25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

IAN MCEWAN’DAN “ÇOCUK YASASI” Yirmi birinci yüzyılda inanç, korku ve hukuk Ian McEwan “Çocuk Yasası”nda, kahramanı Yüksek Divan Aile Hukuku Dairesi hâkimlerinden Fiona Maye’in önüne getirdiği davalarla kültürler, inançlar, kimlikler, aile bağları içinde bireyin hakkını sorgulamasını istiyor okurun. aslı gÜneş Soren Kierkegaard Korku ve Titreme’de İbrahim Peygamber’in, oğlu İshak’ı Tanrı’nın isteğini yerine getirmek için kurban etme hikâyesini anlatır. Kierkegaard’un dört farklı yorumunu sunduğu hikâyede kahramanı harekete geçiren, olaylara ivme kazandıran öğe “saçmanın inayeti”dir. İbrahim saçma da olsa inanmaktadır. Sevdiği oğlunu, korktuğu tanrısına kurban edecektir. Tanrı öyle buyurmuştur çünkü. Tanrı’ya yıllar süren yakarışlarının ödülü olarak bağrına bastığı sevgili oğul, başını taşın üzerine koymuş, babasının elindeki bıçağın boynunu kesmesini beklemektedir. Saçmadır, çünkü ne İshak’ın ne de İbrahim’in, kurtuluş umudu vardır. Göklerden inen koç düşüncesi öylesine uzaktır ki onlara, saçmanın inayeti olmasa babanın Tanrısına, oğulun babasına sitem etmemesi düşünülemez bile. Neyse ki gökten inen koç, saçma olanın dehşetini bir nebze olsun azaltmış gibidir. Bu hikâyeler artık dinsel mitolojilerde kaldı diyenleri, Adam Henry ile tanıştırmayı bir borç bilirim. 21. yüzyıl İngilteresi’nde Yehova’nın Şahitleri’nden olduğu için kan naklini kabul etmeyen lösemi hastası Adam Henry’nin seküler ve rasyonel yasaların önüne atıverdiği sorular, yaşamın, ölümün, ahlakın, özgürlüğün ve bireyin üzerinde söz söyleme hakkının kime ait olduğu üzerine kadim bir kavgayı gündemin tam ortasına oturtmuştur. Adam’ın, kendisiyle aynı mezhepten olan ebeveyni, bıçağı çekmek konusunda tıpkı İbrahim gibi hevesli görünmektedir. Birkaç ay sonra reşit olacak Adam’ın tedavi edilebilmesi için dava açan hastanenin sunduğu bilimsel ve tıbbi kanıtlar, hukukçuların sunduğu argümanlar, kamuoyunun tepkisi, kısacası hiçbir şey, Tanrı’nın emrini yerine getirdiklerini düşünen bu insanların yüzlerine kuşkunun gölgesini dahi düşürememiştir. Sevdikleri oğullarını korktukları tanrıları için kurban ederken, İbrahim kadar inançlı görünmektedirler. Hikâyenin 21. yüzyıl versiyonunda göklerden bir koç inmesi de imkânsız gibidir. Zihinsel olgunluğu ve yetenekleri açısından herkesi kendine hayran bırakan Adam, bir yandan inancı uğruna ölümü göze alacağını göğsünü gere gere haykırırken bir yandan da şiirler yazıp ölümsüzlüğü tatmaya çalışmaktadır. Adam, İshak değildir. 21. yüzyılın, çocuk yasalarıyla refahını gözettiği bir bireydir. Modern hayat İshak’ı korumak zorundadır; saçmanın inayetine karşı kamusal aklı savunmak zorundadır. Aksi takdirde... Ian McEwan’ın Çocuk Yasası adlı romanının ana öykülerinden biri bu. McEwan, Yüksek Divan Aile Hukuku Dairesi hakimlerinden Fiona Maye’nin önüne getirdiği davalarla (çocuklarının eğitimleri konusunda anlaşamayan Yahudi bir çift, Adam Henry vs.) kültürler, inançlar, kimlikler, aile bağları içinde bireyin hakkını sorgulamamızı ister. Modern çağda seküler ahlak hakikaten bireyin alanını, kamusal ahlak ve yarar ilkesini tanımlama konusunda mücadele ettiği dine karşı bir üstünlük elde edecek midir, etmeyecek midir? Dahası bu yüzyılda bu soruları soruyor olmak bile “saçma”nın ta kendisi değil midir? “AMA BEN GENÇTİM, APTALDIM, AĞLARIM ŞİMDİ…” Tüm dünyanın bir müzeye çevrildiği kimlik ve inanç güzellemeleri çağında, bu soru Ortaçağ’da olduğu kadar tehlikeli olabilir elbette. Fiona Maye, anne babalar çocuklarının boyunlarını koparacak bıçağı çekmeden önce dindarlığın dozunu ayarlamak, “çocuğun refahı” ilkesine göre karar almak zorundadır. Hastane odasında Adam’la birlikte Yeats’in şiirini okurken koç indirmek yerine soru sormayı, Adam’ı hayatı üzerine düşündürtmeyi seçmiştir. Adam, mahkemenin verdiği tedavi kararına “uyarken” anne babası da Tanrı’ya ve cemaate karşı gelmemenin onuru ve oğullarını kaybetmemenin mutluluğuyla sevinç gözyaşları döker. Adam için her şey, Yeats’in şiirindeki gibidir: “Ama ben gençtim, aptaldım...” Bireycilik hakkında tumturaklı nutukların atıldığı bir çağda inanç denilen şey, küçük ve öfkeli cemaatlerin yaydığı korkudur. Özgür irade gerçekten kamu yararının işlediği yerde mümkündür, aksi takdirde bize özgür irade olarak pazarlanan şey cemaatlerin, kimliklerin, piyasanın yarattığı illüzyondan ibarettir. TANRI’YI ÖLDÜRÜYORSAN TANRI OLMAYI GÖZE ALACAKSIN! Tabii bu illüzyonu kırmanın da bir bedeli olacaktır. “Tanrı öldü yaşasın Tanrı”dır bu çağın mottosu. Fiona’nın, bıçağın önüne yatan Adam yerine bir koç hediye etmemesi, bireyi o çaresiz var oluşuyla öylece bırakması Şeytan’ın bir oyunu olsa gerektir. Fiona, ana babasına ve onların dinine yüz çeviren bir çocuğun “aşk”ına, yardım isteğine karşılık vermiyor ve yeni bir Tanrı olmaya soyunmuyorsa insan suretine bürünmüş bir Şeytan olduğu içindir. Adam Şeytan’a yüz çevirip yeniden tanrısına döner. Fiona’yı genç bir kadın için terk eden kocası Jack de eve dönmüştür artık. Fiona kocası tarafından McEwan, 21. yüzyıl bireyinin acınası sıradanlığını yavan gündelik hayatı içerisinde trajedi kahramanına dönüştürüyor. aldatıldığında en çok yalnızlıktan korkmuştur. O da Adam gibi, Adam’ı ölüme gönderen ebeveynleri gibi cemaatin dışında kalmaktan korkmaktadır: “Bırak gitsin, dedi bir ses, Fiona’nın kendi sesi, düşüncelerinin arasına girerek. Ve o anda aynı bildik korku onu pençesine aldı. Hayatının geri kalanını tek başına idare edemezdi, etmeye de niyeti yoktu. Yaşıtı olan iki yakın arkadaşı boşanma nedeniyle uzun zamandır kocalarından yoksundular ve kalabalık bir mekâna tek başlarına girmekten hâlâ nefret ediyorlardı.” Fiona’nın hukuktan güç alan sesi kendi yalnızlığında cılızlaşır, giderek söner. 21. yüzyıl bireyinin macerası Tanrı’yla Şeytan arasında, muhafazakâr bir hayatın farklı tonları arasında gidip gelmekten ibarettir âdeta. On sekizinde bir delikanlıyla altmışına merdiven dayamış bir kadının dudaklarını buluşturan şey de Tanrısız bir hayatın nasıl olacağına dair duydukları meraktır. Deneyim, özgürlüğe açılmayan eviçlerinde, hastane koridorlarında, ikiyüzlü yatak odalarında sonlanacaktır. McEwan’ın anlattığı, içimizi burkan, boğaza bir yumruk gibi oturan trajedi de budur zaten: Saçmanın bittiği yerde başlayan yönsüzlük duygusu. Fiona’nın deyişiyle “ahlaki bir kitsch”in ortasında, yaşama, gündelik hayata yön verecek bir ışık arar modern birey. Birey nedir, özgürlük ne demektir sorularına verilecek hiçbir cevap, hatta Fiona’nın akademik bir makale yetkinliğinde, özene bezene hazırladığı karar gerekçelerinde sunulan argümanlar bile yeterince ikna edici görünmemektedir. Çocuk Yasası ve Fiona’nın Adam’ı dininden koruması vs. hiçbir şey yeterli olmamıştır yaşam için. Ian McEwan’ın ikna olmadığı nedir peki? Seküler yasaların, rasyonel alanın, hukukun insan haklarını ve refahını koruyup gözetlemede yeterli olduğu düşüncesi mi? Öyle denilemez ama bu soruları sorarak 21. yüzyıl bireyini o acınası sıradanlığı, o yavan gündelik hayatı içerisinde bir trajedi kahramanına dönüştürmeyi başarıyor McEwan. n Çocuk Yasası/ Ian McEwan/ Çeviren: Roza Hakmen/ Yapı Kredi Yayınları/ 150 s. 4 21 Temmuz 2016 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle