Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
‘Hadi bir iyilik yap bana bu sabah’ Raymond Carver’ın (19381988) bazı şiirlerini daha önce Şiir Atlası sayfamızda yayımlamıştık. Carver, ülkemizde daha çok “Aşk Konuştuğumuzda Ne Konuşuruz?”, “Katedral”, “Azgın Mevsimler”, “Lütfen Sessiz Olur musunuz, Lütfen?” gibi öykü kitaplarıyla tanındı. Carver’ın şiirlerinin bir bölümü de öyküleriyle birlikte Zafer Aracagök tarafından Türçeye çevrilip “Ateş” başlığıyla yayımlandı. Şiirlerinden daha geniş bir seçki ise “Bilmezsiniz Aşk Nedir” ismiyle 2011’de yayımlandı. Raymond Carver RAYMOND CANVER/ ŞİİRLER/ ÇEVİREN: CEVAT ÇAPAN YOL Ne berbat bir gece! Ya hiç rüya görmüyorsun, ya da gördüğün bir şey kaybetip kaybetmediğinle ilgili bir rüya. Dün gece bir şey söylemeden kırda bir yola bırakmışlar beni. Uzakta, tepelerde bir evin bir yıldız kadar küçük parlayan ışığı. Ama oraya gitmeye korktuğumdan durmadan yürüyorum. Sonra camlara çarpan yağmurun sesiyle uyanmak. Pencerenin yanındaki vazoda çiçekler. Kahve kokusu ve yıllarca önce gitmiş birisininmiş gibi saçlarının yüzüme değişi. Ama masanın altında ayaklarının yanında bir ekmek parçası var, bir de yerdeki çatlaktan çıkan ve bir ileri bir geri gidip gelen bir karınca ordusu. Gülümsemen sona eriyor. Hadi bir iyilik yap bana bu sabah. Perdeleri çek ve yatağa gel. Unut kahveyi. Tut ki, yabancı bir ülkedeyiz ve âşığız birbirimize. KORKU Polis arabasının evin önüne geldiğini görme korkusu. Geceleyin uykuya dalma korkusu. Uykuya dalma korkusu. Geçmişin canlanacağı korkusu. Şimdiki zamanın kaçıp gideceği korkusu. Gece yarısı telefonun çalacağı korkusu. Elektrik fırtınaları korkusu. Yanağında beni olan temizlikçi kadının korkusu! Isırmaz dedikleri köpeklerin korkusu. Tedirginlik korkusu! Ölü bir arkadaşın kimliğini saptama korkusu. Parasız kalma korkusu. İnsanlar inanmasa da çok şeye sahip olma korkusu! Psikolojik açıklamalar korkusu. Geç kalma korkusu, bir yere herkesten önce varma korkusu. Zarfları çocukların el yazısıyla yazmaları korkusu. Onların benden önce ölecekleri ve benim suçluluk duyacağım korkusu. Annemle onun ve benim yaşlılığımda birlikte yaşama korkusu. Kargaşa korkusu. Bugünün mutsuz bir havada sona ereceği korkusu. Kalktığımda senin gitmiş olduğunu görme korkusu. Sevmeme korkusu. Yeterince sevmeme korkusu. Sevdiğim şeyin sevdiklerim için ölümcül olacağı korkusu. Ölüm korkusu. Uzun yaşama korkusu. Ölüm korkusu. Onu söylemiştim. MÜZİK Franz Liszt roman yazan Kontes Marie d’Agoult’yla kaçmış. Kibar sosyete bir daha yüzlerine bakmamış Liszt’in ve o romancı kontes orospusunun. Liszt on üç çocuk ve müzik vermiş dünyaya. Sonra Prenses Wittgenstein’ı kaçırmış. Liszt’in kızı Cosima orkestra şefi Hans von Bülow’la evlenmiş. Ama onu da Richard Wagner çalmış. Almış Bayreuth’a götürmüş. Bir sabah Liszt uzun beyaz saçları rüzgârda uçuşarak orada ortaya çıkmış ve yumruklarını sallamış. Müzik. Müzik! Herkes daha ünlü olmuş. AFGANİSTAN Sıra sıra çamlı yolların hüzünlü müziği. Orman uzakta kar altında dinleniyor. Hayber Geçidi. Büyük İskender. Tarih ve lacivert taşı. Ne kitap, ne resim, ne ıvır zıvır hoşuma gidiyor. Ama ondan hoşlanıyorum, bir de lacivert taşından. Minik parmağına taktığı o mavi taş. Ondan da fena halde hoşlanıyorum. Kuyuya indirilen kova tangırdıyor. Çektiği suyun tadı anlatılır gibi değil. Nehir boyunca teknelerin yedekte çekildiği yol. Badem ağaçları arasındaki patika. Sevgilim Her yere ayağında sandallarla gidiyor Ve parmağında bir lacivert taşı. SERT BİR RÜZGÂR Bugün saat üçte sert bir rüzgâr esti Boğazın durgun suları üzerinde. Yükseklerde esen bir rüzgârın sürüklediği Hızla ilerleyen yağmur yüklü bir kara bulut. Sular yükseldi ve köpüklendi. Sonra, beş dakika da eski hâlini aldı – mavi ve şaşırtıcı ters bir rüzgârla. Bana öyle geliyor ki tam da böyle bir rüzgârdı Shelley’yle arkadaşı Williams’ın üzerine esen Spezia Körfezi’nde, oysa güzeldi o gün. Oradaydılar, serin bir meltem arkalarında, Rüzgârın sesini bastıran bağrışmalarıyla, Bana sorarsanız katıksız bir coşkuyla. Shelley’nin ceket ceplerinde Keats’in şiirleri ve Sophokles’in bir cildi! Sonra sulardan yükselen duman gibi bir şey, Hızla ilerleyen yağmur yüklü bir kara bulut Yükseklerde esen bir rüzgârın sürüklediği. İngiliz şiirinin İlk romantik döneminin Sonunda hızla ilerleyen Bir kara bulut. MEZOPOTAMYA Kendimin olmayan bir evde gün doğarken uyanmak. Mutfaktan bir radyo sesi geliyor. Pencerenin dışında sis dağılıyor bir kadın sesi haberleri okuyor, sonra da hava durumu. Bunları duyuyorum, sonra da tavada kızgın yağda etin çıkardığı sesi. Yarı uykulu, biraz daha dinliyorum bunları. Çocukluğumda yatağımda yatarken olduğu gibi ama tam da öyle değil, karanlıkta ağlayan bir kadını dinliyorum, bir adamın öfkeyle ya da umutsuzlukla yükselen sesini, bu arada radyo da çalıyor. Ama onun yerine, bu sabah duyduğum evin erkeğinin sesi: “Daha kaç yazım kaldı?” diyor, “Sen bana onu söyle.” Kadından bir yanıt gelmiyor duyduğum kadarıyla. Hem ne karşılık verebilirdi ki böyle bir soruya? Bir dakika sonra adamın sesini duyuyorum, sanırım çoktan göçmüş birinden söz ediyor: “O adam ‘Ey, Mezopotamya!’ diyebilir ve dinleyenlerini göz yaşı içinde bırakabilirdi!” Hemen yataktan çıkıp pantolonumu giyiyorum. Sonunda, nerede olduğumu anlayacak kadar Aydınlık oda, ben de yetişkin biriyim ne de olsa, bu insanlar da benim dostlarım. Şu sıralar işler pek iyi gitmiyor aralarında ya da her zamankinden daha iyi. Çünkü erkenden kalkmışlar ve ölüm ve Mezopotamya gibi önemli şeylerden söz ediyorlar. Ne olursa olsun, konuşulanların beni mutfağa çektiğini hissediyorum. O kadar çok esrarengiz ve önemli şeyler oluyor ki bu sabah orada. n 22 1 Haziran 2017 KItap