03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

MURAT GÜLSOY’DAN “ÖYLE GÜZEL BİR YER Kİ” ‘Edebiyat devasa bir saray gibidir’ Murat Gülsoy’un yeni romanı “Öyle Güzel Bir Yer ki”; geçmişin, günü ve geleceği nasıl inşa ettiğini anlatan bir roman. Fırtınalı bir gecede romanın kahramanı Kerem’in dükkânında bir araya gelen eski lise arkadaşları, geçmişe doğru karanlık bir yolculuğa çıkar. Bu yolculukta ise sadece Kerem ve arkadaşlarının değil, değişen bir toplumun da izleri sürülür. Gülsoy’la yeni romanını konuştuk. ERAY AK [email protected] Ü retken bir yazarsınız. Araya çok zaman koymadan yayımlıyorsunuz kaleminizden çıkanları. Bu verim yoğunluğunu da tekrara düşmeden gerçekleştiriyorsunuz. Açıkçası zor... Nasıl başa çıkıyorsunuz bununla? n Asıl başa çıkması zor olan yazmadığım dönemler. Yazmak hayatımın her anında zihnimin içinde, gündemimde... Kaldı ki iki yıla yakın bir zamanda bir roman yayımlamak bence normal. Tekrara düşmemenin tek yolu tekrara düşmekten korkmamak. n Sadece yazmayı, değil yazmak üzerine düşünmeyi de sevdiğinizi biliyoruz. Az önceki sorunun cevabına katkı sunabilir miyiz bu özelliğinizle? n Yazmak yaşamımın büyük bir alanını kaplıyor. Sadece okuyup yazmıyorum aynı zamanda yıllardır yaratıcı yazarlık atölyeleri yürütüyorum. Bu da beni sürekli olarak edebiyat üretiminin içinde tutuyor. Atölyede okunan her öykü ve roman için alternatif yazma, anlatma, gösterme biçimleri düşünmek bana çok iyi geliyor. n Her kitabınızda farklı anlatım olanakları üzerinden gitmeye çabalamanızı “deneysel edebiyat” gibi bir sınıflandırmaya sokmak mümkün mü? Yoksa böyle bir sınıflandırmanın yersiz olduğunu, her yazarın bu “deney dünyası” içinde olması gerektiğini mi düşünüyorsunuz? n Her roman, her öykü benim için farklı bir deneyim oluyor. Farklı konular, türler, anlatım biçimlerini araştırmak bana heyecan veriyor. Her yazarın ya da yazmakla uğraşan herkesin yolu, yordamı farklı olabilir. Edebiyat devasa bir saray gibidir, içeri girmek için size uygun olan kapıyı bulmanız zaman alabilir. Kafka’nın Dava’sında olduğu gibi herkes için aslında özel bir kapı vardır, yani hepimiz farklı yollardan girebiliriz oraya. Benim için başlangıçtan beri önemli olan kurmaca sanatların, hikâye anlatan yapıların, öykülerin, “Edebiyat dille yapılan bir sanat. Hangi dilde yazıyorsanız o dilin içinde kök salıyorsunuz. ” romanların biçimlerinin insan zihninin çalışmasıyla ve insan psikolojisiyle bağlarıydı. Bu kimi zaman doğrudan zihinsel süreçlere odaklanmama neden oluyor, kimi zaman da romanın mimari yapısı üzerinde deneyler yapmama... Amacım aslında hiç değişmiyor: farklı hikâye anlatma yollarını bulmak. Çünkü dünya anlattığımız yerdir. Anlatamadığımız her an dünyanın dışına düşeriz, yokluğun karanlığına karışırız. Anlatarak yaşadıklarımızı anlarız. Anlatarak kendimizi ve başkasını tanırız. Tabii her anlatma eylemi kendine özgü sınırlar ve sorunlar içerir. Anlatarak yanılsamaların da içine düşeriz. Bence edebiyat ile yapılan tüm bu araştırmaların, deneylerin, biçimsel arayışların en değerli yanı bu sınırları zorlamamızı ve sorunları daha iyi fark etmemizi sağlıyor oluşudur. “GELECEĞİN GEÇMİŞTEN DAHA İYİ OLACAĞINI SANIYORDUM” n Yeni kitaba gelelim... Sizin için nasıl geçmiş bir sürecin romanı Öyle Güzel Bir Yer ki? n Son iki yıl sürekli içinde dolaştığım bir roman oldu bu. Kerem’in eskici dükkânında yağmurlu bir gece, güneyde bir butik otel, Gezi Parkı’nda bir akşamüzeri, hastanede geçen bir akşam ve yıkılmakta olan bir apartman... Mekanın git gide önem kazandığı, hatta zamanı kırdığı, çoğalttığı bir süreç oldu. Şunu anladım yazarken: bir yerlerde bir şeyler yaşıyoruz ama o yaşantı asla yaşandığı anla sınırlı kalmıyor, zihnimizin içinde çoğalıyor, başka yaşanan anlarla kesişiyor, şekli değişiyor, hayatımız dediğimiz o akışkan ve canlı şeyi oluşturuyor. n Yazarken kafanızda dönüp duran baskın mesele ya da meseleler neydi? n Birçok mesele bir arada yürüdü. Bir tarafta aşk gibi, cinsellik gibi insanları birbirine bağlayan ama aynı anda tahrip eden güçlü duygular vardı. Öte yandan insanlar arasındaki güç ilişkileri, cinsiyet, sınıf ya da kültür üzerinden kurulan denklemler... Yaşlılık ve ölüm gibi kadim meselelerin gölgesi de hep üzerine düştü romanın. n “Bıktım artık. Yüreğim ağzımda yaşamaktan bunaldım. Bir yer olsa, çekip gitsem... Ama yok. Yok. Dünya küçüldü, küçüldü... üzerinde duracak yer kalmadı sanki.” Bunları söyleyen kahramanlarınızdan biri. Bu sıkışmışlık duygusundan da bahsedelim derim; çünkü sadece kahramanınızın ruh hâli hakkında değil romanın genel atmosferi üzerine de çözümleyici olacak diye düşünüyorum... n Romanın genel atmosferi bugün içinde yaşadığımız dönemi, en azından belli kesimler için büyük ölçüde yansıtıyor sanıyorum. Sıkışmışlık bence yaşadığımız çağın genel duygusu. Sürekli içinde yaşadığımız çemberin daraldığını, özgürlüklerimizin git gide daha da kısıtlandığını hissediyoruz. Bu sadece gündelik siyasi olaylarla sınırlı değil. Doğayla, dünyayla kurduğumuz ilişkide de bu var. İnsanların kendi mikro çevrelerinde yaşadıkları ilişkilerle de var. Sürekli tehdit altında günümüz insanı. Terör, küresel iklim değişikliği, ekonomik krizler, demokrasi karşıtı söylemlerin yükselişi... Bu her zaman böyle değildi kuşkusuz. Örneğin 1960’lar tüm dünyada özgürleşmenin yükselişe geçtiği iyimser yıllardı. Şu anda tüm dünyanın daha karamsar bir yer hâline geldiğini düşünüyorum. Ama bir yandan da bu düşüncemin içinde bulunduğum orta yaşla ilgili bir durum olacağını da hesaba katmam gerektiği aklıma geliyor. Sonuçta 1980’lerde ilk gençliğimi yaşarken de ülkemizde ve dünyada işler hiç parlak değildi ama ben umutluydum, geleceğin geçmişten daha iyi olacağını sanıyordum. Sonuçta bu bir roman ve elbette yazanın ruh durumunu yansıtıyor. “BAŞKALARINDA KENDİMİZİ, KENDİMİZDE BAŞKALARINI BULURUZ” n Bugün yayımlanan pek çok romanda toplumsal yansımalar çıkıyor karşımıza. Öyle Güzel Bir Yer ki de bunlardan uzak değil. Sirenler, siren seslerinin ardından darbe mi yoksa terör saldırısı mı olduğu korkusu... Aynı şekilde kentsel dönüşümün de romana sızması... Bu paralelde bugünün siyasi ve toplumsal sıkıntıları, yazı hikâyenizi, yazma hâlinizi nasıl etkiliyor? n Bu sorunun cevabını az önce verdiğimi düşünüyorum. Ama şöyle bir ek yapabilirim. Hep kendime şunu telkin ediyorum: Mesafe almalıyım, gündelik olan romana sızabilir ama romanı belirlememeli. Gündelik olanın dışına çıkabilmeliyim. Her şeyden önemlisi, dünyada ve ülkede korkunç şeyler yaşanırken bile ben masamın başına dönmeli ve kurduğum dünyaya, romanıma hizmet etmeliyim. Ancak bu şekilde >>direnmiş olabilirim. Çünkü zaman geçiyor yazı kalıyor. Yaşayan 20 9 Kasım 2017 KITAP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle