AKIN ÇOKUĞURLUEL’DEN “KIRIK ŞEYLER ANSİKLOPEDİSİ” Ruhu olan eşyalar “Kırık Şeyler Ansiklopedisi”, aile ve ölüm kavramını, ilişkileri, örselenmiş benlikler üzerinden anlatıyor. Roman, çevremizdeki her ölümün bizi bir parça “bozduğunu”; kırıklarımıza veww kırıklıkların arkasına sakladıklarımıza ise “hayat” dediğimizi bize bir kez daha anımsatıyor. Akın Çokuğurluel ahmet can demir A kın Çokuğurluel’in ikinci romanı Kırık Şeyler Ansiklopedisi’nde, hikâye iki bölüme ayrılarak işleniyor. İlki; annesinin ölümünden sonra babasıyla ilişkisini sorgulamaya başlayan oğul karakteri. Bu hikâyeyi destekleyen çizimler ve kısa tanımlar, ansiklopedinin ilk ipuçlarını veriyor okura. İkinci hikâye ise 1980’lerin hararetine dair anılar biriktirmiş babanın gençlik yılları. Üst üste eklemlenen bu iki çatı, roman boyunca “birtakım şeylere” yapışarak yükseliyor. Romanın sonunda, okur için hazırlanmış sürpriz, romanın bütünüyle iddialı bir dönem roman olduğunu da kanıtlıyor. Karakter romanın başında çocukluğuna, anne ve babasına dair anılarını anlatıyor. Yaşadıkları acıları ise babasının “kötü niyetli” dostlarına dayandırıyor. Baba, 1980’lerin ateşli, naif ruhuna sahipken oğul 1990’ların apolitik ve bireyci çizgisinde yürür. Fakat emekliliği sonrasında babanın zihninde, sıradanlığın her şeye iyi geleceği fikri filizlenmiştir. Babanın, insanlık için acı çeken ve bulunduğu çevreyle uyumsuz yapısı, onda bir ruh ikirciliğini de beraberinde getiriyor: Basitlik düşkünü bir ruh ile makro yapıyı değiştirmek isteyen bir başka ruh. Yazar, romanın genelinde bu ikilemi okurun değerlendirmesine bırakıyor. Çokuğurluel’in bu kurmacası antiestetizm örneği. Yazar asla araya girmez ancak bununla birlikte evrensel öğeleri karakterlere ve kurmacanın içine yerleştirdiği birçok pasaja denk geliriz. Yazar sık sık, “Kahraman kimdir?” diye sorarak kahramanlık kavramını sorgular. Romanın finalinde sorunu yanıtı, çarpıcı bir şekilde karşımıza çıkacaktır. Roman ilerledikçe baba ve oğlun “kırık” ilişkisi birtakım eşyaların kırılıp tamir edilmesi üzerinden işlenir. Bir süre sonra baba, bozulan eşyaları hayatlarındaki aksaklıkları tamir etmek uğruna yaralanırken okur, bozmanın mı, tamir etmenin mi alışkanlık hâline geldiğini sorguluyor. Kitaptaki babaoğul ilişkisinin bir türlü değişmediği vurgulansa da tamir edilen her eşya ile bunun değişip evirildiğini görebiliyoruz. Romanda sıklıkla başvurulan öğle kuşağı programları yerinde bir etki yaratıyor. Karakterlerin de ruhsal çatlaklarını dolduran bu programlar metne farklı bir okuma katmış. Öğle kuşağının yalnız insanlara ifade ettiği, yalnızlığın tanımı ve yalnızlıktan kurtulma yöntemleri metin içinde çarpıcı noktalara ulaşıyor. Çokuğurluel, yalnızlığı kara mizahla aktarıp okuru yarattığı derinliğe çekiyor. Kitabın sonunda, “ruha sahip” birtakım şeyleri kapsayan ansiklopedi sunuluyor okura. Ruhu olan eşyalar kırık ruhlarla beslenir. Kırık Şeyler Ansiklopedisi, aile ve ölüm kavramını, ilişkileri, bu kırıklıklar üzerinden anlatıyor. Çevremizdeki her ölümün bizi bir parça “bozduğunu”; kırıklarımıza, kırıklıkların arkasına sakladıklarımıza ise “hayat” dediğimizi bize bir kez daha anımsatıyor. n Kırık Şeyler Ansiklopedisi / Akın Çokuğurluel / Everest Yayınları / 222 s. GÜLTEKİN EMRE’NİN GÜNLÜĞÜ Yiyelim İçelim, Okuyalım Yazalım... Gültekin Emre, “Yiyelim İçelim, Okuyalım Yazalım…” adlı kitabıyla sanatçı sofralarında bizi keyifli zamanlar geçirmeye davet ediyor. Ümİt yıldırım Gültekin Emre’nin Yiyin Efendiler Yiyin adlı “Şiirli Sofralar Antolojisi”nden sonra Yiyelim İçelim, Okuyalım Yazalım... isimli günlüğü de yayımlandı. Bu kitap, onun tematik günlükleri (Hastane Günlüğü, Çınlama Günlüğü, Kıbrıs Günlüğü, Paris Günlüğü vb.) çevresine geçmişle geleceğin aralığından bakan, yaygın olduğu kadar derin olmayı da önemseyen bir şairin ürünleri. Yeme içme kültürüne olan ilgisini Kardeş Alevler ile Kardeş Günlükler’den bildiğimiz Emre, okuduğu kitaplarda, gazetelerde, dergilerde yemeiçmeye ilişkin rastladıklarının kendinde bıraktığı izleri, izlenimleri, çağrışımları günlüğüne yaşamı, insanı ve dostluğu önemseyen bir edebiyatçı kimliğiyle kaydetmişti. Emrah Polat’ın Yüzler romanıyla Anka ralı yıllarına giden Emre, kimi yeme içme çevrelerinin kültürümüzün soluk aldığı, edebiyatımızın nabzının attığı yerler olarak belirler. Muzaffer Buyrukçu’nun öykülerinin ana atmosferini oluşturan bir mekânın gedikli müşterileri arasında Metin Altıok, Cemal Süreya, Ahmet Say gibi kültür insanlarımızın adını sayar. Fakir Baykurt’un öykü ve romanlarına yansıyan gurbetçilerin toprağa bağlı yaşamını, Nihat Ulvi Akgün’ün “Midyeciler”ini, Haydar Ergülen’in “Nar Alfabesi”ni, Metin Altıok’un “Konyak, Kitap ve Kahve”sini, Taner Baybars’ın “Meyhaneden Şiirler”ini, Sait Maden’in “Şiir Tapınağı” ile Talat S. Halman’ın hazırladığı “Eski Anadolu ve Ortadoğu’dan Şiirler”inin büyülü dünyasında yaptığımız keyifli yolculuk, yemeiçme kültü Gültekin Emre rünün sanat dünyamızın ayrılmaz bir parçası olduğunun göstergesi. Ahmet Yorulmaz’ın Ayvalık’ı Gezerken adlı kitabı bir kent kültürü atlası olarak dikkat çekici. Adalet Ağaoğlu’nun Dert Dinleme Uzmanı adlı romanında “Tost Simit” mekânının nasıl da gelişip çeşitlendiği anlatılmış. Mehmet Yaşın’ın üçüncü romanı Sarı Kehribar’da turunç hakkında ilginç bilgiler yer alıyor. Nurullah Ataç, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Cemal Süreya ve Enver Ercan gibi şair ve yazarların yeme içme alışkanlıkları, Refik Durbaş’ın edebiyatçıların yemeiçme kültürünü paylaştığı anıları unutulmaya cak cinsten. Rıfat Ilgaz’ın, Enis Batur’un yazılarındaki yemeiçme kültürüne dair saptamalarını da bir kenara not ediyoruz. Hasan Ali Toptaş’ın kuru fasulye, Yaşar Kemal’in tavuklu pilav, Mehmet Yaşın’ın enginar çorbası tarifi denenmeye değer. Murathan Mungan, Mutfak adlı oyununda unutulmaya yüz tutmuş yemek adlarını bir kültürün yok olup gitmesine itiraz eder gibi sıralar. Tarık Buğra’nın “Havuçlu Pilav Meselesi” ile “ Şarap Şişeleri ve Kitaplar” adlı öykülerini anan Emre, bize bu öyküleri yeniden okutturacak gibi. Orhan Veli’nin öyküleri, Mehmet Yaşin’in, Mine G. Kırıkkanat’ın yazıları yemeiçme kültürümüz üzerinde bizi düşünmeye itiyor. Yahya Kemal’in, Ahmet Haşim’in yeme düşkünlüğü, Salâh Birsel’in beslenme alışkanlığı, onların psikososyal yönlerinin ipuçlarını bize veriyor. Günlüklerin mekânları yazarın gezip gördüğü, ikâmet ettiği Berlin, Ölüdeniz, Bursa, Ayvalık ve İzmir’i kapsıyor. Bu yazılardan, yöreye özgü kimi bitkilerin yanı sıra Avrupa’nın çoğu bölgesinde gıda sektöründe Türklerin söz sahibi olduğunu, önemli yerleşim merkezlerinin her köşesinde bir dönercinin bulunduğunu, Berlin’de ilk dönerin 1968’de servis edildiğini de öğreniyoruz. Kitabın sayfalarını süsleyen o naif çizimlerin sahibi ise Gülseren Kayalı. Yemeiçme bir kültürse sanırım edebiyat sofrası da bu kültürün en renkli vitrinidir. Gültekin Emre, Yiyelim İçelim, Okuyalım Yazalım... kitabıyla sanatçı sofralarında bizi keyifli zamanlar geçirmeye davet ediyor. n Yiyelim İçelim, Okuyalım Yazalım... / Gültekin Emre / Oğlak Yayınları / 206 s. 18 24 Ağustos 2017 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle