Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Çıkmaz aşk üçgeni... Ece Karaağaç, az sayıda karakterle, sağlam bir kurgu yaratmayı başarıyor “Yarım Kalan Bazı Aşklar”da. Sonuçta bu bir dostluk ve aşk romanı fakat başlığından anladığımız gibi kolay mutlu sonlar vaat etmeyen, karşılıksız aşkların romanı. Her sene yayımlanan onlarca ilk roman arasından sıyrılmak, yazar olma kararında direnmek hiç kolay değil; yirmi yedi yaşındaki Ece Karaağaç da zor olanı seçenlerden. B irkaç yıl önce Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne, edebiyat ve hukuk üzerine konuşmak üzere davet edilmiştim. Dördüncü sınıf öğrencileri ile birlikte Franz Kafka’nın ‘Dava’sının ardından Orson Welles’in 1962 yapımı filmini seyredip tartıştık. Dört yüz kişilik sınıfta Kafka’ya ilgi duyanlar çoktu, kendileri gibi hukuk öğrencisi olduğunu duymak hoşlarına gitmişti. Dersten sonra sevgili hocaları Prof. Dr. Nihan Saban ile konuşurken aramıza birkaç öğrenci de katıldı. Hocaları bir tanesine dönüp onu daha önce görmediğini, dördüncü sınıfta mı olduğunu sordu. Öğrenci “Evet hocam, ben de Kafka gibi ailemin zoruyla hukuk okuyorum, konu ancak edebiyat olunca ilgimi çekiyor. Ondan beni pek görmediniz” dedi. Bu hafta postayla gelen bir kitabın ilk sayfasında yazarın notunu okuyunca hemen hatırladım o öğrenciyi: “Bilmem hatırlar mısınız ama 2011’de Hukuk Fakültesi’ne Kafka hakkında sohbet etmeye gelmiştiniz ve ben size yazar olmak istediğimi söylemiştim. Sanırım sonunda o ‘ilk’ adımı atmayı başardım.” Her sene yayımlanan onlarca ilk roman arasından sıyrılmak, yazar olma kararında direnmek hiç kolay değil; yirmi yedi yaşındaki Ece Karaağaç da zor olanı seçenlerden. HUZURSUZ RUH HÂLİ Romanın adı Yarım Kalan Bazı Aşklar (Alakarga Yayınları, 188 s.). Roman kahramanı Zeynep, Ece Karaağaç gibi avukat fakat o da mesleğine pek bağlı değil. Kendisine ve hayatta yapmak istediklerine uymadığını düşünüyor. Annesini beş ay önce yatağında ölü bulduğu günden beri, yapyalnız kaldığı dünyada hiç uyuyamaz. Huzursuz ruh hâlini yenmek için kendini sokaklara atar. Yemek yemeden, uyumadan sokaklarda dolaşmaya başlar. İstanbul’un geceleri, nereye gittiğini bilmeden dolaşan bir genç kadın için hiç tekin değildir üstelik ama o kendini yormak ve sonunda uyuyabilmek için barlara gider, parklarda dolanır. Ece Karaağaç Bir gece parkta saldırıya uğradığında onu, Arda adında genç bir adam bulur ve evine götürür. Bir kafeteryada aşçı olarak çalışan Arda’nın evi huzurlu ve güvenli gelir Zeynep’e. Zamanla ikisi birbirine güvenmeye başlar ve yakın kitaptan... “Z eynep, ne kadar istese de, henüz elini kolunu hareket ettiremiyor, gözkapaklarını düştükleri yerden kaldıramıyordu. Ne zihninin ne de bedeninin acelesi vardı anlaşılan. Onlar en iyi bildikleri şeyi, en iyi bildikleri yoldan yapıyorlardı. Beyni ve geri kalan tüm organları yavaş yavaş… Uyanıyorlardı! Biraz sonra bir yatakta olduğunu fark etti. Etrafını saran bu yumuşak kumaş da kefen değil, basit bir çarşaftı. Bir deniz böceğinin kabuğunda kıvrıldığı gibi kıvrılmıştı Zeynep yatakta. Karnına doğru iyice çektiği dizleri ve dizlerine yanaştırdığı başıyla yetişkin bir kadından çok ana rahmindeki bir cenine benziyordu. Bedeni dış dünyadan habersiz, etrafını saran sabun kokulu, pamuktan plasenta içinde güvende ve huzurlu… Ama bir dakika… Sahi kimin plasentasıydı bu?” n laşır. Zeynep’in lise ve üniversiteden arkadaşları evlenmiş, hayatlarında yol almıştır; Zeynep doğal olarak kendisini dışarıda kalmış hisseder. Uykusuz aylar boyunca iyice içine kapanmış ve gitmediği işinden kovulmuş, kirasını ödemediği evinden de atılma noktasına gelmiştir. Arda tek güvendiği kişi olduğu için onun yanına sığınır. Böylece geçmişlerinden neredeyse hiçbir şey almadan, yeni ortak bir hayat kurmaya başlarlar. Bu yeni hayatta güven duydukları tek kişi aynı apartmanda oturan, felçli babasının bakımını üstlenmiş bir transseksüeldir. Ece Karaağaç, az sayıda karakterle, sağlam bir kurgu yaratmayı başarıyor romanında. Sonuçta bu bir dostluk ve aşk romanı fakat başlığından anladığımız gibi kolay mutlu sonlar vaat etmeyen, karşılıksız aşkların romanı. KAYIP RUHLAR Karaağaç, üçlü bir aşk ilişkisi anlatıyor romanında. Herkes birine âşık ama kimsenin karşılık bulamadığı bir çıkmaz bu... Ancak yine de bu sadece karşılık bulamayan aşkların romanı ile sınırlı değil, asıl öne çıkan duygu, dostluk ve yalnız ruhların birlikte buldukları mutluluk. Karaağaç’ın teması karşılıksız aşklar olsa da roman sonunda beklenmedik şekilde bütünlüğe ulaşıyor. Kurgunun döngüsü tamamlanıyor. Zeynep karakterini ilk satırlarda varoluşsal bir bunalımın içinde gibi algılıyoruz. Modern romanın tipik kahramanı, Camus’nün Yabancı’sı ve Sartre’ın Roquentin’i gibi hayatla sorunu olan biri gibi görünüyor. Bu algının bir nedeni, uykusuzlukla geçen beş ayın sonunda tanımaya başlıyoruz onu, bu süreci nasıl yaşadığını, gittikçe artan bunalımı geri dönüşlerle sonradan anlaşılır kılıyor Karaağaç. Zeynep’in sorunu her şeyden önce fiziksel. Bedeninin dayanma gücü bitme noktasına gelmiş, uzun süredir bakımsız kalmış bir makine gibi artık düzenli çalışmakta zorlanıyor. Makineyi çalıştıran Arda’nın özenle hazırladığı yemekler, kahvaltılar oluyor ilk başta; böylece güvenmeyi ve yaslanmayı öğreniyor Arda’ya. Aşk romanlarında kurguda yan karakterlerin hayatlarını düzenlemesi, kahramana umut veren bir sona dönüşür. Bu romanda da bunu görüyoruz. Trajik hayatların dostlukla nasıl düzene girdiğini, anlam kazandığını gösteriyor yazar. Karaağaç’ın karakterleri küfürlü ve argo konuşan, geceleri yaşayan ya da en azından Beyza veya Erhan’ın annesi gibi bir zamanlar bataklıkta yaşamış tipler. Arda bu ortamın içinde bir melek gibi parlıyor. Zeynep için neden çekici geldiğini hemen anlayabiliyoruz. Yine de Arda ile ilgili sorular oluşuyor zihnimizde: Nasıl oluyor da Arda’nın “sırrını” Beyza gibi gün görmüş, hiç naif olmayan bir karakter anlayamıyor hemen. Oysa okurun bile gözünden kaçmayan (örneğin evinin dekoru) detaylar bir dolu ipucu veriyor. Ece Karaağaç’ın romanını klasik kurgu anlamında çok sağlam bulduğumu, heyecan ve merak dozunun iyi yerleştirilmiş olduğunu söyleyerek bitirmek istiyorum. Başarılı bir ilk roman Yarım Kalan Aşklar. Yeni bir yazarla tanışmak da ayrı bir hoşluk. n 6 9 Mart 2017 KItap