24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Yılmaz Güney’i hatırlamak... İnci Aral, “Sevgili” ile Yılmaz Güney’in bir dönemini romanlaştırmış. Aral’la buluşup romanını ve yazma sürecini konuştuk. H er nesil kendinden sonraki nesle neler kalacağının yargıcıdır aynı zamanda. Diyelim ki 1600’lerde yaşamış bir besteci vardı, o yıllarda sevilip dinleniyordu ama kayıt olanakları olmadığından yıllar içinde müzikleri yavaş yavaş unutuldu. Kimse notalarına sahip çıkmadı, kütüphanesi, elyazmaları kasap dükkanlarında etlere sarılıp müşterilere verildi, ardından da sobaları tutuşturmak, ısınmak için kullanıldı. Bu bestecinin eserleri iki nesil içinde yeryüzünden silinir; besteciyi ya da müziğini hatırlayan kimse kalmaz hayatta. Bu yüzden her birimizin günümüzün sanatçıları için bellek olduğumuzu unutmamamız gerekir. Sanat bu sayede ölümsüzlüğe kavuşur. Kuşkusuz hangi kitabın yeniden basılacağına ya da hangi filmlerin korunacağına birileri karar verir, hepimiz suçlu olamayız yitirilenler konusunda ama ilkçağlardan beri eserlerin korunmuş olması, tek tek bireylere bağlıdır. Belli dönemlerde gelişen zevkler ve siyasi kararlar doğrultusunda bazıları unutulmaya terk edilir, bazıları ise yaşamaya devam eder içimizde. İnci Aral romanını yazmaya başlamadan önce Güney’in yakın dostlarıyla konuşmuş ve dönemin gazetelerini, dergilerini, magazin haberlerini araştırmış. İnci Aral, yeni romanı Sevgili ile Yılmaz Güney’in bir dönemini anlatarak daha doğrusu romanlaştırarak unutulmaması ve yeni nesillerin onu tanıması için emek vermiş. Kendisiyle buluşup bu romanı yazma sürecini konuştuk. Asıl Yılmaz Güney’le ilgili çalışma, 19982000 arasında Güney’in eşi Fatoş Güney ile birlikte ünlü sinemacıyı anlatan bir senaryo kaleme alarak başlamış fakat ne yazık ki senaryoyu ısmarlayan CostaGavras projeden vazgeçtiği için filme çekilmemiş. Aral aradan geçen yıllar sonrasında Yılmaz Güney’in 1970’lerden başlayan hikâyesini –isimleri değiştirerek– roman hâline getirmiş. BİR VEFA ÖYKÜSÜ Sevgili, henüz on sekiz yaşında bile olmayan lise öğrencisi Nilüfer’in bir ar kadaşıyla film setine gitmesiyle başlıyor. Nilüfer ile filmin yönetmeni Yavuz, ilk kez burada karşılaşıyor. İlişkileri ilk günden bir hasret öyküsü olacağının sinyallerini veriyor: Yavuz, Doğu’da askerliğini yaparken Nilüfer ise yatılı okulda öğrenci. Kavuşmalarına engel oluşturan bir diğer unsur ise Nilüfer’in ailesinin böyle bir ilişkiyi, aile yapıları, kültür ve yaş farkı gibi nedenlerle onaylamaması. İlişkilerinin ilk yılı mektuplarla ve arada sırada olanak bulup görüşmelerle geçiyor. Sonrasında ailesinin izni olmadan 1971’de evleniyorlar ama on altı yıllık evliliklerinin ancak üç buçuk yılını tam anlamıyla birlikte geçiriyorlar. İlişkilerinde hep hasret var. Yılmaz Güney’in ününün dorukta olduğu yıllarda büyüyen benim gibi birçok okur için roman aslında hatırlatmalarla dolu. İnci Aral ile söyleşimiz sırasında birkaç kez “aşk öyküsü” dediğimde, ısrarla bunun bir aşk öyküsünden çok bir vefa öyküsü olduğunu söyleyerek düzeltti sözümü. “Aşk öyküsü” gerçekten de zayıf kalıyor Yılmaz Güney’den söz ederken; bu romanda onun kişiliğinin, aile hayatının ve filmlerinin siyasi görüşleriyle bir bütün oluşturduğu anlaşılıyor. Hiçbirini diğerinden bağımsız olarak düşünmek mümkün değil. KENDİNİ OLUŞTURMAK İnci Aral’ın romanı sayesinde bir başka yönünü daha keşfediyor okur, o da Yılmaz Güney’in kendini oluşturmak için verdiği çaba. Örneğin, ilk kez Nilüfer ile tanıştıklarında ona “Sen benim rüyamda gördüğüm kızsın. Dün gece seni rüyamda gördüm, bugünkü gibi beyazlar giymiştin. Sen o kızsın” diyor. Şöyle bir izlenim veriyor Güney. Aklında kendisi için düşündüğü bir gelecek var, sanki bir filmini kurgular gibi kurguluyor hayatını ve bunun için sanki doğru oyuncuyu seçiyor. Nilüfer o kişi. Olmak istediği erkeğin kadını. “Kral, yoğrulacak bir hamurmuş gibi onu da avucunun içine alacak, yönetecekti. Zorbalıkla değil elbette.” “Zekâsıyla, olgunluğuyla, deneyimiyle yapacaktı bunu” diye açıklıyor romanda Aral. Yeni hayat arkadaşıyla yeni bir dönem açmak istiyor hayatında da. Sevgilisine yazdığı mektupta “Geçmişime dışarıdan bakıyorum ve sana gelinceye kadar olduğum adamı, yaptıklarımı sevmiyorum. Emin ol, hayatımın o dönemi bitti. Bütün o saçmalıklar sona erdi. Artık yanlışsız bir adam olmak istiyorum. Özgürce uçmak istiyorum.” Bu yeni döneminde de yanında “sevgili” diye hitap ederek mektuplar yazdığı kadını istiyor: “Şimdimin ve gelecek bütün günlerimin ortağı” dediği kadını. İnci Aral, romanını yazmaya başlamadan önce Güney’in yakın dostlarıyla konuşmuş ve dönemin gazetelerini, dergilerini, magazin haberlerini araştırmış. Güney’in dostları böyle bir romanı yazmanın zorluğundan söz ederek korkutmuş onu. Dostlarının neredeyse ortak olarak söylediği şey, Yılmaz Güney’in çok karmaşık bir kişiliğe sahip olduğu ve anlatılmazlığı. Bu yüzden ilk başlarda cesareti çok kırılmış Aral’ın. Gerçekten de Yılmaz Güney çok yönlü, karmaşık bir kişilik. Ailesi, hayatı, hapishane günleri, filmleriyle anlatmak zor böylesi yerinde hiç durmayan bir adamı fakat ortak birleştirici şey Güney’in hayatında hep siyasi görüşleri oluyor. Bu noktadan bakıldığında her şey yerine oturuyor. Romanda anlatılan dönem siyasi olarak da ülkenin sıkıntılı yılları; askeri darbeler arasında solcu ve devrimci sanatçılara baskılar artıyor. O yıllarda yükselen sol hareketi durdurmak için çok sert önlemler alıyor iktidar. Yılmaz Güney her anlamda etkileniyor bu durumdan. Aslında benmerkezci, “hayır” sözünü tanımayan, kafasına koyduğunu yapan kavgacı bir adam, öte yandan toplumcu bir hümanist. Onun sinemasını anlamak için kavgacı ve devrimci yönü ile onun romantik yanını anlamak gerekiyor. Bir yandan, saf bir Anadolu delikanlısıyken kamera arkasına geçtiğinde dehasını gösteren usta bir sinemacı. n 6 22 Haziran 2017 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle