22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Bir anlatıyı roman kılma hüneri... msaslankara@hotmail.com.tr www.sadikaslankara.com Yazar, masasına aldığı o büyük düş kütlesini yontup biçiyor, perdahlayıp cilalıyor, bunu biliyoruz tamam da peki bu, nasıl oluyor da bizi kendisine bağlayan bir romana dönüşüyor, canevimizden yakalıyor? İyi de roman sanatı, okuru peşinden sürüklemeyi mi hedefler yalnız? Nedir romanı roman kılan? yenice: Tekgül Arı; Aşk Susmadan Git (NotaBene, 2015), Meriç Aksu; Onca Mutsuzluk Varken (Cinius, 2014). Tekgül, öykü, Meriç ise şiir deneyimine sahip. Romanda su yüzüne çıkan anlatımcı tutumun örneklerine şimdi bu iki yazarda rastladığımız söylenebilir. Biraz da onlara bakalım mı? TEKGÜL ARI; “AŞK SUSMADAN GİT”… Tekgül Arı, öykülerinden bildiğim dünyayı, ilk romanına da taşıyor: Aşk Susmadan Git. Kocasını, kendi yataklarında başkasıyla yakalayan kadın karakterle başlattığı anlatısını bundan beslenen merak olgusuyla sürdürme eğilimi sergiliyor. Sonrasında farklı kadınları da anlatısının odağına alarak kadınerkek ilişkilerine yoğunlaşıyor. Görece gözü pek bir tutumla üstelik. Ne var ki kimi maddi yanlışların da göze çarptığı anlatısında, yazarın bolca yer verdiği rastlantılar ise romanda gerçektenlik duygusunu engelleyen süslemeye dönüşüyor âdeta. K aç yarımay geçti; romana dönemedim. Biraz da romanlar üzerinde duralım değil mi… Masamda elli kadar roman var sırasını kolladığım; büyük bölümü yerli yazarların. Farklı dillerden yapıtlar da var aralarında. Önümüzde birkaç yarımayı bunlara ayırayım istiyorum, çiçekli birer bahar dalı halinde… Ne ki bunca çok olduğuna göre roman, yine kümeler halinde işleyeceğim demektir yapıtları. Ancak şu beylik sözü de anımsayalım bu arada: Kısa yazabilmek için uzun zaman gerekiyor. PINAR KÜR; “SADIK BEY”… Pınar Kür, Sadık Bey (Can, 2016) adlı romanında toplumsal işleyiş ayrıntılarını verdiği köklü değişimi, bireysel değişim odağında alıyor önüne. Bir ölçüde dibe inmiş yalnızlığın, dokulara işlemiş korkunun yönlendirdiği değişimdir bu. Yazar, iki eski arkadaşın yaşamı üzerinden, değişim eğrisi yönünde yerleştiriyor bunu anlatının temeline. İlkgençlik hatta ergenliklerinden beri yaşam eğrisi, iş ilişkisi birlikte ilerlemiş Sadık’la Ertuğrul üzerinden zengin bir döşeyişle kuruluyor roman. İki arkadaş, “[a]yrıcalıkların henüz yalnızca parayla ölçülmediği bir ortamda”, “aralarındaki sınıf farkının henüz farkında (olmadıkları)” (63) bir evrede buluşmuştur. Sonrasında bu fark, esnaflığın vahşi açlığıyla apayrı yerlere savrulurken “[h]er şey her zaman Ertuğrul’un istediği gibi ol(acaktır)” (104). Her kuşağın beğenmezlik, isteksizlikle boğulduğu bir altüst oluş çağıdır bu. Sadık’la Ertuğrul, her ne kadar ekonomik, sınıfsal bağlamda farklı yapı sergilese de sonuçta roman evrenine sinen yalnızlık, korku çağının da iki gösterenidir. Yazarın anlatıyor görünürken ayrıntılar ve yan anlamlar aracılığıyla getirdiği artalan zenginliği, gerek karakterlerin gerek evrenin yaydığı yüksek gerçektenlik duygusu, yazınsal değeri önde tutan Pınar Kür imzalı yapıtın soluk soluğa okunmasını sağlıyor. ERENDİZ ATASÜ; “BAHARAT ÜLKESİNİN HAZİN TARİHİ”… Erendiz Atasü, Baharat Ülkesi’nin Hazin Tarihi (Can, 2016) adlı yeni romanında, okuru daha önce yayımladığı Kızıl Kale’deki (Can, 2015 “Eski Zaman Masalları”na götürüp “Dullar Evi” öyküsünden bildiğimiz evreni, karakterleri romanda dolaşıma katıyor. Nitekim anlatı, bu kez kapsayıcı dil, mantık örgüsüyle roman olarak geliyor önümüze. Romanın ülkemizle bağlar, ilişkiler kurularak okunabilmesi yalnız ayrı bir tat katmıyor, bir olanağa da dönüşüyor aynı zamanda. Sonra diyelim aralarında binlerce kilometre bulunan bir HindistanTürkiye geçirgenliği çerçevesinde yazarın getirdiği soyutlayım, dönüştürüm lezzetiyle de genişliyor. Bunun yanında her zamanki tutumuyla fizik, kimya bilimlerinin katkısını da arkasına alıp evrensel dönüşümle toplumsalbireysel dönüşümleri birlikte harmanlıyor yazar. Bu arada kadın acıları da yoğun yer alıyor. Sözgelimi, “dul eşin kocanın cesediyle birlikte yakılması” (102) olgusu romanda apayrı doruk oluşturuyor. Roman sanatı, dönüşümleri, geri dönüşleriyle içli dışlı sürerken yaşam, insana “anımsayış” dışında böyle fantezi sunmuyor kuşkusuz. Ama ölümsüzlük niteliğine sahip romanlar, bu tür olanaklarla bizleri büyüleyebiliyor. Erendiz Atasü de yapıtında bu “hazin tarih”i gözler önüne sererken yürek titretici o inmeyi, vurgunu bir kez daha yaşatıyor okura. Kür’ün ilk romanı Yarın Yarın üzerinden kırk, Atasü’nün ilk romanı Dağın Öteki Yüzü üzerinden ise yirmi beş yıl geçti yuvarlamayla. Her iki roman da anlatımcı yanlarıyla öne çıkmıştı bana sorulursa. Sonrasında ama yaslandıkları birikimlerin üzerine farklı deneyimlerle Sadık Bey’i ya da Baharat Ülkesi’nin Hazin Tarihi’ni kaleme alırken yazarlar, ulaştıkları başarı düzeyinin aslında nasıl da katmerli emekle yakalandığını gösteriyor. İşte tam bu süreçte yazı deneyimine sahip iki yazar ilk romanlarını yayımladı MERİÇ AKSU; “ONCA MUTSUZLUK VARKEN”… Meriç Aksu, Onca Mutsuzluk Varken adlı ilk romanını, polisiye temelinde örüntülüyor, ne ki toplumsal dayanaklarına karşın gerçeklik bağlarından kopardığı fantastik bir roman evrenine yaslandırarak yapıyor bunu. Bu doğrultuda kırsal alan aile yapısı, toplumsal açıdan temellendirilmediği, ilişkiler yerli yerine oturtulmadığı, ötesinde bu olduğu gibi kentsel dokuya uydurulduğundan, bir ölçüde çizgiselleşmekten kendini kurtaramıyor. Gerçi bu çerçevede bir biçemsel arayış gözlenmiyor değil yazarda. Özellikle yazarın da üzerinde bir üstanlatıcı kullanmanın dikkat çekici olduğunu söyleyebilirim. Her iki yazarda da belirgin iki hatalı yönseme göze çarpıyor: Yaşamsalyazınsal gerçeklik arasındaki ayrım tam anlamıyla yerli yerine oturtulamıyor ve dolgu ayrıntılar işlevsel bütünlük dikkate alınmadan yerleştiriliyor. n Öyküdenlik... Ö yküye özgülediklerim dışında “Kitaplar Adası” yazılarında bir “Öyküdenlik” kutusu açıp bir öykücüyle öykülerini okurla buluşturacağım bundan böyle. Bir başka notum da şu: www.sadikaslankara.com, “Edebiyat” ana başlığı altında iki ara başlıkla sürüyor. “Öykü Çilingiri”nde, ustaların öykü konusundaki yaklaşımlarıyla sözlerini odaklarken “Öykü Kürsüsü”nde öykü yayımlamak isteyen gençlerin öyküleriyle bunlara dönük değerlendirmelerim yer alacak. Sonrasında bir ara başlık daha; “Yaratıcı Yazarlık” Hadi rastgele… ADNAN ÖZYALÇINER; “TOPLU ÖYKÜLER”… İlk “Öyküdenlik”i, öykücülüğümüzün hem biçemce hem de verimce yelpazenin çeşitliliğini neredeyse eksiksiz yansıtan bir kalemine özgülüyorum: Adnan Özyalçıner. Öykücülüğümüzde yarım yüzyılı devirip altmışıncı yıla doğru yürüyen usta kalem, Evrensel Basım Yayın tarafından 2016’da ikinci kez yapılan üç ciltlik “Toplu Basım”la yeniden okur karşısında: 1. PanayırSur, 2. Gözleri Bağlı AdamYağma, 3. Cambazlar Savaşı YitirdiSağanak. Özyalçıner’in sıraladığım öykülerini okuyan her okur, öykücülüğümüzün geçtiği bütün eğrileri tanıma, dönemeçleri yoklama, geçilen aşamaları kavrama, öykü türleri arasında gezinti yapma fırsatı yakalayacaktır, kuşkum yok. Çünkü 1950 Kuşağı öykücülerinin önde gelenlerinden Özyalçıner, âdeta öykü ansiklopedisi halinde de okunabilir bu nedenle. Gerçekten de okurun öykücülüğümüz üzerine kurulabilecek hemen her çeşitlemenin karşılığını bu verimler aracılığıyla tanıması olası. Kısa öykünün yüksek soyutlayımlı, aykırı gerçekçi, siyasal vb. örneklerinden tutun anı, izlenim, gezi, röportaj karışımı öykülemeye dek tam bir çeşitlilikle üstelik… Yapıt, Adnan Özyalçıner’in bu öyküleriyle, bu öykücülüğün yaslandığı kaynak değeri de ortaya koyuyor. Bu nedenle her öykü severin kitaplığında bulunmalı Özyalçıner’in “Toplu Öyküler”i. n 18 30 Mart 2017 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle