Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Soylu ruhlu şövalye Don Kişot, ahlaksal olarak mutlak değerlere inanır. Cesaret, bir şey uğruna sahip olunanın değil, cesaret uğruna cesarettir. Ölümle tehdit edildiğinde bile vazgeçmez bu ideallerinden. “Don Kişot”, aynı zamanda tarihi belge olarak da okunur çünkü Cervantes kendi katıldığı muharebeleri detaylı şekilde anlatır. Cervartes Turhan Abi’ye… O n beş günde bir, klasik bir yapıtı konuk ettiğimiz köşemize bu hafta soylu ruha sahip bir şövalyeyi getirelim istedim. Klasik köşe adını verdiğim bu yazılar, aslında kaybettiğimiz eski değerleri gündemimize getirdiğinden farklı bir şekilde önem kazanmaya başladı benim için. Bu yapıtları sadece edebiyat tarihinde kilometre taşı olarak gördüğümüzden değil, hümanist görüşlerini özlediğimiz için de sanırım… Miguel de Cervantes, Don Kişot’u (Türkçeye Don Quijote ya da Don Quixote olarak da çevrilmiş ama ben Türkçe yazılımını kullanmayı seviyorum) 53 yaşında yazarken yaşlanmanın ve belki de hayatında azalan heyecanların etkisiyle, macera dolu gençliğine nostaljik olarak bakıyordu: Birini yaraladığı için on yıl sürgün olması, İnebahtı körfezi’nde savaşması, korsanlar tarafından kaçırılması, sol elini kaybetmesi, esir düşmesi, yolsuzluk iddialarıyla işinden kovulması, hapse atılması ve maddi sıkıntılar içinde geçen günleri ona fazlasıyla maceralı bir hayat vermişti; bunu da en iyi bir romanda anlatabilirdi. İDEALLERİ UĞRUNA ÖLMEYE HAZIR DON KİŞOT Don Kişot kişisel olarak da son günlerde hayatımda ayrı bir anlam kazandı. Demansla mücadele eden annemin bazen erdem dolu bir lafı bana yaşlı şövalyeyi hatırlatmaya başladı. Cervantes aslında Don Kişot’u Ortaçağ’ın moda şövalye romanlarına bir taşlama olarak tasarlamıştı. Şövalye maceraları okumaktan beyni sulanan, gerçeklikle gün geçtikçe bağını koparan aklı karışık bir adam ile yanından ayrılmayan, sadık, günün adamı Sancho Panza’yı eski türün içinden çıkartıp kendi gününe getirmesiyle benzersiz bir etki yaratır. Bir çağın değerlerinin başka bir çağda komikleşmesi, romanın temelini oluşturur. Cervantes, özellikle romanın ilk cildinde, Don Kişot’tan “yarım akıllı” “deli” olarak söz eder ve bunu sık sık hatırlatır okura. Şövalyenin her davranışı kendi çevresinde garip karşılanmaya mahkumdur. Romana gerçeklik katmak için Cervantes Don Kişot’un öyküsünü doğrudan anlatmaz, onu Mağripli Arap Cide Hamete Benengeli adlı bir yazarın hikâyesinde bulduğunu söyler. Bu sayede kahramana belli bir mesafeden bakma şansı yakalar; onu savunması, hatta sevmesi gerekmez. Aksine uzun monologlarla okurun onu tanımasına izin verir. Önyargıları, betimlemeleri olmadan yazar, aradan çekilerek Don Kişot’un benliğini gösterir. Bu sayede okur, kitap boyunca artan bir sempati duymaya başlar kahramana çünkü o kimse tarafından korunmayan, çağına yabancı, dünyada yalnız kalmış bir adamdır. Savaş açtığı yanlışlıklar ve yolsuzluklarla birlikte her türlü ikiyüzlülükle de savaşması gerekir. Okurda acıma hissi uyandıran şey ise bu yanlışların büyüklüğü karşısında güçsüz oluşudur. Şövalye romanslarında, savaşan askerleri bekleyen güzel prensesler vardır. Onlar uğruna dövüşür şövalyeler. Oysa Don Kişot’un karşısına paragöz yosmalar çıkar ama onların her birini soylu prensesler olarak algılamayı seçer Don Kişot. Bütün ideallerin uğruna ölmeye hazırdır. Bu onun insanlık görevidir âdeta. Ahlâksal olarak mutlak değerlere inanır. Cesaret, bir şey uğruna sahip olunanı değil, cesaret uğruna cesarettir. Ölümle tehdit edildiğinde bile vazgeçmez bu ideallerinden. Örneğin, Dulcinea’dan daha güzel bir kadın olmadığında ısrarcıdır, bunun gerçek olması bile gerekmez; o güzel bir köylü kızıdır, soylu bir prensese yakışacağını düşündüğü Ducinea del Toboso adını veren Don Kişot’tan başkası değildir. MUTLAK GÜZELLİK Don Kişot için hiçbir şey pratik ya da yararlı olduğu için tercih edilebilir olmaz yaptığı her eylem, mutlak güzelliğe hizmet etmek içindir. Eylemin dışa dönük bir amacının olması da gerek mez. Elbette bütün bunlardan, amaçsızca dolaşan bir adam portresi de çıkmamalıdır ortaya çünkü Don Kişot hep önüne yüce amaçlar koyar ve onları aşmaya çalışır. Örneğin, yirimi ikinci bölümde istemedikleri bir yere götürülen bir takım zavallıyla karşılaşır. Onun zavallı dediği adamlar, boyunlarında zincirle birbirine bağlanmış, elleri kelepçeli kürek mahkumlarıdır. Onların kendi isteğiyle değil zorla götürülmesi Don Kişot’un dikkatini çeker ve adamları durdurup suçlarını öğrenmeye çalışır: Hırsız, dolandırıcı, at hırsızı, pezevenk olmalarının onun için pek bir önemi yoktur, Don Kişot’un gözünde bu adamlar, suçlarından dolayı pişmandır, ayrıca istekleri dışında bir yere götürülür; bu iki neden, onları kurtarmayı istemesi için yeterlidir. Önce tatlılıkla gardiyanlara mahkumları serbest bırakması için bir söylev çeker; tabii karşısındakiler onun ciddi mi olduğunu, yoksa şaka mı yaptığını bile anlamayınca gardiyanlara saldırıp mahkumlara özgürlüklerini verir. Bunun karşılığında onlardan tek isteği Dulcinea’ya gidip kendilerini solgun yüzlü şövalyenin nasıl kurtardığını anlatmalarıdır. Bu arada mahkumlar şövalyemizin ne kadar zırdeli olduğunu anladıkları için onu dövüp bırakır. Bu öykünün sonunda Don Kişot kızgın bile değildir, aldatılmış olduğunu düşünmez, onun gözünde kurtardığı adamlar hâlâ kurtarılmaya değerdir. Bölüm sadece Don Kişot’un iyilik yaptığı insanlardan kötülük görmenin üzüntüsü içinde olduğunu söyleyerek biter. Don Kişot, aynı zamanda tarihî belge olarak da okunur çünkü Cervantes kendi katıldığı muharebeleri detaylı şekilde anlatır. Örneğin otuz dokuzuncu bölümde, Tolstoy’un Savaş ve Barış’ta Napoléon Savaşı’nı anlatışına benzer şekilde romana tarihî belge gibi savaş sahneleri ekler. Cervantes’in yaşadığı dönem, İspanya tarihinde önemli yıllardır, sömürgeleri artmış, Amerika kıtasından gelenlerle varsıllaşmaya başlamıştır. Bu yeni çağda, İspanya çok önemli bir yere sahiptir. Romanda bunu farklı bölümlerde hissettirir yazar, değişen değerlerin ne denli farkında olduğunu gösterir. Değişen sadece ahlaki değerler değildir, aynı zamanda edebi zevklerin değişiminden de söz eder. Shakespeare ile Cervantes’i zihnimizde bir araya getiren şeylerden biri aynı gün (23 Nisan 1616) ölmeleri ama her iki yazarın edebiyat ve hayatta değişimlerin nefes alıp verdiği bir çağda yaşadığının bilincinde olması da onları başka bir boyutta birleştirir. Don Kişot’un birinci cildi daha çok şövalyenin davranışlarının anormalliği üzerinde dursa da ikinci ciltte çok daha derin bir gün eleştirisi yer alır. Soyluların kibirli tavırlarına karşı güçlü bir eleştiri geliştirir. Dünya artık soyluların mutlak egemenliğinde değildir, Cervantes bunu kabul edilmez bulur. Aynı şekilde Sancho ve karısı Tereza’nın gerçekçi ve iyilik dolu davranışları halkın sağduyulu yanını ve sıradan insanların güzelliğine dikkatimizi çeker. n 6 16 Mart 2017 KItap