25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

İLHAN MİMAROĞLU’NDAN “NEW YORK KAPI DIŞI SANATI” Sokaktaki resimler İlhan Mimaroğlu, “New York Kapı Dışı Sanatı”nda kente nefes aldıran ve insanların bakış açılarını değiştiren resimlerden seçtiği ayrıntıları yorumluyor. derya çakır N ew York sokaklarındaki hava, 11 Eylül öncesi ve sonrası diye ikiye ayrılıyor 2001’den beri. Aynı şekilde oradaki sanata bakış ve ürünleri yorumlama tarzı da. Oysa New York’un duvar ve sokaklarını süsleyen değil, kaplayan resimler, 11 Eylül öncesinde de çok şey anlatıyordu. Müzisyen ve eleştirmen İlhan Mimaroğlu, onların fotoğraflarını çekip yorumladığı bir dosya hazırladığında, bunu basacak yayınevini uzun süre bulamamıştı. Nihayet 2003’te ilk baskısı yapılan ve geçen günlerde yeniden yayımlanan New York Kapı Dışı Sanatı, 2012’de kaybettiğimiz Mimaroğlu için bir saygı duruşu niteliğinde bugün. YENİLENEN BİR SANAT Kentte yaşayan hemen herkesin önünden geçip gittiği ve belki bir kısmının yerinde bugün yeller esen duvar resimlerini fotoğraflayıp kitaplaştırma fikri, hem riskli hem de geleceğe seslenen bir iş. Risk, tekrara düşme olasılığında yatıyor. Oysa Mimaroğlu, bunu yine kendi fikriyle aşmış: Duvar resimlerini, fotoğrafta belirlediği bir alana oturtup kesitler seçmiş. Böylece bakıp da görmediğimiz kimi ayrıntılar netleşerek farklı anlamlara bürünmüş. Başka bir deyişle kopyalamaya değil, yeniden üretim ve yorumlama yoluna girmiş Mimaroğlu. Reklamlar arasında boğulan, bazen oradan insanlara bakan, kimi zaman şehrin hareketine donukluk katan ve kimi anlarda da kenti enikonu hareketlendiren resimlerden seçtiği kesitlerle “doğru”dan çok yerleştirmelere odaklanan bir çalışmayla karşı karşıyayız. Mimaroğlu, doluluğundan bahsettiği duvarların neyle renklendirildiğini anlatırken nasıl “işler” kotarıldığını ve bunların hangi anlamlara gelebileceğini de yorumluyor. İsmi belli olmasına rağmen “isimsiz” sanatçıların bu yorumlardaki yeri yadsınamaz elbette. Halka açık galeri New York’ta gezinen Mimaroğlu’nun, sokaktaki başya pıtları yakalama izleğiyle şekillenen kitap, kentsel ve zihinsel dönüşümle yok olması muhtemel resimleri sayfalarında barındırıyor. Bu anlamda tarihî bir “işleve” de sahip. 11 Eylül’den sonra Manhattan sokaklarında bir adamın dillendirdiği “Tarihin gizem olmasına izin vermeyin” sözü, Mimaroğlu’nun hazırladığı kitapla daha evvel ete kemiğe bürünmüş. Mimaroğlu, bir soru sorma ihtiyacı hissediyor: “Elden çıkarılabilir, ‘kullanıldıktan’ sonra atılabilir bir sanattan mı söz ediyoruz?” Aslında, yerine hep yenisinin geldiği bir sanattan bahsediyor; silinen, yıkılan, parçalanan, yırtılan ama ardından mutlaka yenisi yapılan bir sanat ürünü... Sokaktaki insan için yine sokaktaki insan tarafından yapılmış resimler bunlar. MAĞARADAN KENT DUVARINA Mimaroğlu’nun mağaralara yaptığı gönderme, sokak resimlerinin o eski dönemlerdekilerle akraba olduğunu çağrıştırıyor bize: “Mağara adamı duvarı bulmak zorundaydı. Çağında müzeler, galeriler, sanat uzmanları ve sanata yatırım yapanlar yoktu. Bugün bütün bunlar ve bu kişiler olduğu için duvarın yeniden bulunması gerekti.” Bulunan duvara nakşedilenler, resmî açılışı yapılmayan ama 7/24 ziyaretçi alan bir sergiye benzerken bakanı, bir yaklaştıran bir uzaklaştıran; çekingenlikle cesareti aynı anda yansıtan resimler bunlar. Mimaroğlu’nun kitabına aldığı resimler, şehrin kendine has karmaşasında kurulu düzen galerisi yaratıyor. Böylece duvar, insanı sınırlayıp ezen ve örseleyen yapısından uzaklaşıp anlık bir ferahlama sağlıyor. Hatta Mimaroğlu’nun da dediği gibi “New York’u bir sanat yapıtı olarak temizlemeyi” tasarlıyor bazı ressamlar. Mimaroğlu, duvar resimlerinin insanın görmezliğine seslenip söz konusu kayıtsızlığı bir şekilde kırdığını belirtiyor. Yerine yenileri geldiğine ve onlar da kendini insanlara gösterdiğine göre kapı dışı sanatı sonsuzluğa uzanan bir eylem. Bugün aramızda olmayan Mimaroğlu’nu, o gerçeği kitaplaştırdığı için bir kez daha saygıyla anmalıyız. n New York Kapı Dışı Sanatı/ İlhan Mimaroğlu/ Yapı Kredi Yayınları/ 96 s. İSMAİL SAYMAZ’IN YENİ KİTABI ‘Fıtrat’ İsmail Saymaz, ‘İş Kazası Değil, Cinayet’ altbaşlığıyla yayımlanan yeni kitabı “Fıtrat” ile okuru, göz göre göre gelen iş cinayetleriyle çarpıcı veriler ve hikâyeler eşliğinde yüzleştiriyor. reyyan bayar İ nsan hakları ihlalleri ve düşünce özgürlüğü üzerine yaptığı özel haberlerle tanınan gazeteci İsmail Saymaz, bu araştırmalarını kitaplaştırıyor bir yandan. Bunun son örneği olan Fıtrat, kaza gibi sunulan ve cezasızlık sarmalına sıkışmış iş cinayetlerinin perde arkasına ışık tutuyor. Araştırma, Metin Altıok’un “bağırsam ne yarar, nasılsa duymazlar/ ben bir kömür ocağının onulmaz göçüğüyüm/ içimde cesetler ve daha ölmemişler var” dizeleriyle okura açılıyor. Saymaz, iş kazası kılıfında sunulan iş cinayetlerini; inşaat, tersane, enerji ve maden sektörleri olarak sınıflandırıp ele alıyor. Emeğin ucuza mal edilmesinin korkunç sonuçlarını, bu sürece götüren politikaları, söylemleri, işçilerin “kul”a çevrildiği sistemi mercek altına alan Saymaz, Fıtrat ile bir şekilde gördüğümüz ya da duyduğumuz bu “iş kazaları”nın iç yüzünü, alınmayan önlemlerin bitirdiği hayatları, yoksulluğun insanlara kabul ettirdiği çalışma şartlarını gözler önüne serip ne yapılması gerektiğini de okura aktarıyor. Kitabın yazım aşamasında Saymaz’ın eniştesi Salih Coşkun, çalıştığı inşaatta yüksekten düşerek yaşamını yitirmiş. Bu olay sayesinde, iş cinayetlerinin aslında hiç de uzağımızda olmadığı gerçeğiyle bir kez daha yüzleşiyoruz... Haberlerde, gazetelerde sadece sayı olarak gördüğümüz işçilerin hayatlarını, onları ölüme götüren ihmâl zincirini anlatan Saymaz’ın gözlemlerinin yanı sıra işçilerin aileleri ve yakınlarının, canını kurtarabilmiş işçilerin aktarımlarını da buluyoruz kitapta. Her bir kaybın sayı değil insan olduğunu, onların hikâyeleri, geride bıraktıklarını, geçim sıkıntısıyla mecbur kalıp girdikleri ve çıkamadıkları girdabı da... Öyle ki üç işçinin can verdiği tersanenin sahibinin on bin lira kefaletle beş günde tahliye edilmesi, bir eldivenin çok görülmesiyle pisliği kuyudan eliyle çıkaran işçiler, elektrik kesilince haberleşmenin sağlanamadığı maden ocakları, çöplük gibi nitelenen çadırlarda, sünger yataklarda yanarak ölen işçiler... Bu ve bunun gibi kitapta yer alan benzer gerçek hikâyeler bir roman kurgusu içinde bile distopik gelebilir çoğumuza. Fakat acı bir gerçeklik olarak duruyor karşımızda. Çoğunu da günlük hayatın akışı içinde unutup gidiyoruz aslında; dava süreci, sorumluların dalga geçer gibi yaptığı savunmalar, ölenlerin suçlu bulunması, geride kalanların mağduriyetiyle yeter derecede ilgilenmiyoruz. Saymaz tam da bu noktada, göz göre göre gelen bu işçi kıyımına karşı bir fener tutuyor, unutturmamak için toplumsal belleğimize yakın tarihten bir not düşüyor giderek artan işçi ölümlerini, hatta doğru ifadeyle öldürümlerini. Yazar aynı zamanda, özelleştirme, taşeronlaşma gibi kavramları da inceliyor; iş cinayetlerini 24 Ocak 1980’den beri uygulanan ve AKP iktidarlarında evrimini tamamlayan neoliberal politikaların bir sonucu olarak gördüğünü belirtiyor. Yaratılan modern kölelik mekanizmasının dişlisini oluşturan işçiler, ölüme itiliyor. Saymaz kitabında, emeğin bu vahşilik çarkından kurtulabilmesinin ancak sosyal devlete dönüşle mümkün olabileceğini vurguluyor. n Fıtrat / İsmail Saymaz / İletişim Yayınları / 254 s. 14 15 Aralık 2016 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle