Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ATTİLÂ ŞENKON’DAN “TELEF” ‘Hatırda kalmayan, satırda kalsın diye...’ Attilâ Şenkon’un yeni romanı “Telef”, Cumartesi Anneleri’ne ve onların hikâyelerine yakılmış bir ağıt. Bu ağıda devletin zulmü ve adaletin gelmezliği de eklenince yazılan bir acı masala dönüşüyor. Art arda gelen yaşanmışlıklar, romanı acı bir resitale eviriyor. Şenkon’la romanını ve bu romanı yazdıran dünyayı konuştuk. neslihan k. tamyaman eray Ak erayak@cumhuriyet.com.tr 2 Turhan Günay için... 012’den 2016’ya uzanan bir zaman diliminde yazılmış Telef. Nasıl bir yazı süreciydi sizin için? Hem Telef’in nasıl bir ruhsal zeminde yükseldiğini hem de metnin kendini yavaş yavaş nasıl ördüğünü öğrenmek için soruyorum... n Bugüne dek yazdıklarıma benzemeyen, sancılı bir yazım süreci oldu Telef’in. Dört yıl süren bu serüven 2012’nin sonuna doğru, Cumartesi Anneleri’nin Galatasaray Lisesi önündeki buluşmalarından birine denk gel memle başladı. En önde oturan yaşlı bir kadının parmağına bağladığı ipe takıldı gözüm. Bu ip bana bulmacalarda sıkça karşılaştığım “Bir şeyi unutmamak için parmağa bağlanan ip” sorusunun yanıtı olan “retime” sözcüğünü hatırlattı. Yaşlı kadının adını Retime koydum ve o ipin peşi sıra gittim. Yüreğimi kanatarak, kâğıt kesiği gibi sızlatarak ağır ağır ilerledi roman. Cumartesi anneleriyle, kayıp yakınlarıyla empati kurmaya çalıştıkça o kadar canım yandı ki yazmaktan vazgeçtiğim, pes ettiğim zamanlar oldu. Ne var ki yazdığım bölümler çok içime sinmişti. Daha da önemlisi kurgu olarak yarattığım kayıp yakınlarına, yani Retime’ye, Sağkız’a, Nulipar’a, Fersude’ye, Herfene’ye ve Çirok’a bir borcum vardı artık. Onları devletin yaptığı gibi orta yerde çözümsüz, çaresiz bırakamazdım. Telef bir yanıyla beni yorup üzerken bir yanıyla da işimi kolaylaştırdı. Roman Dünya Masal Anlatma Günü olan 21 Mart’ta başlayıp Dünya Şaka Günü olan 1 Nisan’da sona eriyor. Her iki tarihin de kurgum için gereken yıllarda cumartesiye denk gelmesi bunlardan yalnızca biri. Kısacası, ağır ve bunaltıcı bir ruhsal zeminde kendi kendini hafifleterek ilerleyen, ören bir metin oldu Telef. n “Anlatacaklarımın hepsi masal. Gerçeğe benziyorsa bilin ki rastlantısal,” diye küçük bir not düşmüşsünüz kitabın girişinde. “Rastlantı”ya bakın ki Türkiye’nin pek çok acı durağıyla kesişiyor bahsettiğiniz tarihler... Bu acı duraklar için Telef’in mayası ya da temeli diyebilir miyiz? n Bu acı durakların bedeli en ağır ödenenleri hiç kuşkusuz askerî darbeler. Darbelerin ilkini, 1960’ların hemen başındakini, kıl payı kaçırmış; Süleyman Demirel hükümetinin ordu müdahalesiyle devrildiği 12 Mart 1971’i yaşama ilişkin pek çok kaygıdan uzak bir çocukken atlatmış; 12 Eylül’ü ise özgürleşmekle eşdeğer bilinen on sekiz yaşımdayken gümbür gümbür yaşamış biriyim ben. Haklısınız. Bu darbeler ve kitabın sonuna “rastlantı bu ya” diye eklenen başka tarihler Türkiye’nin pek çok durağıyla kesişiyor ve elbette Telef’in acı mayasını oluşturuyor. Bu kıyımların, acıların, zulümlerin tanığı olmasaydım da daha neşeli metinler yazabilseydim keşke. “TEMİZ BİR VİCDAN EN RAHAT YASTIKTIR” n Bu durakların ortak noktası ise Cumartesi Anneleri. Çivi çıkar ama izi kalır diyorsunuz ya siz de.... Cumartesi annelerinin yüreklerinde kim bilir ne derin izler var. Benim merak ettiğim şu: Cumartesi Anneleri toplumun vic danında nasıl bir iz bıraktı ya da bıra kacak? n Bu topraklarda 12 Eylül 1980 son rası yüzlerce insan gözaltına alınarak göz göre göre kaybedildi. Bir gece vakti sıcacık yataklarından, güpegündüz so kak ortalarından, işlerinden, okulların dan alınıp götürüldüler. İfade vermek üzere çağrıldıkları karakollardan bir daha geri dönemediler. Yakınlarının bütün aramaları sonuçsuz, yetkililere sordukları sorular yanıtsız kaldı. Bir annenin, bir kayıp yakınının evladının, kocasının, kardeşinin başına ne geldi ğini bilmekten daha insani bir isteği olabilir mi? Zaman geçtikçe bu isteğin, onların kemiklerine ulaşma çabasına dönüşmesi ne kadar acı. Kayıplar çıkıp gelmedikçe, kemikleri bulunmadıkça yakınları için umut hep tazeliğini ko ruyor. Çalan her kapıya, her telefona ağabeyinden haber alma beklentisiyle koşan kardeşler; oğlu döndüğünde ta nıyamaz diye yıllarca gecekondusunu boyatmayan anneler; komşuya gider ken kocası gelip de kapıda kalmasın düşüncesiyle kapısını açık bırakan eşler var. Gittikçe duyarsızlaşan, bireyleri üç maymuna dönüşen bir toplumun vicda nı hakkında söz söyleyemem. Cumar tesi Anneleri’nin benim vicdanımda bıraktığı iz ise yüz beş sayfalık bir ağıtroman olarak yazın dünyasındaki yerini aldı. Temiz bir vicdan en rahat yastıktır. Telef’i yayıncıma teslim etti ğim günden beri uykularım biraz daha huzurlu. n Derin bir sızının ağıdı Telef. Kime bu ağıt ya da neye? Kayıplara, adalete ya da vicdanını yerde bırakan devlete mi? n Ne terazisinin ayarı bozulmuş ada lete ne de meşhur failleri meçhul gibi görmeyi yeğleyen devlete... Bu ağıtı bütünüyle kayıplar ve onların yakınları için yazdım. Geçen cumartesi, 27 Mayıs 2017’de altı yüz otuz >> 16 1 Haziran 2017 KItap