05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

>> beşinci buluşmalarını gerçekleştiren bu grup için bir farkındalık yaratabildiysem ne mutlu bana. “TELEF’TEKİ HER ANNE UYKU KAÇIRAN BİR MASAL ANLATIYOR” n Büyümeyi ağır bir ceza olarak adlandırıyorsunuz; masallar kirlenmeye başlıyor çünkü... Devlet de masalını büyüyerek mi kirletti sizce yoksa çoktan kirlenmiş bir hikâye mi karşılıyor bizi Türkiye’de ve dolayısıyla Telef’te? n Telef’teki her anne uyku kaçıran bir masal anlatıyor. Evet, bunlara kirli masallar da denilebilir. Ülmen’inki de, Afran’ınki de, Çepik’inki de, Revin’inki de, Beduh’unki de sonunda muradına erilememiş, kerevetine çıkılamamış, yarım kalmış birer masal. Bu masallar yalnızca Türkiye’de anlatılmıyor biliyorsunuz. Konu evrensel bir boyuta sahip. Arjantin’de 19761983 arası yaşanan askerî yönetim döneminde kaybedilenler için 1977’den beri her perşembe Plaza De Mayo’da toplanan anneler, kayıp yakınları var. Onların masalları da yarım ve kirli. Büyüyen her şey kirlenir aslında. Devletlerin kayıplara yaklaşımı da bu kirlenmeden payına düşeni alıyor. n Cumartesi Anneleri’nin hikâyesi bu ülkenin “kayıp” tarihinin de hikâyesinin önemli bir parçası aynı zamanda. Neler fısıldıyor kulaklara bu “kayıp tarih”? O fısıltıyı duymak için ne yapmak gerekiyor? n Kayıp tarihin o fısıltısını duymak için ben toprağa dayadım kulağımı. Kemiklerin ömrü bedenin ömründen uzun çünkü. Gün gelecek kemik sesleri taşacak topraktan. Hepsi kendi öyküsünü haykıracak avaz avaz. Bölüm geçişlerinde kullandığım bu kemik sesleri, romanın yazarken beni en fazla zorlayan yanı oldu. n Cumartesi Anneleri var oldukça devlet adı faili meçhullerle anılacak kuşkusuz. Bu bağlamda devlet kavramının ya da ta kendisinin Telef’teki rolü üzerine de konuşmak isterim... Her ne kadar hâlâ güncel bir sorun üzerine, yani Cumartesi Anneleri ve hikâyeleri üzerine kurulmuşsa da Telef, aslında yakın tarihin farklı bir gözle kurgusu. Yanılıyor muyum? Bu bağlamda tarihin kurgusuna da değinelim derim. Bir tarih gerçeğini edebiyat metnine dönüştüren ne? n Cumartesi Anneleri’nin sembolü sayılan Berfo Ana tam otuz üç yıl oğlu Cemil’i aradıktan sonra yüz beş yaşında Kenan Evren’e hesap sora sora ayrıldı bu dünyadan. Günün birinde oğlunun kemikleri bulunursa koynuna gömülmesini vasiyet ederek... Kokusunu özlemiş. Bundan daha acı bir tarih gerçeği olabilir mi? Cumartesi Anneleri üzerine yazılmış çok değerli araştırma, inceleme ve röportaj kitapları var. Bu tür kitaplar akla, edebi metinler ise doğrudan yüreğe dokunur. Ben politikacı değilim, siyasetten de pek anladığım söylenemez. Olaya tamamen edebiyatçı gözüyle baktım. Ortaya “Hatırda kalmayan, satırda kalsın diye” yazılmış bu ağıtroman çıktı. “HİÇBİR SUÇLU KENDİ VİCDAN MAHKEMESİNDE BERAAT ETMEZ” n “Adalet peşinden koşarken asıl bizler aşındık güzel kızım,” diyor Retime Ana. “Yollarda kalan gözlerimiz selden, adressiz mezarlarımız yelden aşındı. Zaman aşınır mıymış hiç?” Retime Ana’nın sorduğunu size sorayım. Zaman aşınır mı hiç? Hele ortada ellerinde kayıp fotoğraflarıyla bekleyen anneler varken... Ya da adaletin zamanı var mıdır? n Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in idam kararını imzalayan, infazı izleyen dönemin Ankara Sıkıyönetim Mahkemesi başkanı Emekli Tuğgeneral Ali Elverdi’nin yemek yerken nefes borusuna kaçan yiyecek nedeniyle boğularak ölmesinin ardından ilahi adalete inandım. Zaten hiçbir suçlu kendi vicdan mahkemesinde beraat etmez. Dışarıya karşı gizlese bile bunun bedelini için için öder. Her suçlunun cezasını er ya da geç çekeceğini düşünüyor, tıpkı masalların sonunda olduğu gibi gerçek yaşamda da iyilerin mutlaka kazanacağına olan umudumu her şeye karşın koruyorum. Retime Ana’ya ve size yanıtımdır: Ellerinde kayıp fotoğraflarıyla bekleyen anneler varken zaman asla aşınmaz! n Bir tür içine alacaksak eğer Telef’i nasıl adlandırmalıyız? Roman, öykü, masal, şiir... Yoksa hepsinin harmanından doğmuş yeni bir anlatım mı? Nedir? n Yazdığım bölümleri her okuyuşumda metni biraz daha eksilttim. Anlatımımı sadeleştirdim, sözcükleri attım. Düz yazı şeklinde başlayan roman, ilerledikçe kendi ritmini yarattı ve bir ağıta dönüştü. Bu yönüyle ister istemez şiire yakınlaşmaya başladı. Her bölüm ayrı bir öykü/masal olarak da okunabilir. Bu bağlamda Telef için bütün yazınsal türlerin kardeşliği diyebiliriz. Keşke bütün ülkeler, halklar ve dinler arasında da böyle bir kardeşlik olabilse. n Telef’in ardından okur hangi türde, nasıl bir kitapla karşılaşacak? n Hayatla dalga geçen bir kitaba başladım. Şimdilik roman. Zaman içinde değişerek o da türlerin kardeşliğine dönüşür mü bilmiyorum. Gökkuşağına İki Bilet’te küçük bir çocukken tanıdığımız, Telef’te genç kız olarak yeniden karşılaştığımız Sağkız, bu yeni romanın da kahramanı olacak. Evdeki hesabı çarşıya uydurabilirsem bu kez arayı fazla açmamaya, okuru bekletmemeye niyetliyim. Art arda yayımlanan iki çocuk kitabını saymazsak Telef ile yetişkin okurlar için yazdığım son kitabın arasına tam sekiz yıl girmiş. Bu kitapla, yetişkin okuru ihmal ettiğimi ve onları çok özlediğimi fark ettim. Onlar da beni özlemiş olmalı ki Telef bir hafta gibi kısa bir sürede ikinci baskıya ulaştı. Cumartesi Anneleri ağıtının yankı bulması sevindirici. Çünkü hatırladığımız kadar güçlü, unuttuğumuz kadar suçluyuz. n Telef / Attilâ Şenkon / İletişim Yayınları / 105 s. KItap 171 Haziran 2017
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle