Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ANDREW SOLOMON’DAN “ARMUT DİBİNE DÜŞMEYİNCE” ‘Çocuklarımız bizim kopyamız değil’ “Armut Dibine Düşmeyince”, Amerikalı araştırmacı Andrew Solomon’un çalışması. Solomon, üç yüzün üzerinde aile ile görüşerek hazırladığı kitapta; farklılığın duyguyla örülü anatomisini çıkarıyor. Bu dünyaya sağır, cüce ya da Down Sendromlu bir şekilde “farklı” olarak adım atan çocukların ve ebeveynlerinin dünyasına misafir ediyor okurunu. Solomon’la çalışmasını ve farklılıklarımızı konuştuk. melİsa tortamış K itabın isminden başlamak istiyorum: Armut Dibine Düşmeyince. Türkçede sık kullanılan “Armut dibine düşer” sözünün tam tersi... Dediğim gibi Türkçede sık kullanılır bu söz ve bir gerçeklikten öte temenniden doğar. İnsanlar ya da ebeveynler neden böyle bir şeyi temenni eder? Bunu bir bencillik olarak alabilir miyiz ya da böyle bir temenniye hak vermek mümkün olabilir mi sizce? n İnsanlarda çocuklarının kendilerine benzemesini istemek gibi doğal bir içgüdü var. Elbetteki Türk ebeveynlerin, Türk çocuk istemesi gibi belirli bazı nedenlerden dolayı... Fakat aynı zamanda entelektüeller genelde entelektüel; dindar insanlar dindar; maceracılar da kendileri gibi maceracı çocuklar istiyor. Bu istekte genetik baskılamanın da bir rolü olmalı. Çocuk sahibi olmanın bizi bir şekilde ölümsüzlüğe ulaştırdığı hissiyle ilgili bu. Eğer çocuğunuz sizin ruhunuzu, karakterinizi ya da fikirlerinizi bu yolla ileriye taşımıyorsa bu çok daha farklı hissettirir. Ayrıca genel olarak kendimizi bize benzer insanlara yakın hissederiz. Bize benzer bir çocuğu nasıl sevmemiz gerektiğini biliriz ama bizden çok farklı olan bir çocuk için bu geçerli değildir. “Ne planladık, ne oldu,” demek aynı şey değil. Birçok ebeveyn sağır, eşcinsel, otistik, dâhi ya da suça karışmış, kendilerinden çok farklı olan çocuklarını nasıl sevmeleri gerektiği konusunda zorluk çekiyor. Sevgi ve kabullenme arasında bir fark var ve her ne koşulda olursa olsun çocuklarını seven çoğu aile, bu çocukları kabullenirken zorluk çekmiştir. n İşler sanırım atasözünün tam aksinin gerçekleşmesiyle karışmaya başlıyor. Nedir ailelerdeki ilk tepkiler bu sözün tersinin gerçekleşmesiyle ortaya çıkan? n Çoğu aile dört aşamadan geçiyor. Öfke, şaşkınlık, ardından kabulleniş ve son olarak bazı durumlarda kutlama. Çocuklarının farklı olduğunu öğrenen ebeveynler sürekli bir endişe içinde oluyor. Öfkenin hayal kırıklığı, üzüntü ve kızgınlık gibi tüm unsurlarını yaşıyorlar. Bu tür bir bakış açısının çocuğa hiçbir faydasının olmadığını görmek için bilinçli bir istek gerekiyor ve bu tarz bir bakış açısına sahip olan ebeveyinlerin onlara yardımcı olmadığını anlaması için biraz içgözlem gerekiyor. “HAYATLARINI ANLAMAYA ÇALIŞTIM” n Sizi böyle bir çalışmayı yapmaya iten sebepleri de öğrenmek isterim. Aynı şekilde nasıl bir çalışma yöntemi izlediğinizi de... n 1993’te, New York Times Magazine’deki editörlerim benden sağır kültürü hakkında bir makale yazmamı istedi. Önceden sağırlığı bir hastalık gibi algılardım. Fakat şimdi sağırların dünyasının içindeyim. Sağır kulüplerine gittim; sağırlara özel tiyatro ve şiir performanslarına katıldım... Hatta insanların Doğu tarzı Amerikan şarkılarından şikâyet ettiği Nashville, Tennessee eyaletinde yapılan bir sağır güzellik yarışmasında bile bulundum. Sağırların dünyasının derinliklerine indikçe sağırlığın aslında aynı işaret dilini kullanan insanların etrafında toplanan bir kültür olduğu sonucuna vardım. Benim kültürüm değildi, bu kültüre dâhil de olmak istemiyordum ama onun üyelerine saygı duyuyordum. Bu; Latin, eşcinsel ya da Yahudi kültürünü meydana getiren unsurlar kadar değerliydi benim için. Çoğu sağır çocuk, kendisini sürekli tedavi ettirmeye çalışan normal yani duyma problemi olmayan ebeveynlere sahip. Sadece yetişkinliklerinde sosyal hayata katılıyorlar. Aynı durum genelde hetero aile bireylerine sahip eşcinseller için de geçerli. Derken bir arkadaşımın kızı cüce doğdu. Sonrasında kendi içinde şimdi çok tanıdık gelen iç hesaplaşmalar yaşamaya başladı: Çocuğuna diğer herkes gibi ama sadece daha kısa olduğunu mu söylemeliydi ya da Amerika’nın “küçük insanlar”ı arasına katılabilmesi için ona bir çeşit cüce kimliği mi yaratmalıydı? İşte yine aynı durum. Normal aile ve sıra dışı olarak adlandırılan bir çocuk... Böylece bu hikâyenin yazılması gerektiğine karar verdim. “Bize benzer bir çocuğu nasıl sevmemiz gerektiğini biliriz ama bizden çok farklı olan bir çocuk için bu geçerli değildir” diyor Andrew Solomon. Metodolojim tabii ki bu konuyla ilgili her şeyi okumaktı. Ama daha da önemlisi bu tarz problemleri olan aileleri ikna etmek üzerine yoğunlaştım. Uzman olduğunuz konu, bu tarz konuları algılamada yetersiz kalıyor. Gerçeğe sadece bu ailelerin hayatına girip onların de neyimlerinden sonuçlar çıkararak yaklaşabiliyorsunuz. Bu yüzden kitap için bazılarıyla sadece bir öğleden sonra, birçoğuyla da on yıl boyunca sürekli görüşerek üç yüzden fazla aile ile röportaj yaptım. Bazı ailelerin yanında kaldım, nereye giderlerse onlarla beraber seyahat ettim. Onların hayatlarını anlamaya çalıştım. Gazeteciliğin diğer adı tarafsızlıktır fakat ben gazetecilikte tarafsızlığa inanmıyorum. Bence gazetecilikte tarafsızlık kavramı soğuk ve sahte bir durum. Hakkında yazdığım birçok aileyi çok sevdim, bazılarını da sevmedim. Fakat hepsine kibar davranmaya çalıştım. Onlara saygı duyarak yazdım. n Çocukları özel ya da farklı kılan, yani bir şekilde “ağacın dibine düşmemesine” neden olan faktörler neler? “BÜTÜN ÇOCUKLAR AİLELERİNDEN FARKLI” n Bunun birçok nedeni olabilir. Bazı çocuklar, Down Sendromu gibi kendilerini diğer herkesten farklı kılan, doğuştan gelen biyolojik bir farklılığa sahip olabilir. Bazılarının sağırlık ve eşcinsellik gibi onları farklı bir kültürel çevreye koyan farklılıkları olabilir. Bazı çocuklar annelerinde travmaya neden olan tecavüz sonucu doğan çocuklardır. Bazı çocuklar suça karışarak ailelerini şok eder. Bazıları sakatlıktan çok daha katlanılır ancak bir o kadar karışık olan olan bir farklılıkla, üstün zekâ ile doğar. Ancak bütün bu farklılıkları tanımlamış biri olarak şunu söyleyebilirim ki bütün çocuklar ailelerinden farklı. Bütün çocuklar şaşırtıcı. Çocuklarımız bizim karbon kopyalarımız değil. Aşırı farklılıklara bakınca biz daha az ekstrem farklılıkları anlaşılır hale getiriyoruz diyebilirim sadece. n Kitabınız “normal” algısı üzerine de düşünüyor, değil mi? Yanılıyor muyum? n Evet. Bence normal algısının daha esnek bir hale getirilmesi gerekiyor. Örnek olarak otizme bakarsak genelde dışarıda kalmış, yaralı, yardıma ihtiyacı olanların yer aldığı spektrumu hesaba katma eğilimindeyiz. Ancak otizm spektrumunda yer alan birçok insan hakkında kendi tarzlarında bir düşünce biçimleri ve birçoğumuzun akıl dahi edemediği bir kavrayış becerilerinin olduğuna dair birçok kanıt var elimizde. Bu insanlar engellenmek yerine, kendi istediği biçimde düşünmeye teşvik edildiğinde çok daha mutlu oluyorlar. Eğer biz normal anlayışımızı genişletirsek hayatı, hem bu insanlar için hem de bizim gibi artık çok eski olan bir normal >>anlayışını benimseyenler için daha iyi bir yer haline getiririz. n Bizi “farklılıklar” üzerine 12 14 Temmuz 2016 KItap