Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Neden Sait Faik? Güzelliğe ve gençliğe övgü neredeyse her yazarın ve şairin eserinde görülür. Sait Faik’i farklı kılan, tenselliğe övgünün güzellik ve gençlikle sınırlı olmamasıdır. Sadece güzelliğe övgü olduğunda bunu daha çok erotizm olarak adlandırabiliriz ama Sait Faik’te bu, erotizmden öte bir anlam taşır. D urum hikâyecisi, küçük insan portreleri anlatıcısı, hümanist, bohem; hep bu sözcüklerle anlatılmış Sait Faik Abasıyanık. 1936’da ilk öykü kitabı Semaver yayımlandığında “edebiyatta gayem roman yazmak” demesine rağmen ve yazdığı romanla değil, öyküleri ile sevildi, tanındı. Bugün rahatlıkla en sevdiğim öykü yazarı olduğunu söyleyeceğim Sait Faik’in; değerini ne yazık ki geç anladım. İtiraf etmeliyim eğitimim sırasında okuduğum öyküleri pek hatırlamıyordum, buna rağmen onu tanıdığımı sanıyordum. Bu paradoksal durum, benim gibi eminim çok sayıda okur için geçerlidir. Çok bilinen, hemen herkesin yakından tanıdığı, her öğrencinin okulda en az birkaç öyküsünü okuduğu ve tanıdığını sandığı büyük klasikler vardır. “Tanıdığını sandığı” çünkü yıllar içinde yazarın adıyla birlikte kalıplaşmış düşünceler yer etmiştir. Bir resim, tüm resimlerin yerini almış; hayatından bir parça, tüm eserleri yerine geçmiştir. Âdeta eserler yazarın gölgesinde kalmıştır. Böylece bir tek yüzüyle tanınan biri olur çıkar yazar. Bir resim, kayıkta yanık teniyle gülümseyen adam ve bir mekân: Burgazada. Bu durumda yapılacak en doğru şey, önceki bilgilerin hepsini unutup yazarı etiketlerden kurtarmaktır. Bunun için de ikinci el bilgileri bir kenara bırakıp metni temel alan yeni okumalara başlamak gerekir. Daha önce hiç okumamış gibi, bugün yazılmış gibi taze bir bakışla bakmak. Kalıplaşmış bakıştan kurtulmak çok önemli bu durumda. En başta yazarın kendi çağında sahip olduğu önem bugüne kalmış mı onu görmek açısından. Hâlâ önemli mi? Hâlâ okumak gerekir mi? Aradan altmış yıl geçtikten sonra, o günlerin dünyasını bilmeyen, o günlerin İstanbulu’nu tanımayan birisinin bugün okurken aynı zevki alması, hatta belki yeni zevkler bulması mümkün mü? Sait Faik’e bu gözle bakalım istedim. Bugün yazılmış, bugün herhangi bir yazarın eserini okur gibi. HEP GENÇ Sait Faik, hem kendi gününün yazarı hem de hiç eskimeyen, her çağın yazarı olmuştur. Bazı yazarlar eskimez, hep genç kalır, Sait Faik onlardandı. 1950’de Orhan Veli, arkadaşı için Yaprak dergisine yazdığı yazıda “Yaşı kırkı geçti. Geçti ya, on beş yıldan fazla bir zamandan beri adı genç hikâyeci diye anılır. Bizim de hâlâ, genç şair diye anıldığımız gibi. Geçelim…” Orhan Veli yazısında gençliğin nereden kaynaklandığını kendine göre açıklıyor “… biliyorum onun ileri bir dil anlayışına vardığını. Bir sanatkâra fesli redingotlu Babıâli dilinin yakışmayacağını anlamış bir yazar, bir sanatkârın halkın dilinden, konuşma dilinden faydalanması gerektiğine inanmış bir yazar olduğunu biliyorum.” Sonuçta Sait Faik, Orhan Veli’ye göre ne yaşlıydı ne de genç, o çocuk kalabilmiş, mahallede oynamayı büyüdüğünde de sürdürebilmiş bir mahalle çocuğuydu. Orhan Veli de herhalde bunu en iyi görebilecek insandı 1950’lerin Türkiyesi’nde. Sait Faik’te gençliğin bir diğer nedeni, dünyaya bakışındaki merakla açıklanabilir. Sıradan olduğu sanılan, kimsenin ilgi göstermediği insanlara o ilgi göstermiş, kurgusunun merkezine yerleştirmiştir. Bakar ve merak eder. Bu bazen ‘Bohça’ öyküsünde olduğu gibi eve “besleme” diye getirilen küçük bir kız çocuğudur, bazen de Yüksekkaldırım’da bir dilencidir. Sait Faik’in bu insanlara bakışında üstünlük hissi asla yoktur; aksine yaşlı, sakat, yaralı, deforme ya da bozuk bedene bakışında ilgi vardır. Zor hareket eden yaşlılar ya da sakatlar onun öykülerinde önemlidir, onları hiç kimsenin anlatamadığı gibi anlatır. Örneğin ‘Bacakları Olsaydı’ adlı hikâyesinde dilenen, bacağı olmayan bir adamı anlatır. Kalabalık sokakta, uzaktan merakla inceler dilenciyi: “Yokuşun tam ortasında oturmuştu. Bacağını çıkarıp arkasına koymuştu. Bu takma ayağın yün çorabı, iskarpini tamam; eksikleri var elbet; söylenmez. Bayağı levent adamdı. Geniş yuvarlak omuzları, kara bıyıkları, fırlak göğsü… ona, ayağını bir dost yüzünden kaybetmiş, artık bu kaybedilmiş bacak yüzünden gelmeyecek olan sevgilisini neşeye yakın bir hüzünle bekleyen bir Şarlo hâli veriyordu.” Sait Faik hep sokaktaki yoksul ve dışlanmış insanın hikâyesine anlatmayı seçmiştir. Bu her edebiyat tarihi kitabında yazar fakat onun öykülerindeki bir başka öğeden pek bahsedilmez, o da deforme hâldeki beden bile onun için çekicidir. Takma bacaklı dilenciyi asla itici biri olarak betimlemez, aksine ondan “levent adam”, “kara yağız bıyıkları”, “keskin hatları” ile söz eder. Acıma ya da tiksinme hissedilmez onun tasvirlerinde, merak uyandıran çekici bir erkek imgesi yaratır; sadece merak ve ilgi vardır, nasıl bir şeydir öteki olmak, onu merak eder Sait Faik. İNSANIN EN DOĞAL HÂLİ Edebiyatımızda insan bedenini Sait Faik gibi anlatan başka yazar ben bilmiyorum. Fiziksel çekimi uzaktan bakarak değil, dokunup hissederek anlatması eşsizdir. Bunu sadece insan betimlemelerinde değil, avcunda bir bıldırcın tutar, bir köpeği sever ya da oltasından bir balığı çıkartırken de hissettirir. Örneğin, ‘Bir Sonbahar Akşamı’ öyküsünde kuşlar arasında en çok bıldırcını sevdiğini anlatır: “Bıldırcını bir şiiri sever gibi severim. Neden olduğunu bilmeden, yahut hafif hafif içimde bir şeyler belirerek… Küçüklüğümde onun tüylerinin kokusunu çok zaman sevdiğimin saçlarında koklamışımdır.” Güzelliğe ve gençliğe övgü neredeyse her yazarın ve şairin eserinde görülür. Sait Faik’i farklı kılan, tenselliğe övgünün güzellik ve gençlikle sınırlı olmamasıdır. Sadece güzelliğe övgü olduğunda bunu daha çok erotizm olarak adlandırabiliriz ama Sait Faik’te bu, erotizmden öte bir anlam taşır. O insanı sosyal statülerden, toplumsal konumundan bağımsız, en doğal hâliyle ele alır. Hatta güzelliğinden, renklerinden, cazibesinden bile bağımsız görür ya da gösterir. O, her bedenin ardındaki arzuları merak eder, her dokunuşun yarattığı hissi... Hayatı boyunca yüzlerce öykü yazmış, kendinden sonraki nesli benzersiz şekilde etkilemiş bir yazar, ne bir tek temaya ne de sınırlı motife indirgenebilir; başka yazılarda Sait Faik’in kullandığı farklı motifleri tekrar ele alacağım. n 6 30 Mart 2017 KItap