19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

[email protected] www.sadikaslankara.com Rroommaannalayyoolclcuululukk… Romanla çıkılan her yolculuk ister istemez romana doğru yapılan yolculuğa da dönüşüyor. Kurmacanın bir ucu sizde olduğuna göre kaçınılmaz elbette bu. Artık okur, romanda yol alırken romanın kendisinde de arayışa geçecektir. Y azın kamuoyunda roman okuma, alımlama düzeyi yükselirken bir yandan romansal eğlenceye dönük haz çoğalıyor öte yandan buna dönük eleştirel düşünce de alabildiğine gelişiyor. Bu yöndeki gelişimi salt çevirilere bağlamak doğru değil. Nitekim Türkçe kaleme alınmış romanda da okur artık, bırakın yüz yıl öncesini, elli de değil yirmi yıl öncesine göre bile farklı değerler silsilesiyle kuşatılmış durumda bugün. Türkçedeki roman dağarımızın her geçen gün daha da zenginleştiği, kimi tekil örneklerin kendi dönemeçlerini hızla aşıp farklı yönsemeler içinde, sonuçta bütünü de peşinde sürükleyerek bunu daha ileri aşamalara taşıdığı apaçık görülebiliyor. SEMİH GÜMÜŞ; “YALNIZLIK KİME BENZER”… Semih Gümüş’ün ilk romanı Belki Sonra Başka Şeyler de Konuşuruz (Can, 2015), 1980’lerde kaleme alınmış, sonradan “kalafat”a çekilerek elden geçirilip yayımına gönül indirilmiş bir yapıt gibi görünmüştü başta, ne yalan söyleyeyim. Çünkü kitap, Semih Gümüş imzasının taşıdığı kestirilebilecek bir yazınsal birikimin uzağında kalıyordu enikonu. Anlatımcı, düz değiştirimci bir biçemsellik yansıttığı için. Bu yüzden beklemek gereği duydum, sonradan ortaya çıkabilecek daha başka uzanımları da olacaktı herhalde yazarın. Eleştirmen, denemeci Semih’in kurmacacı Semih’le alışverişini görebilmeliydik bir iyi. Eh, çok beklemedik zaten, ikinci romanı Yalnızlık Kime Benzer’le (Can, 2017) çıkageldi Gümüş. Oh be, dedim, işte Semih bu! Anlatıcısıyla âdeta masal kadını olarak aldığı Lal arasındaki ilişkilenişte aşk/ ölüm, doğum/ yapıt vb. bağlanmaların seğrildiği bir romans ya da oda romanı havasındaki yapıt, kurmaca yazınımızın en güzel örneklerinden biri olarak alınabilir bana göre. Değişkenliğin simgesi hayal karakter Lal’i, kendi dışına çıkaran anlatıcı, zıt kişiliklerle nasıl da birbirini bütünleyici ikizil yanlar taşıdıklarına da vurgu getiriyor aynı zamanda. Yoğun emekle olgunlaştırılarak kıvama kavuşturulmuş, kendi özgün tadına ulaştırılmış sözdizimleriyle nefis bir yazınsal dil çıkarıyor ortaya yazar. Olmayan ya da olması istenen bir aşk eşliğinde, buna zorunlu koşulmuş ölüme, sisler altındaki kıyılara, karşısında çırılçıplak kalınmış adayla bunları yeniden yapılandırıp gerçekleştirecek bir edebiyat üzerine, doyumsuz okuma vaat eden güçlü, bu oranda da estetik haz üreten bir üst kur ÖYKÜDENLİK... Pelin Buzluk; “En Eski Yüz”… D aha önce okuduğum Kanatları Ölü Açıklığında (Can, 2012) başlıklı öykü demetinde de yazar, kadın yalnızlığıyla yoksanma olgusunu, yanı sıra ölüm izleğini ya da varoluş kaygısını birlikte ele alıyordu. Düz öyküler yanında soyutlayımıyla dikkati çeken örnekler de var yapıtta. Düz diyorsam “Tozlu Cennet”, “Yaz Geldi” vb. örnekler, sıra içi sayılabilir ama sıradan öykülermiş gibi alınmamalı yine de. Ne ki “Dördüncü”, “Deray” vb. örneklerde ise Pelin, örtüklükle açıklık arasında denge gözetirken bunları gizemli uçlarla sarmalayıp halkalandırarak sürdürüyor anlatısını. Öyküleri sona taşırken bütüne yaydığı büyüyü, tartımı, dengeyi düşürmeksizin bir yandan albenili kılıyor öte yandan halkayı kapatırken hüner de sergiliyor. Bu arada birbirinden farklı kadınlarla birlikte kendi öykü odasına buyur ediyor okuru. Bu kadınlarda yerleşik “biz olan bir korku”yla (31) cebelleşirken yaşadığı çağa dönük öyküler verimliyor. Kadınlar için apayrı bir korku tüneli kuşkusuz yaşanan. Bu nedenle kadınlık hallerine dönük bin nakışlı, bin menevişli öyküler diyebiliriz Pelin Buzluk’un kısa ama koyPelin Buzluk gun öyküleri için. Bir not da benden: www.sadikaslankara. com , “Öykü Çilingiri”, “Öykü Kürsüsü”, “Yaratıcı Yazarlık” başlıkları altında kurcalayıcı kavrayış getiriyor. Yakın zamanda yeni bir başlık daha eklenecek; “Bana Gelen Mektuplar”. Yazınsal veri, değer, ipucu vb. anlamında yer bulacak kuşkusuz bunlar. n maca metin. Bireysel, yazınsal varoluş sorunsalları içinde boğuşan bir yazarın masasına aldığı başucu yazarları eşliğinde çıktığı bir yolculuğun engebeli, çalkantılı serüveni bağlamında da alınabilir anlatı. Semih Gümüş’ten, gerçektenlik duygusunu da alabildiğine yükselttiği, her zaman değerini koruyacak bir roman: Yalnızlık Kime Benzer. Kitaplarla yazına, karakterlere, kurmacanın kendisiyle bunlardaki gizlere dönük büyü sökümü çalışması gibi de alınabilir yapıt. Klasik çağlardan kalmış, kutsal fragmentlerle içlidışlı, ötesinde unutulmuşken tam, rastlantıyla kasabanın birindeki sahafta bulunuveren havasıyla. Asıl roman bu… SERDAR AYSEV; “LAF EVİ”… Yirmi yıl kadar önce yayımladığı şiir kitabından sonra bir ilk romanla geliyor Serdar Aysev: Laf Evi (Ayrıntı, 2012). Gereğince üzerinde durulmadı mı yoksa ben mi atladım bilemiyorum. “Lafı çatıp kurmanın harcı (bir) dil”le (184) yapılandırılmış, sıradanlıkla karşılanmaması gereken bir roman bu. Kocanın erken ölümü sonrasında iki oğulla kalan sıra dışı dul Melahat, sihirbazlıktan pavyonlarda çalışmaya, terziliğe bir dolu yaşam savaşımı verirken hem Melahat’ın hem de büyük oğlun birbirine geçmeli bakışıyla aralara giren söylen, masal, oyun, senaryo vb. farklı kaymalar, kırılmalar eşliğinde süren anlatı, böylece cazip bir renk yelpazesi de sunuyor. Yapıtta görünen omurga bağlamında bir “aile tarihi” alınabilir belki, ama yazar, romanı çeşitlendirmede, yan öyküler kurup geliştirmede, aksları birleştirip bunları dengeli biçimde ana gövdeye eklemlemede dikkat çekici açılım sergiliyor. Hem karakterin kendi bakışı hem üst anlatıcı yazarın dıştan bakışını işlemede başarılı bir giriş yapıyor Aysev. Söyleşimlerini iç içe dokuyuşu ise apayrı kıvraklık kazandırıyor anlatıya. Cumhuriyetin parlak göstereni halinde Ankara romanı olarak başkentin çöküşüne özgülenmiş, olgusalla kurgusal olanın, yaşamdan alınan kişilerle kurmaca kişilerin birlikte harmanlanarak yapılandırıldığı bir yapıt Laf Evi. Bu çerçevede, olgusal olandan kalkılarak yapılmış dönüştürümleriyle de ilginç. İçli sarışlarla çoğullaşan metin, ilerleyen bölümleriyle âdeta sözlü tarih tanıklığı da yapıyor bir biçimde. Nitekim DenizYusufHüseyin üçlüsünden Erdal Eren’e, Necdet Adalı’ya, öteki genç kıyımlara uzanan yazar kendi dönemine bakış getiren bir yaklaşım da sergiliyor alabildiğine. Ötesinde Dersim olaylarına bakışında, bunu işleyiş özgünlüğüyle de dikkati çekiyor. Ne var ki herhangi karakter konumu taşımayan, anlatıya bir kez katılan kişilere ad vermek gerekmediğini, bilim sanatta Ankara kökenli Nejat Kaymaz, Enis Batur vb. adlara yer açıp kentteki semtlere, kurumlara, yapılara gülünç denebilecek yakıştırmalar getirmenin doğru olmadığını göremiyor yazar. n 18 22 Haziran 2017 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle