25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

BYUNGCHUL HAN’DAN “ŞİDDETİN TOPoLOJİSİ” Örazngdüımrlüaknhhieçbr işreşye!ydir, ByungChul Han, “Şiddetin Toplojisi”yle başarı ve performansa yoğunlaşan, özgür olduğunu sanırken narsistleşip depresyonun ve kendisine yönelttiği şiddetin içinde boğulan yeni insanın portresini çiziyor. alİ bulunmaz alibulunmaz@cumhuriyet.com.tr Z amanın kıtlığı ve aynı oranda değerli oluşu, hepimizi hızlı hareket etmeye zorlarken yoruyor da. Her şeyin “hemen şimdi” yapılmak istendiği, talep edildiği ve beklendiği bu ortamda insanın benliğinin törpülenmesi ya da örtük ve açık şiddetle yoğrulması normal karşılanıyor. En azından farkında olmadan bunu olağanlaştırıyoruz. Güney Koreli kültür kuramcısı ByungChul Han, yirmi birinci yüzyıl toplumnu ve insanlarını çalışmalarında incelerken herkesin borçlu doğduğunu, bu borcun da tamamen zamanla ilgili olduğunu belirtiyor. Yazar en bilinen kitabı Yorgunluk Toplumu’nda (Çev. Selim Kalıtekin, Açılım Kitap), zamansızlığın insanları hıza sürüklediğini, hızın da sosyal ilişkileri etkileşim boyutuna indirgediğini söylemişti. Sürekli hareket edip sanal dünyada oradan oraya zıplayan, daima ulaşılabilir olma zorunluluğunu bir boyunduruk gibi taşıyan ve hep “güncellenen” bir gündemle yaşamak durumunda kalan insan, Han’a göre bu döngüden bitap düşüyor. Fakat bir hastalığı gizler gibi söz konusu sıkıntıyı bazen bilinçli bazen otomatik biçimde öteliyor. Böylece kapitalizm, büyük bir özgüvenle, hırsla ve o bireylerden aldığı güçle çarkını döndürüyor. İnsanlar depresyona girerken buhrandan kurtulmak için kendisini bu hale düşüren sistemi kullanarak tam bir kısırdöngüye giriyor. İşte Han, Yorgunluk Toplumu’nda hepimizin yaşadığı ve bir biçimde çözüm üretmeye uğraşıp sonra da alıştığı düzeni sürdürme halini böyle formüle etmişti. Yazar şimdi de meseleye bir başka açıdan yaklaşıp iliklerimize işleyen şiddetin kılcal damarlarında geziniyor. Sıradan her insanın, yaptığı herhangi bir işte başarılı olup performansını yüksek tutmasını bekleyen sistem, üstümüzde kurduğu egemenlikle şiddeti üretir ve bunun da kişiler tarafından emilimini sağlar. Başka bir deyişle Han’ın bahsettiği depresyon, disiplin ve başarı beklen tisi, şiddetin bu dönüşümünde etkin rol oynar. Han, şiddetin dönüşümünü anlatırken kalıcılığından, geçmişinden ve kaynaklarından bahseden felsefi bir yol izler. Dolayısıyla şiddet kompartımanları arasında gidip gelir, onları taşıyan vagonları ve zaman zaman değişen lokomotifleri mercek altına alır. “HAYATTA KALMA HİSTERİSİ” Han, şiddetin olumsuzdan olumluya kaydığını ifade ediyor. Yani usul usul görünmez hale gelişinden. Peki, bu ne demek? Han, dildeki, günlük hayattaki, bir ülkenin liderinin uygulamalarındaki kaba dayak benzeri şiddetten sıyrılıp aynı ölçüde önemli ve tehlike barındıran bir noktaya dikkat çekiyor; olumluluğun şiddetine: “Dilin spamleşmesi aşırı iletişim, aşırı haber ve bilgi, azmanlaşmış bir dil, iletişim ve haber kütlesi, olumluluğun şiddetinin görüntüleridir.” Han’ın altını çizdiği bu gerçekler aşırı performans, aşırı üretim ve aşırı iletişim biçiminde hayatımızda yer kaplar. Haliyle bu, o bilindik ve kelime anlamıyla yaşamımızı sarıp sarmalayan şiddetten daha fazla yakıcı güce sahip olabilir. Özgür değilken kendisini özgür sanan bireylerin varlığı ve kitleselliği, bu gücün katlanmasına yol açar. Han’a göre kitle, düştüğü depresyonla bu durumun farkına varır. Sonuçta kişi, aynaya bakar ve kendi kendisiyle kavgaya tutuşup benliğine düşman olur. Yazar, aleni ve gaddarca şiddetin yerini önce viral bulaşmanın aldığını; bunun, yüz yüze değil de enfeksiyonla etkinleştiğini söyler: “Viralite, şiddetin her türlü aleniliğini ve açıklığını ortadan kaldırır. Fail kendisini görünmez kılar. Saldırmaktan çok bulaşan virüsler, arkasında faile ulaşılmasını sağlayacak bir iz bırakmaz.” Ancak yazar, bunun olumsuzluk şiddetine bir örnek olduğunu vurgular; iyi ve kötü, düşman ve dost kutupları hâlâ belirgindir. O halde mekanizma (ya da sistem), şiddetin içselleştirilmesini sağlayarak kişiyi kendisine döndürür; şiddet, “Ben’in dışından değil içinden geçer.” Sistem öyle bir sihirli dokunuş yapar ki kendisini özgür hisseden birey, zorlu bir yol seçip fazla yük sırtlanmaya, başarılı olmaya, kendisini sömürmeye ve en sonunda da kendisine yönelik bir saldırganlık geliştirip tükenmeye doğru gider. Dinde, dilde, günlük yaşamda, üretimde ve toplumsal ilişkilerdeki şiddet de böylece boyut değiştirir. Han, hayatta kalmak için sisteme hizmet etmenin, iyi yaşama fikrinin önüne geçtiğinin ve bunun da kapitalist ekonominin özünü oluşturduğunu hatırlatır: “İyi yaşama endişesi hayatta kalma histerisine dönüşür.” Toplum bu yolla atomize edilir, sosyallik erozyona uğrar ve artık geriye hangi koşulda olursa olsun sağlıklı tutulması gereken bir beden kalır. Yaşam hiperaktifleşirken yarı ölüler her yanımızı kaplar. Keyif almanın yerine yapmak geçer. Görev ve görevini layıkıyla yerine getirecek beden, her şeyin önünde konumlanır. İşte Han’ın, olumsuzluk şiddeti dediği şey, başarı ve yaşama histerisine kapılan bu tür bir bilinçten doğar. “YENİ TANRIÇA”: SAĞLIK Han’ın tasvir ettiği yeni birey, elinin altındaki tüm imkânlara ve sahip olduğu becerilere karşın gerçeklik ilkesinden uzakta ve hiçbir şeyle güçlü bir bağ kuramadan yaşar. Bu durum, onu sık sık depresyonla yüzleştirirken olumluluğun şiddetinin içine de atar. Kendisiyle rekabet eden birey, aynı zamanda benliğiyle çatışmaya girer. Han’ın deyişiyle kişinin “kendisiyle rekabeti, kendi gölgesini geçme isteğine benzer ve ölümcüldür.” Olumluluk toplumunda nefes alıp veren bireyler, kendisini tüm dış baskılardan sıyrılmış sayarken takıntılar arasında yitip gider. Yazar, “burnout” (tükenmişlik sendromu) ve depresyonun yaygınlaşmasını buraya bağlıyor. Narsistleşen öznenin kendisine yönelen öfkesi, aynadaki suretini ötekileştirmesiyle sonuçlanınca şiddet de besleneceği asıl kaynağa ulaşır: Kişi, kendisiyle uğraşmaya ve benliğine eziyet etmeye koyulur. Daha korkuncu, tüm bireyler bu yola bir şekilde girince aynılaşma ortaya çıkar ve yazarın bahsettiği şiddetten doğan ateş harlanır. Aynılığa sağlam bir tepki gösterilmemesini eleştiren Han, olumluluk şiddetinin, olumsuzluk şiddetinden daha tehlikeli bir boyuta geldiğini söyleyip ekliyor: “Kurban, sistemin aynı zamanda işbirlikçisi, ortağı. Sistemin aksamadan işlemesini sağlayan failden bir farkı yok. İnsan kendisini sömürdüğü ölçüde şiddet kendisine yöneliyor; insan, hem fail hem de kurban oluyor.” Mecburiyetlerle özgürlüğün birbirine tehlikeli biçimde karıştığı, sınır ihlalinin yaşandığı bir depresyon toplumuna işaret ediyor yazar. Randıman her şey olurken özgürlük hiçbir şey haline geliyor. Kişi formel olarak gözetlenmez, bunun yerine kendi eliyle bu işi son derece şeffaf bir şekilde halleder: Oluşturduğu profillerle, bağlandığı ağlarla ve katkı sunduğu 7/24 süren üretimle sisteme ve olumluluğun şiddetine teslim bayrağını çeker. Üstelik bu, “spamleşen”; boşluklar barındıran dille daha çok insana yayılır. Böylece herkesin kendisine tabi olduğu, özgürlükle zorunluluğun bir araya getirildiği muazzam düzen tam anlamıyla kurulur. Daha evvel yapılması zorunlu görülen işleri kişi kendi isteğiyle yapar. Han’ın ortaya koyduğu olumluluk şiddetinin pençesindeki insan, performansa ve başarıya indirgenmişliğiyle öne çıkıyor. Ne ölebilen ne öldürülen, rekabet etmesinin yanında kendisiyle didişen bu insan için sağlık, başarıya giden yolda performansı artıran “yeni Tanrıçaya” dönüşüyor. Sağımıza solumuza baktığımızda bu yeni insanı görme ihtimalimiz hayli yüksek. Ama belki hepimiz aynılaştığımızdan körleşmiş de olabiliriz! n Şiddetin Topolojisi/ ByungChul Han/ Çeviren: Dilek Zaptçıoğlu/ Metis Yayınları/ 148 s. 6 21 Temmuz 2016 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle