05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Canterbury Hikâyeleri Orta İngilizcenin en büyük yazarı Geoffrey Chaucer’ın özgün planına göre “Canterbury Hikâyeleri”nde her karakter dört öykü anlatacaktı. İki öykü giderken iki öykü de dönüş yolunda; böylece yüz yirmi öykü olacaktı oysa kitapta sadece yirmi dört öykü yer alıyor. Sonuçta tasarladığından farklı bir eser çıktı ortaya fakat hemen eklemek gerekir ki bu eser, hiçbir şekilde tamamlanmamışlık duygusu vermez okura. C anterbury Hikâyeleri Türkçe yayımlanmış en güzel çevirilerden biri. Shakespeare’den sonra İngiliz edebiyatının en önemli ismi olarak görülen Geoffrey Chaucer’ın başyapıtını, Nazmi Ağıl büyük emek vererek 1994’te çevirmişti. Bugünün okurunun anlayacağı şekilde ama yazarın tüm esprisini ve hoşluğunu yansıtan bir çeviri ile geniş kitlelerin okumasına açmıştı Chaucer’ı. Geçen hafta bir de Peter Ackroyd’un düzyazıya döktüğü bir Canterbury Hikâyeleri yayımlandı. Ackroyd, Chaucer’ın eserine modern bir biçim vermiş ve yenilenmiş bir dile aktarmış; yaptığı sadece Orta İngilizce bir metni bugünün İngilizcesine çevirmek değil, eseri şiirden düzyazıya aktararak da daha romana özgü bir hava vermiş. Eserde, öncelikle konuyu temel aldığını ve şiirsel inceliklerden çok konuyu görünür kılmaya çalıştığını görüyoruz. ORTA İNGİLİZCE 1066’da Britanya’daki Norman istilası, o zamana kadar halkın kullandığı dilde değişimlere neden oldu. Kıta Avrupası’nda kullanılan gramer kuralları ile birlikte İngilizceye çok sayıda Fransızca sözcük girdi ve dilde evrimsel dönem başladı. Ortaçağ’ın ikinci yarısında (11501500’ler) kullanılan bu İngilizceye Orta İngilizce de nir. Yine bu dönemde kültür merkezi kuzeyden Londra’ya indi ve Londra halkının dili temelinde dil gelişti. Britanya’ya matbaanın girmesiyle (1476) Orta İngilizce de değişime uğramaya başladı ve bugünkü hâlini aldı. Orta İngilizcenin en büyük yazarı Chaucer, on dördüncü yüzyılın ikinci yarısında, varlıklı bir aileye doğdu. Şarap tüccarı babası, 1349’daki veba salgınında akrabalarını kaybedince çok değerli arazilere miras yoluyla sahip olmuştu. Bu sayede zenginleşen ailenin tek oğlu Chaucer iyi bir eğitim gördü. Fransızca ve İtalyanca öğrenmişti, diplomatik görevleri sırasında dilini geliştirme fırsatı buldu. Fakat o, her kesime hitap edecek, halkın anlayacağı dilde yazmayı istiyordu. O yıllarda kilise dili Latince, saray dili ise Fransızcaydı, Orta İngilizce ise daha çok cahil halkın diliydi. Bunu yaparken kendi halklarının dilinde yazan Dante’yi ve daha çok da Boccaccio ve Petrarca’yı kendine örnek aldı. 1360’ta dönemin önemli siyasetçilerinden John of Gaunt’un baldızı Phillipa ile evlendi. Evlilik dışı ilişkileri oldu mu bilinmez ama 1380’de bir kadın kendisine saldırdığı (tecavüz, kaçırılma ya da uygunsuz ilişki anlamına gelen “raptus”) gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu ama daha sonra suçlamadan vazgeçti. Bu yıllarda aynı zamanda karısı hastalanmıştı, bir olasılığa göre dua etmek için hac yolculuğuna çıktı ve Canterbury Hikâyeleri’ni de bu deneyimleri üzerine, karısının ölümü sonrasında kaleme aldı. Chaucer’ın özgün planına göre Canterbury Hikâyeleri’nde her karakter dört öykü anlatacaktı. İki öykü giderken iki öykü de dönüş yolunda; böylece yüz yirmi öykü olacaktı oysa kitapta sadece yirmi dört öykü yer alır. Belki ilk düşüncesinden vazgeçmişti ya da tasarladığı şekle dönüştürecek zamanı bulamadı. Belki de kitabı tasarlarladığı hac yolculuğuna giderken karakterler dünyevi öyküler anlatacak, dönüş yolunda ise ruhani öyküler olacaktı. Sonuçta tasarladığından farklı bir eser çıktı ortaya fakat hemen eklemek gerekir ki bu eser hiçbir şekilde tamamlanmamışlık duygusu vermez okura. Giriş bölümü, sergileme ve sonda yer alan “Chaucer’ın Reddiyesi” bölümüyle bütünlüğe sahip bir eserdir. ÇERÇEVE ÖYKÜ Ortaçağ’da Canterbury, Aziz Thomas Becket’in anıtmezarının bulunduğu yer olarak önemli bir hac yeriydi. Chaucer kitabında, oraya gitmek üzere tamamen tesadüfen toplanmış otuz kadar hacı adayından oluşan bir grubu anlatır. Boccaccio’nun Decameron eserinden farklı olarak hac yolcuları toplumun değişik sınıflarından gelen, farklı yaşlarda Geoffrey Chaucer insanlardır. Chaucer özellikle bu farklılığa dikkat çeker ve “compaignye” (yoldaş) sözcüğünü, ekmeğini paylaşan insanlar (“com” birlikte, “pane” ekmek) anlamında kullanır. Ayrıca topluluğu “kafile” olarak adlandırır çünkü bu grubu bir bütün olarak düşünmemizi ister. Kitabın iskeleti çok farklı kişilerin bir araya gelmesini konu edindiği için yazar bunu değerlendirip eser içinde farklı tür denemelerine girişir. Şövalye, değirmenci, rahibe, avukat gibi toplumun çeşitli tabakalarından gelen insanların ağzından Chaucer masal, şövalye romansı, vaaz, astroloji bilgileri, aziz öyküleri, fabllar gibi birbirlerine benzemeyen türleri bir çatı altında toplayabilmiştir. Böylesine değişik türler bir arada ancak çerçeve öykü ile dağınık olmadan sergilenebilir. Çerçeveyi oluşturan şey grubun birlikte yolculuk etmesidir, çerçevenin içi ise tamamen birbirlerinden bağımsız, farklı konulara sahip öykülerden oluşur. KARŞILAŞTIRMA Chaucer, birçok anlamda on dördüncü yüzyıl dünyasının eksiksiz bir temsilcisi olarak düşünülür. Peter Ackroyd, kitaba yazdığı önsözde hem Chaucer’ın hayatını hem de Canterbury Hikâyeleri’nin edebiyattaki yerini dile getiriyor. Zaten 2004’te Chaucer’ın biyografisini yazmış, uzun yıllar da Ortaçağ Londrası üzerine çalışmış bir yazar olarak dönemi ve yazarı çok iyi tanıyor. Ackroyd bu kitabı yazma amacını ise şöyle açıklamış: “Görevimin şiirin tadına varılmasını kolaylaştırmak olduğuna inanıyorum. Hikâyelerin anlaşılması ve onlardan keyif alınması yönündeki engelleri kaldırmak ve çeşitli yollarla orijinalin gerçek doğasını ifade etmek ve sezdirmek.” Elbette Chaucer’ı İngilizce okuyacaklar için büyük bir fırsat yaratıyor Ackroyd. Öte yandan bizler, yani Chaucer’ı zaten çeviriden okuyan dünyanın geri kalanı için çabasının özel bir anlamı kalmıyor. Ackroyd’un kolaylaştırılmış versiyonu yerine (ki Berna Seden’in çevirisi çok başarılı) özgün metnin çevirisini okumanızı öneririm. Karşılaştırmayı yapabilmeniz için aynı bölümün nasıl yazıldığına bakın: “Hancı araya girdi ‘Sakin olun’ dedi ‘hem de derhal! Bırakın da hikâyesini anlatsın kadın, ulan, Birayı biraz fazla kaçırdınız anlaşılan! Siz devam edin bayan, susacak bu ikisi’. ‘Öyle olsun’ dedi kadın, ‘teşekkürler, çok mersi. İzniniz olursa sayın Frer, bakın baştan söylüyorum…’ ‘Lütfen’ dedi Frer, ‘Meraktan ölüyorum’.” (Geoffrey Chaucer, Canterbury Hikâyeleri, Çeviren: Nazmi Ağıl, YKY, 1994). Şimdi de Peter Ackroyd’un dilinden aynı bölüme bakalım: “Harry Bailey araya girdi. ‘Sessiz olun! Ağız dalaşına bir son verin. Bırakın da hanımefendi hikâyesini anlatsın. Sarhoş kavgası yapıyorsunuz. Buyurun hanımefendi anlatın bize hikâyenizi.’ ‘Değerli Frer’imiz devam etmeme izin verirse ben hazırım Bay Bailey.’ ‘Madam’ diye karşılık verdi beriki. ‘Daha büyük bir zevk olamaz benim için.” (Peter Ackroyd, Geoffrey Chaucer’ın Canterbury Hikâyeleri, Çeviren: Berna Seden, Can Yayınları, 2017). n 6 1 Haziran 2017 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle