22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

yaklaşımla çok daha okunur hâle geliyor günümüzde. msaslankara@hotmail.com.tr www.sadikaslankara.com Fethi Naci’yle Márquez ağbilerimiz... Doğumdaş iki yazar: Márquez ve Fethi Naci. Biri dünyanın öte ucunda büyülü romanlar yazmış, öteki kavruk Anadolu’muzda kendine özgü biçemle “roman” türü üzerine kalem oynatıp ona can katmış. İkisinin de bizim güzel ağbilerimiz olduğu su götürmez elbette… F ethi Naci’yi (3 Nisan 192723 Temmuz 2008) yitireli on yıl olacak neredeyse… Gabriel García Márquez’le (6 Mart 192717 Nisan 2014) yaşıttılar gün farkıyla. Biri ta ötelerde roman sanatına dönük yeni bakışlarla buna yeni kıvam kazandırıp yatak serdi. Öteki, eleştirileriyle, kuramsal yazılarıyla ön açıcılık yaparak roman sanatımızın ileriye taşınmasında işlevsel rol üstlendi. Sözgelimi günümüz romancıları arasında belirgin bir yere sahip Hasan Ali Toptaş’ı kimseler tanımazken daha yazın kamuoyunun dikkatini de o çekmişti zaten: “Kültür Bakanlığı’nın o garip yarışması böyle bir değer getirdi romanımıza. Hasan Ali Toptaş’ın bu romanı kaynayıp gitmemeli (…) İki yayıncı dostumun, Erdal Öz’le Ahmet Küflü’nün, Sonsuzluğa Nokta’ya ilgi göstermelerini dilerim” (Fethi Naci; Eleştiride Kırk Yıl, Adam, 1994, 103). Nitekim Fethi Naci’nin yirmi beş yıl önce yazıya döktüğü bu dileği hemen gerçekleşmiş, Toptaş’ın ilk romanları Can’da kendisine yer bulmuştu. İşte Fethi Naci’yi sevgiyle anacağımız bugünlerde hem onu selamlayalım hem de romanın iki büyük ustasına yer açalım onlara dönük yapıtlar eşliğinde… mında işliyor yapıtını. Üstelik son derece dizgesel yaklaşımla yapılandırıyor. Bunun için başvurduğu yalın sistematik, ortaya derli toplu bir yapıt çıkmasına yol açıyor yine de. Nedir bu yalın dizgesellik? Martin, aile, kasaba, ülke, Latin Amerika, dünya tarihi odağında ilişki lenişleriyle Márquez’i somutlarken buna Fethi Naci Márquez eklemlenen iş (gaze te, sinema vb.), yazar grupları, yaşanılan tulmamalı. Nitekim Martin, “romancılar(ın) kentler, siyaset, farklı kökenlerden gelerek romanlarını büyük ölçüde kalpleriyle (ya kendisini besleyen bütün birikim kaynak da biraz Freudyen yaklaşmamız gerekir ları bunların üzerine yerleştiriliyor. Özelden se ‘id’leriyle)” (190) yazdıklarını söyleyip genele, genelden özele. Márquez çevresinde oluşacak giz halka Böyle bir temele oturtunca Márquez’i sını daha da genişletiyor, tıpkı kurmaca yazar, tarih sırasına göre yapıtlarını tek yazarı gibi okurdaki merak öğesini alabil tek alıp işlemek, çok yönlü bakışla bunlar diğine dürterek. üzerinde düşünce geliştirmek kolaylaşıyor İster giriş amacıyla isterse konuya enikonu. Ne var ki bu yöntem, böylece uy dalmak için olsun, Gerald Martin’den, gulanırken, bunun kolay olmadığı, bu bü Márquez üzerine kaçırılmayacak bir fırsat, yük yazarın, büyücü gibi gizlerini öyle faş güzel bir okuma şöleni. Artık inceleme etmekten alabildiğine uzak durduğu unu yapıtları da kurmacadan esinler taşıyan ERTUĞ UÇAR; “WOOLF’UN İZİNDE”… Öykücü, romancı Ertuğ Uçar, doğrudan kendisini de katarak kurduğu yazınsal değeri yüksek Woolf’un İzinde (Can, 2017) başlıklı yapıtını üç bölümde dizgeleştiriyor. Virginia Woolf’un “Deniz Feneri”nden kalkarak bu yönde bir ilişkileniş ağı kurup böylelikle yazara ulaşıyor, özgün bir yolla. Ertuğ, bu doğrultuda kazı yapar görüntüsü verirken aslında çok önceden geldiği öngörülebilecek bir çıkarsayımlar dizisini adımlıyor yalnız. Öykücülerin iyi bildiği söyleyişle, soyundurmak yerine giyindiriyor anlatısını; deniz fenerlerinden kalkarak Deniz Feneri’ne, oradan Virginia Woolf’a. Yazdıklarını büyük merak duygusuyla okuyorsunuz bu nedenle. Zaten kendisi de, “deniz fenerlerine kırk merak saldım” (17) diyerek başlıyor bu anlatıya. Uçar, söz konusu keşif yolculuğuna çıkışını bir çalım kendi yaşamöyküsel anlatısıyla örtüştürürken insanı saran, büyülü bir Virginia Woolf kazısına da götürüyor okuru. Bir anlatıcıdan beklenen, okuru peşine takıp sürükleme becerisi de gösteriyor bu arada. Okuduğumuz bir deneme elbette; sorgulayıcı yanıyla deneme, biliyoruz bunu. Ne ki yine de bu denemeyi kurmaca bağlamında okumaktan alamıyoruz kendimizi. Ertuğ Uçar’ın kurmacayla içlidışlı örüntülediği anlatısını, Virginia Woolf’a yönelik roman olarak okumak da olanaklı bu nedenle. Yazar, “Bir şeyi sevmekle bir şeyi yazmayı sevmek arasındaki fark”tan (92) söz ederken yaptığı vurguya benzer biçimde, okuma edimini kurmacayla denemenin ikilemine çeviriyor, üstelik bir grup eylemli okuru da bu serüvene katarak. Bunların toplamına dayalı yazınsal tatla, insanı esrikleştiren bir yapıt Woolf’un İzinde… Virginia Woolf’u yeniden ama farklı keşifle tanımak isteyecekler için güzel bir olanak da aynı zamanda… n GERALD MARTIN; “GABRIEL GARCÍA MÁRQUEZ’E GİRİŞ”… Öteki dillerin yanında Türkçede de yabancı yazarlara özgülenmiş, telif ya da çeviri yapıtlar olmuyor değil… Bunların başını, yanılmıyorsam eğer, Shakespeare çekiyor. Ama dilimizde Márquez de önemli bir yer kaplıyor nicedir. Yazın, sanat dergilerinin onun için yaptığı özel sayılar da eklenebilir. Son olarak Gerald Martin’in, Gabriel García Márquez’e Giriş (Çev.: Emrah İmre, Can, 2017) başlıklı yapıtı da bunlara katıldı işte. Martin, şu soruyla giriyor incelemesine: “Küçük bir tropikal kasabada dünyaya gelen bir çocuk büyük bir yazara nasıl dönüşür?” (26) Gerald Martin, Márquez’i, yüzyılımızın önemli bir uğrağı olarak alıp “Giriş” bağla ÖYKÜDENLİK... Ayten Kaya Görgün; “Kimseye Söylemedim”… A yten Kaya Görgün, ilk romanı Arıza Babaların Çatlak Kızları’ndan (Ayrıntı, 2011) sonra bu kez ilk öykü kitabıyla selamlıyor okuru: Kimseye Söylemedim (Ayizi, 2017)… Hoş, yazar, dergilerde öykü yayımlamamış değil, ancak bu ilk öykü kitabına aldığı öykülerini bütün yönünde evirerek geliştirdiği görülebiliyor yine de. Öyküye, gülmeceler yazarak girdiği bilgisi var yaşamöyküsü notlarında. Başarılı bir senaryocu da. Anlatısı, sinematografiyle gülmecenin roman kadar öyküde de zengin katkıya dönüştü ğünü gösteriyor. Gerçekten de Ayten Kaya Görgün Ayten Kaya, bu iki kaynaktan alabildiğine yararlanıyor ama verimini bunlara dönüştürmüyor. Örneğin gülmece, çizgiselleşerek bir anda öyküyü tepetakla getirebilecekken böyle bir düş künlüğe hiçbir öyküsünde rastlanmıyor onun. Hele yararlandığı o yüksek sinema tografiyi de buna katınca, öykülerini sıkı birer metne dönüştürüyor yazar çabuucak. Ayten Kaya Görgün, hep eylem tümce leri kuruyor. Sözdizimlerinde gülünesi du rumlar da sinematografi de yoğun biçimde yer alırken bunları duygu durumlarıyla ya da olgusal görüntü anlatımlarıyla karıştırmıyor yine de. Ama okur, öyküde anlatılmayana, anlaşılması beklenen kurmaca etkinliğine dalabiliyor kolayca. Sonuçta eylemin ardındaki hem hüzünlü hem lirik anlamsallıkla buluşturuyor Ayten bizi. Gülebilirsiniz elbette ama gözleriniz de dolacak yanı sıra, öylesine cinlikle köpürtülen bir anlatım bu. Anlatıcıların kendi şaşkınlığını da döküp saçtığı… Ayten Kaya’yı, Seray Şahiner gibi yazarlarla birlikte, farklı biçemlerle bu yazınsal kavrayışın temsilcilerinden biri konumunda almak olanaklı görünüyor bana. Böyle bir damar, okuru kuşatıyor işte. Ayten’in, Seray’ın, ötekilerinken bu damarı daha da geliştirecekleri açık. n Not: www.sadikaslankara.com çeşitli başlıklar altında, yazına, tiyatroya, belgesele yer verirken özellikle öyküye de farklı alanlar açmayı sürdürüyor. 12 20 Temmuz 2017 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle