21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

GÜVEN TURAN’DAN “ARDIL” ‘Şiir benim kalemdir’ “Ardıl”, Güven Turan’ın, bir roman yazıp yeni şiir dizisine başladığı altı yıllık bir zaman diliminin verimi şiirlerini bir araya getiriyor. reyyan bayar A ltı yıl aradan sonra şiire, Ardıl’la yeniden merhaba dediniz. Tabii o arada bir roman da okuduk sizden. Geçen zamanın edebiyatınıza, özelde şiirinize etkisi nasıl oldu? Bu yeni kitap, şiirinizde nasıl bir dönemi imliyor sizce? n Dediğiniz gibi o arada, bir roman çıktı: Yaz Üçgeni ve ayrıca yeni bir şiir dizisine de başladım: Aksak Soneler. Ardıl, gerçekte çok uzun bir sürece yayılmış çeşitli kitap çalışmalarının arasında kendini zorla(!) yazdıran şiirlerden oluşuyor büyük ölçüde. Benim sıkıdüzen yazma çalışmalarımdan kendini koparan şiirler bunlar genellikle. n Nasıl bir şiir diliydi Ardıl’da yaratmaya çalıştığınız? n Bir Albümde Dört Mevsim’le başlayarak kırık ritmli, minimal bir şiir arayışı içine girmiştim. Gizli Alanlar beşlisi bu arayışın devam ettiği çok uzun bir süreçti. Bu şiirler bu çalışmanın dışında, “yerleşik” bir dille ama benim Peş’le başlayan şiir damarımda geldi uzun bir süreç boyunca. Kimi şiirler bir küçük Güven Turan öbek oluşturdu kimi bütünüyle bağımsızdı. “Avignon” ve “Amasya” hâlâ yapmayı çok istediğim, Görülen Kentler’in bir devamı olacak, adını Başka Kentler Başka Ülkeler diye düşündüğüm bir kitabın öncüleri olabilir. Kitabın ilk şiiriyle son şiirinin serüveni başka... Şimdi anlatması uzun sürer. Şiirlerin altlarındaki tarih öykülerini biraz açık ediyor sanırım. n Çeviri, şiir, deneme, eleştiri, roman ve öykü türlerinde eserler verdiniz bugüne dek. Kendinizi “şair” olarak mı nitelersiniz? n Daha 1960’ta, ilk şiirlerimi yazar, İngilizceden şiir ve öykü çevirileri yaparken kendime rol modeli olarak modernist İngiliz ve Amerikalı yazarları seçmiştim. Bu yazarların neredeyse tümü, bütün alanlarda yazıyordu. Hatta 1962’de Herbert Read’i okumaya başlayınca sanatla da ilgilenmeye, sanat üstüne yazmaya da hazırlamaya başladım kendimi. Yazdığım bütün dallarda, o dalın içinde kalmaya, birini ötekine bulaştırmamaya dikkat ettim. Gene de şiiri bütün türlerin üstünde tuttuğum için kendimi şair (ve yazar) diye konumluyorum. Aynı anda birkaç türde çalışmayı da seviyorum. Örneğin Aksak Soneler’i yazarken şimdilerde, tezgâhımda beşinci roman ve bir öykü kitabı (adı şimdilik Limonluk) da var ama şiir her zaman olduğu gibi gene önceliği almış durumda. “ŞAİR DEĞİL ŞİİR KONUŞMALI” n Kaleme aldığınız 2016 Dünya Şiir Bildirisi’nde şiirin günümüzde sadece işlevi değil; görevlerinin de olduğunun altını çiziyorsunuz. Sizce nedir bu görevler? n Bence şiirin görevi dünyayı dile getirmektir. Gerçi artık evrenin odağında dünya yok ama dünyanın odağında insan var. Çünkü dünyayı ve hatta evreni tanımaya çalışan, tanımlamaya çalışan, adlandıran ve anlamlandıran insan. Hayvanlar iletişim kuruyor yani bir bakıma dil kullanıyor hatta bitkilerin bile iletişim kurduğu neredeyse kesinlik kazandı ama bu dili iletişim ötesinde kullanan yani bir üstdil yaratabilen sadece insan. Bu üst dil kullanımın doruktaki oluşumu da bana göre şiir. Böyle bir zincirleme düşünce içinde, şiirin ikinci görevi öznesi olan dili korumak... Oysa dil, o bildiride de sözünü ettiğim gibi bugün 1984’ü çoktan aşmış bir kirlenme içinde. Bir görevi daha var: Her ne olursa olsun “kral çıplak!” demek. Bu söyleyebilme ahlakını hâlâ taşıyan tek anlatım aracı şiir. n Yine aynı bildiride, bütün dünyayı saran kan, ölüm ve sefaletin nedeni olarak sevgisizliği gösterip tüm bunlar karşısında güç alınacak şeyin ise şiir olduğunu vurgulamıştınız. Ardıl, sizin böylesi bir gündemde sığınağınız olmuş gibi görünüyor... Ne dersiniz? n Kierkegaard, “hüzün benim ‘kale’mdir” demişti ya ben de hep “Şiir benim ‘kale’mdir” diyorum. Yalnız yazar olarak da değil, okuyarak da. Her ne okursam okuyayım, şiir okumayı atladığım bir gün yoktur benim. Bu arada, o bildiriyi bugün yazsam, “sevgisizliğin” başına “saygı duymama”yı koyardım. Bence işin başı saygı. Çünkü saygıda akılcılık var. Düşünmek var. Ahlaksallık var. Bunu kafama dank ettiren de hayvan hakları üstüne yazan bir yazarın, “Ben hayvanları sevmekten de önce onlara saygı duyuyorum” demesi. Neyse, yerimiz sınırlı, dile saygının bir belirtisi de gevezelik yapmamak değil midir? Asıl konuşması gerekenin şair değil şiir olması gerektiğine inanırım ben. n Ardıl / Güven Turan / Yapı Kredi Yayınları / 84 s. SVETLANA ALEKSİYEVİÇ’TEN “KADIN YOK SAVAŞIN YÜZÜNDE” Geriye kalan insan Svetlana Aleksiyeviç Svetlana Aleksiyeviç, “Kadın Yok Savaşın Yüzünde” isimli kitabında, savaşın sertliğini aynı türde yazılan birçok kitaptan daha gerçekçi ve acımasızca önümüze seriyor. Gazeteci Aleksiyeviç, “savaş” ve “kadın” kavramını açık seçik ortaya koyuyor. denİz burak bayrak O rdu, silahlı kuvvetler, asker, savaş... Bu kavramlar bizde toplumun erkeksiliğini ve hayatın her köşesinde olan erkek egemenliğini anımsatır. Ancak toplumu oluşturan yalnızca erkekler değil. Modernleşmeyle birlikte dünyanın birçok bölgesinde kadın da sosyal yaşamda yerini aldı. Kadının var olduğu alanlardan biri de askeri ortam. “Kadının askerlikte, orduda ne işi var?” diyenler çıkabilir. An cak Svetlana Aleksiyeviç’in kitabını okuduğunuzda bu fikir gerçekten değişebilir. Aleksiyeviç, hayatı boyunca insanları dinleyip takip ettiği hayat hikâyelerini okurlarla paylaştı. Kadın Yok Savaşın Yüzünde adlı kitabında yazar, İkinci Dünya Savaşı’nda Almanlara karşı cepheye sürülen yüzlerce kadının öyküsünü kendi ağızlarından aktarır. Bu kadınlar arasında uçaksavar topçusu er de vardır sıhhiyeci de. Uzman çavuş da vardır üsteğmen de. O dönem Rus toplumunda savaşa topyekun katılımı görürüz. Bu kadınlardan kimisi “ölüm”ü çağrıştırdığı için o günleri hatırlamak istemez. Ölümün rengi, dili, dini, ırkı, rütbesi bulun maz. Kadın askerlerin ölümü, Alman askerlerini öldürmek mecburiyetinde kaldığında yaşanan ikilemler, soğukkanlılık ve bir keskin nişancılığa gidiş yolunda hissedilenlerin anlatımı kan dondurucu; ilk kez görülen cesetler, ağlamalar, gözyaşları, silahlar, postallar, bin bir emekle uzatılıp örülen ve kökünden kesilen saçlar... Yazar, savaşı görüp yaşamış bir erkeğe en can alıcı soruyu soruyor ve cevap bir “asker olarak kadın”ın savaş ortamındaki önemini yansıtıyor: “Aşk var mıydı savaşta?” “Cephede pek çok güzel kıza rastladım ama biz onlara kadın gözüyle bakmadık ki. Bence harika kızlardı fakat bizi savaş alanından çekip çıkaran arkadaşlarımızdı onlar. Bizi kurtaran, iyi eden...” Geçmiş geride kaldı. Geriye kalansa insan. Aleksiyeviç de bir tanık. Hayat sıradan. Dinlediği insanların anlattıklarıysa hiç sıradan değil. O insanlar aslında iki kişi: Biri savaşı yaşayan “genç”, diğeri hatırlayan “yaşlı”. Yazar, aynı anda iki ses işittiğini hissediyor. Bu kitap savaş meydanlarında, cephede, cephe gerisinde ateş eden veya yemek yapan Rus kadınlarının yazdığı bir “destan”. Satırlardaki yüzlerce ibretlik öykü, günümüzde de devam eden anlamsız savaşlar konusundaki fikirlerimizi değiştirmeli, öldürmek yerine her zaman ama her zaman yaşam ve yaşatmak galip gelmeli. n Kadın Yok Savaşın Yüzünde / Svetlana Aleksiyeviç / Çeviren: Günay Çetao Kızılırmak / Kafka Kitap / 404 s. KItap 30 Mart 2017 15
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle