07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ermeni hiciv ustası Hagop Baronyan’ın kaleminden “Adabımuaşeretin Zararları” Curcunalı diyaloglar... Hagop Baronyan’ın, Ermeni mizah edebiyatının doruklarından sayılan “Adabımuaşeretin Zararları” adlı yapıtı, geçenlerde Ararat Şekeryan ile Nıvart Taşçı’nın çevirisiyle yayımlandı. M ichigan Üniversitesi’nde görev yapan Ermeni Dili ve Edebiyatı profesörü Kevork B. Bardakjian, doktorasını Hagop Baronyan’ın siyasal ve toplumsal hicvi üstüne hazırlamıştı. Türkiye’de Aras Yayıncılık tarafından yayımlanan “Modern Ermeni Edebiyatı” adlı yapıtında da Baronyan’a geniş bir yer ayıran Bardakjian, on dokuzuncu yüzyıl Osmanlısı’nda özellikle Ermeni toplumunu irdeleyen bu son derece kendine özgü yazarı, “yaygın şekliyle hicvin, canlı mizahın ve rakipsiz bir üne kavuşmuş komedilerin ilk büyük usta ismi” olarak niteler. YOK OLAN EDEBİYAT “Modern Ermeni Edebiyatı”, Türkçede ilk kez 2013’te Fatma Ünal ve Maral Aktokmakyan’ın çevirisiyle yayımlandığında Cumhuriyet Kitap’ta bir yazı yazmış, yaklaşık sekiz yüz sayfalık bu dev çalışmada beni en derinden etkileyen bölümün ‘Yirminci Yüzyıl: İlk Yirmi Yıl’ başlıklı bölüm olduğunu vurgulamadan edememiştim. “...Mart ayında tehcirler başladı,” diye yazıyordu Bardakjian. “24 Nisan 1915 gecesi Ermeni aydınları toplatılıp ülkenin iç bölgelerine gönderildi. Batı Ermeni edebiyatının en parlak isimleri son derece acımasız bir biçimde katledildiler... Son tahlilde Batı Ermeni edebiyatı 1915 yılında yok edildi...” İSTANBULLU OLMAK Hagop Baronyan (18421891) ise 1915’te öldürülen yazar ve aydınlardan önceki kuşaktandı. Edirne’de doğmuş, 1864’te İstanbul’a yerleşmişti. Kuşkusuz, İstanbul’a yerleşmekle İstanbullu olunmaz. Ama Baronyan’ın 2014’te P. Hilda Teller Babek’in çevirisiyle Can Yayınları’ndan çıkan “İstanbul Mahallelerinde Bir Gezinti” adlı kitabı, onun İstanbulluluğunun yazınsal kanıtı olarak da değerlendirilmelidir. ŞEHRİN 34 MAHALLESİ Bardakjian’ın deyişiyle “şehrin otuz dört mahallesini, Ermeni cemaatinin hemen hemen her tür sosyal, kültürel ve ekonomik koşullarına değinerek, ayrıntılı bir şekilde tasvir eden” bu kitapta, Ortaköy, Kumkapı, Kadıköy, Balat, Samatya, Boyacıköy, Büyükdere, Feriköy gibi semtlerin on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısındaki toplumsal yaşantısını, sözünü esirgemeyen bir mizahçının kaleminden izlerken bir nebze daha İstanbullu olursunuz. SANSÜR KURBANI Ermeni ileri gelenlerinin Ermeni cemaatinin sorunlarına ilgisizliğini, zenginyoksul ayrımının doğurduğu çelişkileri, kilisenin mahalle hayatı üstündeki egemenliğini okuru durmadan gülümseten incelik ve keskinlikteki gözlemlerle dile getiren Baronyan, özellikle gazete yazılarında, yergilerini Osmanlı’nın uyguladığı kötü muamele ve eşitsizliğe, Osmanlı’nın Ermenilerle ilgili iç politikasına yönelttiğinde sansürün baskısına uğramaktan kurtulamamıştır. ZEKİCE NÜKTELER Yaşamı boyunca yoksulluğun pençesinden kurtulamayan, daha ellisine varmadan tüberkülozdan ölen Baronyan’ın, Ermeni mizah edebiyatının doruklarından sayılan “Adabımuaşeretin Zararları” adlı yapıtı da MÜREKKEBİ KURUMADAN Adabımuaşeretin sonucu... G üzel bir ismi kendisine siper edinmiş bir zorba var. İrademizin bize sunduğu, yasalarınsa herhangi bir şekilde engel koymadığı o ayrıcalıklı durumlarda bile bizi esir alan bir zorba... Bu zorba, tabiata da karşı çıkar ve onun insanoğlunu özgürce şekillendirmesine izin vermez. Bu zorba adabımuaşeretten başkası değildir. Bu zorbaya kafa tutanlarsa haksız biçimde terbiyesiz yaftası yerler. Bu adabımuaşeret, özellikle de kendini tabiat yasalarının akışına bırakmayı sevenler ve mutluluğu bu akışta bulmak isteyenler için çekilecek dert değildir... Bu zavallıların ne çileler çekip ne haksızlıklara uğradıklarını anlatabilmek adına birkaç örnek vermek yerinde olacaktır... Bir ahbabının isim gününde bulunmak istersin. Akşam yemeğini yer, kalkıp ahbabının evine gider ve sıcak bir şekilde karşılanırsın. Bir saat kadar oturduktan sonra gözlerin kapanmaya başlar ve koltuğa şöyle bir uzanmak istersin. Adabımuaşeret izin vermez. O gün pek iştahlı yemişsindir ve içinden kemerini biraz gevşetmek ya da çözmek gelir. Ne ki davetlilerin önünde böyle ihtiyaçlar hissetmek adabımuaşerete aykırıdır. Uyku, gözkapaklarını gitgide ağırlaştırır. Oysa kalabalık bir ortamdayken gelen uyku, terbiyesizin önde gidenidir, def etmek lazımdır. Tabiatımız, “Uyu!” der, adabımuaşeret ise “Uyuma!” diye haykırır. Sıkıysa biraz uyumayı dene... Ev sahibi tepende dikiliverir... “Bana bakın,” diye bağırır hizmetçilere, “Babig Ağa’ ya biraz su getirin!” “Yo, yo, su istemem.” “Niye uyuyorsunuz Babig Ağa?” “Oturduğum yerde biraz dalmışım, kusura bakmayın.” “Keyfini mi kaçırdık?” “Estağfurullah.” “El âlemin evinde sabahlara kadar oturursun, bize gelince çarçabuk uyursun.” “Çok yedim bu akşam, ondandır...” “Yok yok ondan değil,” diye girer evin hanımı araya, “bizim evde iyi eğlence yok, onun içindir...” “Rica ederim, demeyin öyle.” “Başka evde olsaydınız muhakkak ki daha iyi keyfeder, daha çok eğlenirdiniz.” “Babig Ağa’ya bir sigara getirin!” diye buyurur evin beyi. “Babig Ağa’ya bir elma soyun!” diye buyurur evin hanımı. “Teşekkür ederim.” “Bir kahve pişirin!” “Bir çay getirin!” geçenlerde Ararat Şekeryan ile Nıvart Taşçı’nın çevirisiyle Can Yayınları’nca yayımlandı. Bardakjian’ın, “Modern Ermeni Edebiyatı” adlı çalışmasında, “Baronyan’ın zekice nükteleriyle parıldadığını” ve “kibar bir insanın başka insanların kabalıklarından dolayı yaşadığı sıkıntıları curcunalı diyaloglarla anlattığını” söyleyerek değindiği “Adabımuaşeretin Zararları”, yergi oklarını doğruca on dokuzuncu yüzyıl sonu Ermeni top lumuna göndermekle birlikte, bugünün dünyasının hızla yozlaşan, kabalaşan, cahilleşen, bencilleşen toplumunda çok yönlü, engin çağrışımlı okumalar vaat ediyor okura. Burada, Şekeryan ile Taşçı’nın, özellikle Baronyan’ın “curcunalı diyalogları”nı olağanüstü bir canlılıkla dilimize aktaran, âdeta Türkçe yazılmış gibi günümüze taşıyan çevirisine bir övgü göndermeden geçmemeliyim. Baronyan’ın “İstanbul Mahallelerinde Bir Gezinti” ve “Adabımuaşeretin Zararları” adlı kitapları, sürekli batırdığı eleştiri iğneleriyle gülümsetip hüzünlendiren iki harika taşlama. Ama bugün okuduğumuzda, yalnızca “adabımuaşeretin zararları”nı değil, İstanbul’un çokrenkliliğini, çokdilliliğini, çokkültürlülüğünü çoktan yitirmiş olmasının zararlarını vuruyorlar yüzümüze... n “Kalk şöyle bir dolaş Babig Ağa, uykun kaçsın.” “Gel bir iskambil atalım ki uyumayasın!” diye bağırır öteden biri. “Teşekkür ederim, siz keyfinize bakın.” “Olmaz! Seninle bir iskambil oynayacağım.” Babig Ağa karşı koyamaz. Başlar iskambil oynamaya. Daha bir saat olmadan uyku bastırır. “Uyuma, Babig Ağa!” “Uyumuyorum.” “Uyuyorsun, Babig Ağa.” “Uyumuyorum.” “İstersen bir polka oyna da uykun kaçsın.” “Polka bilmem ben.” “Öğrenirsin.” “Allahınızı severseniz izin verin bana, içeride kestireyim biraz.” “Mümkün değil. Davette uyunur mu hiç?” Zorla dansa kaldırılan Babig Ağa’nın aklında, böyle öfkeli durumlarda kullandığımız o malum sözler sıralanır art arda. Dans sona erer. Babig Ağa’nın uykusu kaçmıştır. Biriki saat sonra davetliler gitmek üzere ayaklanır. Babig Ağa da kalkar evine gider. Yatağa girer ama uyuyamaz; uykusu geri dönmemek üzere kaçmıştır. Yataktan çıkar, uykusu gelsin diye bir şeyler okuyacak olur ama gelmez. Uyku getirecek başka bir kitap alır eline ama ne fayda, “Orvan Gyank”ı da okusa para etmeyecektir... Böyle böyle, Babig Ağa sabaha kadar yatağın içinde debelenir durur ve ancak milletin işe gittiği vakitte uykuya dalar. İşte adabımuaşeretin sonucu... n 6 14 Temmuz 2016 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle