Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
‘Bu merhametsiz kayıtta yalnızca zaman var’ 1944 İrlanda doğumlu. Çağdaş İrlanda edebiyatının en önemli kadın şairlerinden. Dizelerinde genellikle İrlanda ulusal kimliği, tarihi ve bu coğrafyada kadının yerini ve mitolojideki kadın figürlerini işler. Kadına yönelik bu güçlü perspektif, onun şiirlerinin tüm temalarında olağanüstü bir kavrayış sağlar. Ayrıca aileyi, ilişkileri ve aşkı derinlemesine anlatan lirik şiirleri etkileyici ve özgün. Boland, Stanford Üniversitesi’nde İngilizce profesörü olarak yaratıcı yazarlık bölümünü yönetiyor. EAVAN BOLAND/ ŞİİRLER/ ÇEVİREN: YELİZ ALTUNEL KARANTİNA tüm insanlığın en kötü yılının en kötü mevsiminin en kötü saatinde bir adam düşkünler evinden karısıyla yola koyuldu. adam yürüyordu ikisi yürüyordu kuzeye. hastaydı kadın açlık ateşiyle ve devam edemeyecekti. kocası onu kaldırdı ve sırtına aldı öylece yürüdü batıya, batıya ve kuzeye dondurucu yıldızların altında alacakaranlıkta vardılar. sabah ikisi ölü bulundu soğuktan. açlıktan. tüm bir tarihin zehrinden. kadın ayaklarını adamın göğüs kafesine dayamıştı teninin son ısısı adamın kadına son armağanıydı. hiçbir aşk şiirinin bu eşiğe gelmesine asla izin verme bedenin basit lütuflarının ve duygusallığının yersiz övgüsüne yer yok burada bu merhametsiz kayıtta yalnızca zaman var: ikisinin birlikte ölümü 1847 kışında. ayrıca neyin acısını çektiler. nasıl yaşadılar. ne vardı bir kadın ve bir erkek arasında. ve bu en iyi hangi karanlıkta kanıtlanabilirdi. NAR en sevdiğim efsane cehennemde kaybolan bir kızın hikâyesidir. orada bulundu ve kurtarıldı. aşk ve şantaj bu efsanenin ruhudur. isimler Ceres ve Persephone. efsane ile ilgili en güzel şey her yerde ona dahil olabilmemdir. oldum da. tuhaf ahenklerin ve sislerin kentinde, sürgünde bir çocuk olarak okudum onu önce ve yeraltı dünyasının çatırdayan alacakaranlığında sürgün bir çocuktum başlangıçta, yıldızlar yok oldu. sonra dışarı çıktım bir yaz seherinde uyku vaktinde kızımı aramaya. koşarak geldiğinde her türlü anlaşmaya hazırdım kalsın diye. kuş üvezi ağaçları, kelebek fundaları ve yaban arılarını geçerken çantasını taşıdım Eavan Boland ama Ceres’tim o zaman ve biliyordum o yoldaki her bir ağacın her bir yaprağına hazırdı kış ve her biri için bu kaçınılmazdı. benim için de. kış vakti ve yıldızlar gizlenmiş. merdivenleri çıkarım ve gençlik dergilerinin, kolasının, el değmemiş meyve tabağının yanında uyurken çocuğumu izleyebileceğim yerde dururum. nar! nasıl unuttum? eve gelebilirdi ve güvende olabilirdi hikâyeyi ve tüm acılı arayışlarımızı sonlandırabilirdi ama o uzandı ve bir nar kopardı elini uzattı ve elmanın Fransızca sesini, taşın gürültüsünü, hatta ölümün yerindeki kanıtı bile aşağı çekti, efsanenin kalbinde, hikayenin anlatıldığı zamana kadar elmas olmaya hazır akmayan gözyaşlarıyla dolu taşların içinde, bir çocuk aç olabilir, onu uyarabilirim. bir şans var hâlâ. yağmur soğuk. yol çakmaktaşı renginde. banliyöde arabalar ve kablolu televizyon var. yeryüzünün üzerinde gizlenen yıldızlar. başka bir dünya bu. ama zamanın içindeki böylesi güzel yarıklar dışında daha ne verebilir ki bir anne kızına? acıyı ertelersem armağanı eksiltirim. efsane onun olacak benim olduğu gibi. içine girecek. benim girdiğim gibi. uyanacak. ince kızarmış kabuğu elinde tutacak. dudaklarına alacak. hiçbir şey söylemeyeceğim. ANNEMİN BANA VERDİĞİ SİYAH DANTEL YELPAZE ona verdiği ilk hediyeydi, savaş öncesi Paris’teki Galeries’den beş franka almıştı. hava boğucuydu. yıldızsız bir kuraklık geceleri fırtınaya çevirdi. yazın kentte kaldılar. kafelerde buluştular. kadın her zaman erken giderdi. adam geç. o gece daha da geç… yelpazeyi paketlediler. adam saatine göz attı. Capucines bulvarının aşağısına baktı kadın. biraz daha kahve istedi. ayağa kalktı. sokaklar boşalıyordu. sıcak öldürücüydü. mesafenin yağmur ve şimşek koktuğunu düşündü. bunlar yabani güllerdi, ipek üzerine aplike edilmiş ümitsizce seçilmiş, cesurca, hızlıca işlenmiş gerisi kaplumbağa kabuğu ki cevherinin belirgin sessiz sabrı var onda. eskimiş, su altında altın külçe ve şu an bile tecavüzün sonucu üstünde. danteli kasvetli, sanki onun için açıldığı hava ve sapı içine girmiş gibi. geçmiş, boş bir kafe terası. gök gürültüsü öncesi durgun bir alacakaranlık. bir adam koşuyor ve sonrasını bilmenin yolu yok hiç tabii uydurmadıkça: yaz mevsiminin bu ilk bunaltıcı sabahında tomurcuk, solucan, meyve bulan karakuş sıcaklığı hisseder. birden bire kapatır kanadını tek parça, iri, işveli genişliğini. AŞK bu ortabatı kasabaya gece düşer bir zamanlar yaşadığımız bu yere, efsaneler birbirine ters düştüğünde. deniz olmak için akan ve derinleşen nehirdeki köprüyü gizledi alacakaranlık, kahramanın cehenneme giderken geçtiği. buradan çok uzak değil eski evimiz. bir mutfağımız vardı bir de Amiş bir masa. manzaramız vardı ve orada keşfettik aşkın tüyünü ve kanat kaslarını ve bizimle yaşamak için geldiğini, ateş ve havanın bir beraberliği. bu kasabada birine ölümün dokunduğu ve kurtarıldığı iki küçük çocuğumuz vardı: kahraman, cehennemdeki yoldaşlarınca çağrıldığında ağızları açıldı ve sesleri çıkmadı paylaştıkları ve yitirdikleri bir hayat hakkında ne sorduklarını bilen yoktu. karınım. yıllar önceydi. çocuğumuz iyileşti. hâlâ birbirimizi seviyoruz. sıradan ve günlük mesafelerimiz içinde açıkça konuşuruz. birbirimizi anlaşılır biçimde duyarız. yine de dönmek istiyorum sana Lowa nehrindeki köprüde paltonun omuzları karlı hâlinle ve farları açık bir araba geçiyor: bir metindeki kahraman gibi görüyorum seni imge belirgin ve kenarlar yaldızlımasalsı soruyu haykırmak istiyorum sevgili eşim: çok yoğun yaşayacak mıyız yeniden? aşk bize uğrayacak mı bir daha ve sunduğu ebedi istirahatte çok zor olacak mı miraç ona bakmak için? ama gölgedir sözcükler; beni duyamazsın çekip gidersin ve peşinden gelemem. n 26 9 Mart 2017 KItap