Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
GÜN ZİLELİ’DEN “ÇANLAR” ‘Kahramanlarım, şçaoşğıurtnılru’ kla beni de Gün Zileli’nin “Çanlar” romanı, okuru 1917 ile 2017 arasında salınan bir sarkacın peşine takıyor. Zileli, geçmişle gelecek arasında bir köprü kuruyor. İktidarın, devrimlerin ve ideallerin sorgulandığı bir roman “Çanlar”. Zileli’yle kitabını konuştuk. nİlgün çağlayan R omanlarınız her zaman politik bir arka plana sahip. Bunun nedenini sizin kişisel tarihinizde mi aramalıyız, edebiyata bakışınızda mı? Siyasal bir arka plan olmadığında bireyin de hikâyesinin güdük kalacağını düşünen romancılardan mısınız? n Kesinlikle böyle düşünmem. Gençlik dönemimin öykücülüğü varoluşçu edebiyatla; Franz Kafka’yla, Albert Camus’yle şekillenmiştir. En katı solcu olduğum daha sonraki dönemlerde bile (örneğin 1970’lerde) “olumlu kahramanlar” yaratmayı özendiren “sosyalist gerçekçilik” akımına kuşkuyla bakmışımdır. Öte yandan, politik zemin, insanın, bireyin hayatının bir parçasıdır. İnsanı, yaşadığı toplumsal ortamdan soyutlayarak anlatmak mümkün değildir. Bireye en fazla önem veren yazarlar bile aslında dönemlerinin toplumsal ortamını dolaylı ya da dolaysız bir şekilde romanlarının zemini yapmış, aslında bireyi toplumsal geri plandan ve onun kurumlarından soyutlamadan anlatmışlardır. Alalım Franz Kafka’nın Şato’sunu. O şato aslında devasa bir toplumsal makineyi, kurumları, bürokrasiyi temsil eder. Hatta bu romanda esas mevzu, Bay K’den, onun ruh halinden çok, Bay K’nin yaşadıkları aracılığıyla devasa devlet kurumudur. Yani toplumsal olan bu romanda arka zemin bile değil, doğrudan doğruya romanın özüdür. Romanlarımda (özellikle Mevsimler ve Çanlar’ı ele almalıyım) elbette toplumsal arka plan önemlidir ama bunda tuhaf olan bir şey yoktur. Önemli olan, bu toplumsal arka zeminin önünde yer alan bireylerin karton olup olmadığı, “sosyalist gerçekçilik”te olduğu gibi “amaca uygun” kahramanlar olup olmadığıdır. Romanlarımda böyle bir şey yoktur. Elbette okuyucu karar verecektir ama her iki romanda da kanlı canlı, ruhu olan, çelişkiler içinde bocalayan karakterler söz konusu. Benim bir romancı olarak şanssızlığım, aslında bilinçli hayatıma bir edebiyatçı olarak başladığım halde, toplumsal profilimin esasen politik çizgilerle belirginleşmesidir. Beni tanıtan yazılarda edebiyatçılığıma değinilmez de, “1968 hareketinin önemli isimlerinden...”, “sol hareketin tanınmış isimlerinden” vb. gibi tanımlamalar kullanılır. Bu da okuru veya edebi kamuoyunu ister istemez şartlandırıyor. İnsanlar beni bir türlü romancı, edebiyatçı olarak görmek istemiyor. Kısacası, bu durumdan şikâyetçiyim. Bunu daha önceki söyleşilerimde de birkaç kez belirttim. Sanırım bu duruma, kendi alanında oldukça ünlü olan ve ilgili bir okur kitlesi tarafından epeyce okunan, Yarılma, Havariler vb. Türkiye’nin toplumsal ve politik elli yılını anlatan otobiyografik kitaplarımın da katkısı oldu. Üstelik, özellikle Çanlar romanında toplumsal ve politik arka planla bireylerin ya da roman kahramanlarının hayatlarının oldukça başarılı bir bütünlük içinde olduğunu düşünüyorum. Böyle bütünlüklü bir romanı ben değil de, sırf örnek olsun diye veriyorum bu isimleri, Selim İleri ya da Orhan Pamuk yazsaydı, kimsenin aklına bunun “politik bir roman” ya da sizin deyişinizle, siyasal arka plana şu ya da bu nedenle fazlaca önem veren bir roman olduğunu söylemek gelmeyecekti. Sonuç olarak bu kanaatin benim adımla bağlantılı olduğunu düşünüyorum. “KENDİLİĞİNDENCİ BİR YAZIM TARZIM VAR” n Roman karakterlerinin “çelişkiler içinde bocalaması”nı karton karakterler yaratmadığınızın bir göstergesi olarak dile getirdiniz. Öyleyse romancının karakterin yaratım sürecinde ne düzeyde müdahil olduğunu düşünüyorsunuz? Bir diğer deyişle karakterlerinizin çelişkileri nereden geliyor? n Onlar benim karakterlerim değil. Kendiliğinden girerler romana. Çelişkileri ise hayatın çelişkilerinden gelir. Ruhu olan her canlı gibi onlar da hayatın getirdiği çelişkiler içinde bocalarlar. Ruhlarının kaotik yapısı içinde farklı tutumlar sergileyebilirler. Benim kendiliğindenci bir yazım tarzım var. Hiçbir karakteri önceden tasarlamam. Roman karakterleri olayların seyri içinde nasıl kendiliğinden zuhur ederlerse kendi ruhsal yapılarına göre şöyle ya da böyle davranırlar. Doğrusu, benim yazar olarak elbette bazı “dertlerim” vardır ama onlar benim “derdime” göre değil de gelişmeler içinde kendi ruhsal yapılarına göre bir tutum takınırlar. Bazen ben de inanamam, romandaki karakterin o anda aldığı tutuma, hatta çoğunlukla beni şaşırtırlar da. Kısacası, romanda kendiliğinden ortaya çıkan karakterler, çoğunlukla benim irademden bağımsızdırlar, hatta başlarına buyruk oldukları bile söylenebilir. Örneğin Çanlar romanındaki Stara karakterinde bu iyice belirgin. Yaşlı Stara, genç Stara’nın neredeyse tam zıddı, üstelik yaşlı Stara’nın bir hali diğer haline de uymaz. Benim böyle bir şeyi tasarlamam imkânsız. Metruk Pilgrim apartmanın üst katındaki yaşlı kadın apartmana sığınanları, “buraya gelin” diye çağırdığında bu kadının adını o anda bilmediğim gibi kimin nesi olduğunu da bilmiyordum. Onu ben de aynı okur gibi roman süreci içinde tanıdım. “SOL, İNSANLARI ÇABUCAK YAFTALIYOR” n Çanlar romanının adı aslında Mevsimler de öyle zamana, zamanın akışına ve zaman denen mefhum içerisinde (buna tarih de demek mümkün belki) bireyin ve toplumun yaşadıklarına yönelik bir çağrışım yaratıyor. Dört mevsim dönüp duran bir döngüyü, çan ise bir saatlik döngünün tekrarlanışını hatırlatıyor. Özellikle Çanlar romanı için soruyorum; romanın hikâyesinde zaman ve birey arasındaki ilişki nedir? Stara karakterine gelmişken söz, mesela zamana meydan okurcasına bugün bu karakterin bir anda çıkagelmesi de bu bağlamda değerlendirilebilir mi? n Doğru, zaman ve döngü çok önemli. Romanın başında yer alan, “Nasıl ki Dünya, çevresinde bir günde, Güneş’in çevresinde bir yılda dönüyorsa devrim de dünyanın çevresinde bir asırda döner” epigrafı da buna işaret ediyor. Sadece dünya değil, içinde yer aldığı sonsuz evren de farklı farklı döngülerin bir toplamı gibi. Belki de bütün döngüler daha büyük ve belirleyici bir döngünün parçaları. Birbirine geçen dişlilerin daha büyük döngüleri harekete geçirmesi midir bu, yoksa tersi mi? Birey, bu döngülerin içinde dönenir durur, hatta belki de öğütülür. Akıp giden zaman öğüttüğü bireyleri, toplumları, olayları vb. tarihin çöplüğüne havale eder ve biz onları ancak o zaman geçmişin ya da tarihin prizmasından görüp değer lendirebiliriz. Yaşanan, yaşandığı anda değerlendirilemez. “Ölü zamanla”, yani tarihle anlam kazanır ya da biz ancak o zaman onlara anlam verebiliriz. Bir de ruhlar var, Çanlar’da gördüğümüz gibi. Bir tek onlar kırabilir zamanın ya da tarihin acımasız çarklarını ve geçmişi zamanımıza taşır. İşte o zaman “kör ta lih” belirleyici olmaktan çıkar. Geçmişin hayaletleri, ânın sahnesinde bambaşka, hepimizi şaşırtan, özgür, determinizmle hatta materyalizmle dalga geçen neşeli ama bir o kadar hüzünlü yeni bir oyun sahneye koyar. n Roman iktidar kavramını >> sorguluyor. Muhalif olanın iktida 12 21 Temmuz 2016 KItap