Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
KURT VONNEGUT’TAN ‘’KÖR NİŞANCI’’ Silahlar ve bir ‘masumiyet’ hikâyesi “Kör Nişancı”, Kurt Vonnegut’u anlamada, hangi konular üzerinden yürüyen bir yazar olduğunu algılamada güzel bir köşe tutmuş. Roman, bir diğer yanıyla ise Vonnegut’un yazdıklarının özünü taşıyor ve ‘Vonnegut’u okumaya nereden başlasam?’ sorusunun da yanıtını sırtlıyor. eray ak erayak@cumhuriyet.com.tr K urt Vonnegut imzalı kitaplar uzun zamandır pek çok insanı etkiliyor. Şanslıyız ki biz de Türkçede epey kitabını okuma imkânını yakaladık yazarın. Vonnegut okumayı bir şans, dahası önemli bir fırsat olarak nitelememde ise bir abartı olduğunu düşünmüyorum. Çünkü Vonnegut, insan yaşamında halihazırda yer alan ve biz fark etmesek de bizimle alay etmeye, içten içe oynamaya, bizi hınzır bir üst akıl gibi yönlendirmeye devam eden ironiyi, gerek yazdıklarında gerek yazı dilinde en iyi ifade edenlerden. Bu ironinin ifade ediliş şekli ise geniş bir algıda hümanizm üzerinden yürüyor. İroni ile kol kola yürüyen, hümanizmi bu safa katan trajikomedi de Vonnegut üslubunun vazgeçilmezleri arasında yer alıyor. Vonnegut hemen tüm yazdıklarında fantastik, gerçekçi ya da distopya fark etmez bu algının farklı dirilişlerini yansıttı. En dışarıda kalmış, belki de unutulmuş metinlerinde bile ders vermek aracıyla değil ama en azından küçük bir hatırlatma notu olarak “insanlık”, baş köşede durdu. İnsansız yazısı ya da daha doğru bir ifade ile insanı tüm yönleriyle içine almaya çalışmayan kelimesi yok. Yani bir anlamda ya da tek kelimeyle Vonnegut, “insan üzre” bir yazar. Dünyayı perişan eden ya da küçük gibi görülebilecek dev insanlık kırıntılarını atmosfere serpen de hep onun kahramanları. Fakat bir yandan da insanlarını içinde anlattığı dünyanın düzeni de ilgilendiriyor onu ve bu durum yine tek taraflı değil... Toplumun ezenleri de ezilenleri de aynı pencere içinde yer alabiliyor Vonnegut’un yazdıklarında. Dünyayı pençesinde kıvrandıran vahşi maddiyat düzeyli düzenin gerçek sahipleri ve bu vicdan yoksunu düzenden, en alt katmanından en üst tabakasına kadar etkilenenler Vonnegut’un çektiği fotoğrafın içinde kendine mutlaka yer buluyor ve bu Vonnegut tarafından biri öne çıkacak ya da geri kalacak planda değil her kahramanın değerini bulacağı şekilde veriliyor, ki bu önemlidir de... Gerek Vonnegut’un okuruna yan sıtmak istediği fotoğrafın hangi temeller üzerine kurulu olduğunu anlamada gerek bu fotoğrafın niteliklerini anlatabilme noktasında... Vonnegut’un elbette başkahramanları oluyor ve yine elbette bu başkahramanları hikâyenin akışını belirliyor ancak yazar, en az başkahramanları kadar değer verdiği yan karakterlerin hikâyeleriyle de besliyor yazdıklarını ve ortaya da merkezi kahramanı ya da karakterlerinden çok meselesi olan metinler çıkıyor. VONNEGUT DÜNYASININ “ÖZETİ” Vonnegut üzerine çok yazılıp söylendi tabii ki. Az önce okuduklarınız da naçizane bir gözün Vonnegut metinleri üzerinden geçtikçe gözüne çarpanlardan, aklına takılanlardan, kıyıda köşede aldığı notlardan ibaret. Bunların tekrardan akla düşmesini ise Can Yayınları’nın üç Vonnegut kitabını aynı anda basması ve bu basılan kitaplardan birinin Türkçede ilk defa yayımlanıyor olması sağladı. Daha önce de baskısı yapılan ve eline alanların harika öykülerle karşılaşacağı Maymun Evine Hoş Geldiniz’le birlikte en önemli bilimkurgu klasiklerinden olan Galapagos’un yeniden basımları çıktı okur karşısına geçen günlerde. Bununla birlikte ise Türkçeye Handan Balkara’nın titiz çalışmasıyla çevrilen ve dilimizde ilk defa kendine yer bulan Kör Nişancı... Az önce de kaleme getirildiği gibi Maymun Evine Hoş Geldiniz ve Galapagos’un baskılarını daha önce Türkçede gördük fakat bu yazının yazılmasına sebep olan Kör Nişancı ilk defa çevriliyor dile. Doğaldır ki bu yazının odağını da Kör Nişancı oluşturuyor. Yazının hemen başında bahsedilen Vonnegut’un üslubu da bu noktada önem kazanıyor çünkü Kör Nişancı, Vonnegut’u anlamada, hangi konular üzerinden yürüyen bir yazar olduğunu algılamada güzel bir köşe tutmuş durumda. Roman bir diğer yanıyla ise Vonnegut’un yazdıklarının özünü taşıyor ve “Vonnegut’u okumaya nereden başlasam?” sorusunun da yanıtını sırtlıyor. Bir diğer anlamda da Vonnegut’un yazarlığını neler üzerine kurduğunu gösterirken bize Kör Nişancı, Vonnegut dünyasının “özeti” olması noktasında da değerini perçinliyor. OLDUKÇA İRONİK Kör Nişancı’da Vonnegut bizi her ne kadar “vahşi düzen” kurbanıymış gibi gözüken kahramanıyla bir kurban hikâyesinin içine alıyormuş gibi gözükse de aslında klasik bir “Masum kim?” hikâyesine davet ediyor. Romanın merkezinde yer alan ve tüm bir romanı onun gözlerinden izlediğimiz Rudy Waltz’ın “gözetleme deliğinin” dünyaya açılmasından hikâyesini anlatmaya başlayana dek, yani ellili yaşlarına kadar gidiyor roman. Ancak hem Waltz’ın hayatının hem de romanın kırılma noktasını meydana getiren olay Waltz’ın on iki yaşında gerçekleşiyor. Rudy Waltz; kendisine müthiş bir servet miras kalmış, yaşamı boyunca bir savaş kahramanı olmak istese de bunu asla başaramamış, ressam olmak hayaliyle gittiği Viyana Akademisi’nden Adolf Hitler’le birlikte kapıdan içeri alınmamış, dahası Hitler’in iktidarını perçinleyip “bambaşka” teorilerini ortaya atmadan hemen öncesine kadar onunla dostluğunumuhabbetini sürdürmüş Otto Waltz’ın küçük oğlu olarak çıkıyor karşımıza. Rudy’nin yaşamını alt üst edecek olay ise bir anlamda yine babası yüzünden başına geliyor. Rudy’nin babası Otto Waltz, altı aylık balayı tatilindeyken Viyana’dan “küçük bir servet” ödeyerek satın aldığı silah koleksiyonunun sergilendiği odanın anahtarını oğluna teslim ettiği gün, Rudy, en sevdiği silahı temizlemek ister. Temizlediğinde de anlamsızca camdan dışarı ateş eder. Fakat Vonnegut, eserlerinde genelde olduğu gibi “kader ağlarını örmüştür” bir kere. Rudy’nin ateşlediği silah birkaç sokak ötede evini temizlemekte olan hamile bir kadının iki kaşı arasına isabet eder. Kadın ölür. Karnındaki çocuğu da... Vonnegut’un sorgulaması da bu noktadan sonra başlar işte. Roman bir yanıyla silah kullanımı ve doğurduğu sonuçlar üzerine zorunluluktan anlatılmış bir masal halini alırken özünde Rudy ve babası Otto’nun “masumiyet” üzerine yazılmış destanı haline evrilir. Rudy masum mudur, babası Otto bu olay üzerinde ne kadar sorumludur, yoksa tüm suçlu o koleksiyonun silahları mıdır? Bunlar romanın “köpük” soruları olarak sizi oyalayabilir. Ancak onlara çok takılmamak gerek çünkü Vonnegut hikâyenin özünde çok başka yerlere götürmek istiyor okurunu. Rudy Waltz, roman boyunca aslında kendi hikâyesini anlatıyormuş gibi gözükse de aslında tüm bir hikâye Otto’nundur. Babası Otto’nun çevresindeki tüm yaşamlara bir şekilde sızışı ve yine bir şekilde mahvedişi, hikâyenin gerçek rengini belirliyor. Bu anlamda romanda “zalim dünya” imgesi de Rudy’den çok babası Otto üzerinde şekilleniyor. Babası Otto ve onun bitmek bilmez bencilliğinde... Buradan yola çıkarak da aslında şunu soruyor bize Vonnegut; silahları kullananlar mı suçlu, yoksa tüm benliğiyle o silahların kullanılması için can atanlar mı? Bu da bizi tek kurşunla iki kişinin canını almış olsa da hikâyedeki tek gerçek masumun Rudy olduğu sonucuna götürüyor. Oldukça ironik. Tam da Vonnegut’a yakışacak türden. Kör Nişancı için tüm bu anlatılanları da ele alarak bir şey söylemek gerekirse klasik bir Vonnegut romanı diyebiliriz. Tek eksikliği, kendisine Türkçede “biraz” geç ulaşmış olmamız. Bu bağlamda bugüne kadar Vonnegut kitaplarını basmış yayınevlerine Kör Nişancı’nın neden ıskalandığını ya da göz ardı edildiğini sormak bir hak diye düşünüyorum. n Kör Nişancı / Kurt Vonnegut / Çeviren: Handan Balkara / Can Yayınları / 256 s. 4 14 Temmuz 2016 KItap