21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Mutlak Mutluluk Bakanlığı Arundhati Roy’un kaleme aldığı “Mutlak Mutluluk Bakanlığı”, kompleks kurgu ile bireylerin değil, ülkenin kötülükle beslenen ortamını anlatıyor. 1997’de Arundhati Roy, Küçük Şeylerin Tanrısı romanıyla bir anda edebiyat dünyasında yıldız gibi parlamıştı. Hakkında çıkan eleştiri yazılarında olağanüstü anlatı tekniği, zekâsı ve yeteneğinin yanı sıra güzelliği, yoksul geçen öğrencilik yıllarında şişe toplayarak geçimini sağlaması ve aerobik hocalığından da söz ediliyordu. Yazıların çoğu övgü dolu olsa da içinde bir nebze küçümseme barındırıyor gibi gelmişti bana o zamanlar. Hesapsız plansız yazı tekniğiyle çocuksuluğun vurgulanması ve tabii bir de yazarın hayat öyküsünün bu denli romanla bağdaştırılması küçümsemelerin altında yatıyordu sanki. Arundhati Roy yirmi yıl boyunca üzerine yapıştırılan etiketlerden kurtulmanın bir yolu olarak sadece siyasi denemeler yazdı. Küçük Şeylerin Tanrısı, bir tür antibildungsroman olarak büyüyemeyen iki çocuğu anlattığı için çocuksuluk yakışıyordu. Başka deyişle dil ile anlatı birbirine uyuyordu, tam da bu yüzden ikinci romanı merakla beklendi. İlk romanın dili ve kurgusu başka bir konuda değişime uğrayacak mıydı? Küçük Şeylerin Tanrısı, bir kötülük ortamını anlatmasıyla ilginçti. Eğer kötülüğü besleyen bir ortam varsa yani aşırı baskıcı, özgürlük kısıtlayıcı bir ortam çok az eylemle kötülüğün yayılması sağlanabilir çünkü kötülüğü besleyen ortam hazırdır. Bu politik, toplumsal, töresel, geleneksel ortam; bir ülke, bir aile olabilir. Roy bu ortamı anlatmakta başarılıydı. HER ŞEYİ ANLATMAK Mutlak Mutluluk Bakanlığı (Çev.: Suat Ertüzün, Can Yayınları), ilk romandakine benzer kompleks kurgu ile (ama bu sefer bireylerin değil, ülkenin) kötülükle bes Arundhati Roy lenen ortamını anlatıyor. Roman iki öykü etrafında şekilleniyor: Birinci öykü, sonradan Encüm adını alan bir hermafroditin doğumu ile başlıyor. Beş çocuklu bir ailenin, üç kız evlat sonrasında doğan ilk erkek evladı olarak doğduğu gün Encüm’ün çift cinsiyetli olduğu fark edilmiyor. Daha sonra bunu anlayan annesi, herkesten gizleme yoluna gidiyor. Sorunu ilk başta dualarla, hocalarla aşmaya çalışıyor, daha sonra doktorların müdahalesi ve hormonlara rağmen değişen bir şey olmuyor. Encüm evden kaçıp kendisi gibi toplum dışına itilmiş eşcinsellerin ve transların birlikte yaşadığı bir eve sığınıyor. Bir caminin önünde bulduğu iki yaşındaki terk edilmiş Zeynep’i bulunca tüm ilgi ve sevgisini yönelteceği çocukla hayatı yeniden şekil alıyor. “Annelik”, Encüm’ün daha önce bildiği duygulardan farklı: “Anne gün geçtikçe daha da serseme döndü. Bir insan evladının bir başkasını bu kadar çok ve bu kadar karşılıksız sevmesinin mümkün olduğu gerçeğine hazırlıksız yakalandı.” Encüm’ün hayatındaki bir diğer dönüm noktası, tanığı olduğu 2002’deki Gucerat katliamından sonra başlıyor. 11 Eylül’ün ardından tüm dünyada başlayan Müslüman düşmanlığının neden olduğu, altmış dokuz Müslümanın katledildiği Gucerat’ta, hacıların diri diri yakılmasını, öldürülmesini ve hastaneye kaldırılanlara saldırıldığını gören Encüm, saldırganların elinden kurtulur ama artık dışarıdaki dünyaya dönüp yoksullara yardım etmek ister. Bunun için babasının mezar taşının yanına taşınır ve bundan böyle mezarlıkta yaşamaya başlar ya da orada artık ölmeyi bekler. Tam Encüm’ün hikâyesinin çözülme noktasına gelindiğinde, roman ikinci öyküye başlar. Arkadaşlıkları üniversite yıllarında başlayan Tilo ve ona âşık üç erkeğin hikâyesine geçer roman. Tilo ile özgürlük savaşçısı Musa’nın öyküsü, Keşmir’in bağımsızlık savaşı içinde yaşanır. İlk başta Encüm’ün hikâyesinden kopuk başlayan, Hindistan’ın başka bir bölgesinde geçen olaylar parçalanmış bir kurgu içinde yer alır; Arundhati Roy böylece onlarca portre sıkıştırır çağdaş Hindistan destanına. KARMAŞA Roy, ‘Mutlak Mutluluk Bakanlığı’nda Hindistan’ın yakın siyasi tarihini bireyler üzerinden anlatıyor. Sonuçta yirmi iki ulusal dilin konuşulduğu, 170 milyon Müslüman, 25 milyon Hıristiyan, 12 milyon Budist’in yaşadığı, nüfusun yüzde 79’unun Hindu olduğu bir ülkenin konu edildiği bir roman, kurgusal olarak da bu karmaşayı taşımazsa olmaz. Roy’un anlatı tekniğinden anladığımız bir özelliği, hiçbir karakteri önemsiz yan rollerde bırakmıyor. Olay örgüsü açısından ne denli uzak ve bağlantısız olursa olsun, kimseyi es geçmiyor. Örneğin mezarlıkta geçen bir sahnede her mezarın hikâyesi ayrıca tek tek anlatıyor. Bu anlatı tekniği, romanı kalabalıklaştırıp hantallaştırıyor; her şeyi ve herkesi anlatma, dağınık bir yapı veriyor romana. Bir diğer dağınıklık, yazarın ardışık anlatı kullanmamasından kaynaklanıyor. Örneğin, kırk beşinci sayfada Encüm’ün otuz yıldır yaşadığı evi terk ettiği söyleniyor, böylece bir tamamlanmışlık duygusu veriyor fakat daha sonra aradaki otuz yıla tekrar dönüyor ve yine sonunda evi terk edişine gelip dayanıyor konu, sonunda yüz on ikinci sayfada üçüncü kez gerçekten evi terk ediyor. Bir bakıma yazarın ne anlattığını unuttuğu hissine kapılabiliyor okur. Detaylarda fazla oyalandığı için gerçekte kurgunun kemiğini oluşturacak noktaların netleşmediğini görüyoruz. Bir başka örnek, Encüm evden ayrılma kararı aldığında eşyalarını, yıllar içinde biriktirdiklerini ateşte yakıyor: “Ateşe verilenler arasında şunlar vardı: Üç belgesel film (kendisi hakkında), kuşe kâğıda basılı, fotoğraflı ve ciltli büyük boy iki kitap (kendisini anlatan), yabancı dergilerde çıkmış yedi fotoğraf (kendisini gösteren). New York Times, London Times, Guardian, Boston Globe and Mail, Le Monde, Corriere della Serra, La Stampa ve Die Zeit dahil, on üçten fazla dildeki yabancı gazetelerden kesilmiş bir albüm dolusu kupür (kendisi hakkında)”. Romanın önceki sayfalarında sadece “ünlü” olmuştu gibi bir defaya mahsus bir bilgi veriliyor fakat Delhi içinde ünlü bir travesti olmakla, dünya basınında yer almış biri olmak arasındaki farktan söz edilmiyor. Neden ve ne zaman dünya çapında ün kazandı romanın hiçbir yerinde anlatılmıyor. Ayrıca çok sayıda kurgusal hata da gözüme çarptı, bir hafta içinde kaybettiği söylenen cep telefonu sonra bir de baktık ki kaybolmamış, cep telefonunu hediye eden kişiden mesaj alabiliyor. Sonuçta Mutlak Mutluluk Bakanlığı, özensiz yazılmış ve editör eli değmemiş bir izlenim bırakıyor. Siyasi düşünceler açısından çok değerli bakış açısına sahip, yakın tarihin bütün yolsuzluklarını, kötü yönetim örneklerini çok gerçekçi bir şekilde veriyor ve bu yanlış politikaların insanların hayatlarını ne denli etkilediğini gösteriyor. Nâzım Hikmet’ten bir alıntıyla başlaması, en yoksul, en dışlanmış ve en cesur insan manzaralarıyla dolu olduğu ve bir de Suat Ertüzün’ün muhteşem çevirisi için tabii ki tüm kusurlarına rağmen okunmalı. n 6 20 Temmuz 2017 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle