24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

DENİZ BAĞRIAÇIK’TAN “SORSANA, BİZİ SEVMİŞ Mİ?” Deniz Bağrıaçık, bir laboratuvara çevirdiği İstanbul’un geçirgen surlarında yaşayan, yabancıyı küçümseme ya da onu aşırı yüceltme arasında gidip gelen Türk toplumunun fotoğrafını, ‘bizi bize anlatan yabancıların yardımıyla’ bir çerçeve içine alıyor kitabında. ‘sbNee’vonsil’uern ERENDİZ ATASÜ T ürkiye’nin kısır şamatasında genç araştırmacıların pırıltılı çalışmaları gözlerden kaçmamalı, ne yazık ki böyle bir tehlike var. Bu araştırmalardan biri de biz Türklere kendimizi İstanbul’da yaşayan yabancıların aynasında görme fırsatını sunan sosyolog Deniz Bağrıaçık’ın Sorsana, Bizi Sevmiş mi? adlı çalışması. Bilimsel bir araştırma olan bu yapıta ben okur olarak yaklaşacağım. Ali Ergur’un derinlikli önsözünde, genç araştırmacıyı bu çalışmaya yönelten nedenlerin bir kısmını yakalamak mümkün. Dünyanın küresel bir pazara dönüştüğü neoliberal kapitalizm döneminde birçok kişi için yerleşikliğin bir yaşam pratiği olmaktan çıktığı anlaşılıyor. Sadece iklim değişikliğinin, bitmeyen boğazlaşmaların, açlığın ve terörün dayattığı perişan göçler değil söz konusu olan, büyük şirketlerin egemenliğindeki dünyada şirket karının güdümünde, iş sürekliliğinin ve güvencesinin kalmaması bir çok insanı yaşam boyu yer değiştirmeye itiyor. Kim yerleşik, kim yabancı belli değil! Kimisi için renkli bir hayat, kimisi için sürekli tedirginlik demek olan bu durumun temsilcilerine araştırmada rastlıyoruz. Ancak sadece bu kadar değil... “YABANCILANAN” YABANCILAR Kanımca Deniz Bağrıaçık, neredeyse “ulusal” diyebileceğimiz bir komp leksin son derece farkında, “Yabancı kompleksi!” Fena hâlde “yabancılanan” yabancıların onayına ihtiyaç duymak! Bir zamanlar dünyaya hükmetmiş ve sonra hayatın her alanında iflas etmiş köhne bir imparatorluğun torunları olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının pek çoğu, ülkemizle özellikle bizi yenen Avrupa’yı kıyaslarken megalomani/aşağılık duygusu çıkmazında bocalıyor. Emperyalizmi yenerek kurulmuş Cumhuriyetimizin ideolojik destekçilerinde pek rastlanmayan bu kompleks, Cumhuriyet değerlerinin bozuk para gibi harcandığı günümüzde çok trajikomik biçimlerde hortlamışa benzer. Kimilerimizde yabancılarla ilgili daha da vahim bir karmaşa var; abes boyutlarda bir milliyetçilik ya da psikanalitik çözümleme gerektiren bir öz nefret hâlinde dışavurulan bu durum, kanımca Anadolu’ya göç etmiş Türkmen boylarının tarihin akışı içinde herhalde çoğu acı olan olaylar sonucufarklı toplulukları içine alarak bugüne ulaşmasıyla meydana geliyor. Ne tam özümsenebilmiş ne tam adı konmuş, velhasıl sindirilememiş bu farklılıklar anlaşılan odur ki kimi bünyelerde alerjik reaksiyonlara sebep oluyor. Osmanlı hükümdarları bağlamındaki bir ifade ki vaktiyle Avrupa’da büyük Türk diye anılırlardı durumu veciz şekilde özetliyor aslında: “Yabancılık Türklere anneleri kadar yakındır” (s. 31). Bu kitapta beni en çok etkileyen unsur, Deniz Bağrıaçık’ta, Türkiye’de şu an en çok ihtiyaç duyduğumuz bir niteliğin, dürüst entelektüel zekânın bulunması. Kitap hiç kuşkusuz Cumhuriyetçi, laik, kadınerkek eşitliğini özümsemiş bir bilinç tarafından kaleme alınmış ama bu bilinç farklı görüşlerin yaklaşımlarına ufuk açıcı oldukları sürece asla kapalı değil. İkinci çok hoş unsur, sade, samimi, alçakgönüllü bir dille kaleme alınmış kitabın, okuru hemen içine alan, arkadaşça bir sohbet gibi pırıl pırıl akan üslubu. Beni şaşırtan yanıysa vaktiyle bir özgürlük soluğu gibi yaşadığım ama günümüzde Eduardo Galeano’nun sözleriyle “Hava, ışık, sessizlik gibi doğal kaynakların kıtlaştığı ve pahalılaştığı” ürkünç bir kargaşa hâline gelmiş İstanbul’un, kimi yabancılara canlılığıyla, doğal ve tarihî dokusuyla, esinlediği macera duygusuyla hâlâ çekici görülebilmesi! Demek İstanbul’un gizemini hâlâ tüketememişiz... İyi! “KONUKLARIMIZ” Bağrıaçık, İstanbul’un yabancı misafirleri bağlamında kısa bir tarihsel özet verdikten sonra, en büyük kentimizi mesken tutmuş, çeşitli ülkelerden, mesleklerden, toplumsal sınıftan gelen günümüzün “konukları”nı üç bölümde incelemiş: Yirmi yıldan fazla İstanbul’da oturanlar, 2000’den itibaren gelenler ve bir yıldan kısa süredir İstanbul’da yaşayanlar. Her grupta yarısı kadın, yarısı erkek olmak üzere on altı görüşmeci bulunuyor. İş için, aşk için, gezmek için, gelişmiş ülkelerde neoliberalizmin henüz ruhuna Fatiha okuyamadığı düzenden sıkıldığı için gelip kalmış yabancılar. Aralarında Erasmus programıyla gelen genç öğrenciler de var. On yıllardır oturanlar elbette iş güç sahibi kişler de... Öğrencilerin çoğu geçici. Araştırmanın ortaya koyduğu önemli ve ironik bir gerçek, kulaktan dolma bilgilerin, kitle iletişiminde heyecan yaratmak için ya da siyasi propagandada bambaşka amaçlarla dolaşan imgelerin, dünyanın her yerinde ne kadar etkili olduğu! 1970’lerde çevrilmiş “Midnight Express” filmi Türkiye alehindeki abartılı sahneleriyle bir kuşak Batılının neredeyse üllkemizle ilgili tek referansı olmuş. O yıllarda Türkiye’ye yolu düşenler ürpertilerle gelmiş! Diğer bir örnek, 2000’lerin ilk yıllarında Büyük Birader ABD’nin tasarladığı Büyük Ortadoğu projesinde Türkiye’ye düşen “ılımlı İslam demokrasisi”(!) rolünü sevimli ve yararlı göstermek için ön ayak olduğu propagandaya kapılarak borç batağında geçici bir büyümeyi gerçek gelişme sanarak gelenler ve bir süre İstanbul’da yaşadıktan sonra ayakları suya erip gerçeği görenler! AKP’den Ergenekon davasına kadar izlenimleri 180 derece değişenler!.. Bağrıaçık’ın serin aklı ve dürüst kalemi, her kesim yabancının ve karşılaştığı Türklerin artılarını ve eksilerini adaletli bir yaklaşımla ve heyecana kapılmadan saptıyor. Benim kalemimdeki öfke, hâliyle onda yok. O bir sosyolog. Yabancıların aynasında bizler çoğu kez, sıcak, dostça yaklaşımlarımızla, yardımseverliğimizle (s.166), aile içinde birbirimizi sevgi ve ilgiyle boğmalarımızla, yetersiz bireyselleşmelerimizle (hiç yalnız kalamamak), dostluk ahbaplık ilişkilerimizdeki ani sıcaklıklar ve ani soğukluklarla beliren tutarsızlıklarımızla, cinsel ilişkilere yönelik hamlıklarımızla, kadınerkek eşitliğini bir türlü özümseyemeyişimizle (s.178, 184) ve bu özümseyememe hâline rağmen belki de onun yüzünden ister mesleki başarı, ister hayatın başka herhangi bir alanında davranış ve eylem olarak kadınlarımızın diğer cinse nazaran belirgin olgunluğuyla (s. 202) boy gösteriyoruz ve bitmek tükenmek bilmeyen sevgi ve onay ihtiyacımızla! Başka özelliklerimiz de düşüyor aynaya: Saygı adına sürdürülen ikiyüzlülükler (s. 202) ve bir zamanlar tokgözlülüğü övülen insanlarımızın küresel pazarın etkisiyle kapıldıkları hırs (s. 93), her ne kadar konuğun tanıklığı meseleyi sadece çalışma aşkı zannetse de! Araştırmacımız nesnel bir gözlemle bir bir saptıyor! Yorumları yumuşak ancak gerçeklikten asla ayrılmadığı için tablo yoruma gerek bırakmayacak şekilde çıkıyor ortaya. Kanımca en büyük çelişkimiz, hâlâ yitirmediğimiz konukseverliğimiz ile bizdeki kadın çoğunluğuna benzemeyen konuk kadınlar için yaratılan Nataşa imgesi ile bu imgenin güdümünde kadına reva görülen taciz ve aşağılama arasındaki uçurumda ele veriyor kendini (s. 214). Kendimizin farkına varabilmek için tam okunacak bir kitap. n Sorsana, Bizi Sevmiş mi? / Deniz Bağrıaçık / Yapı Kredi Yayınları / 228 s. 22 9 Kasım 2017 KITAP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle