Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
>> adamlar bizi masalarına davet ediyordu. Ekmek taptazeydi, balıkçı motorlarından taze balık geliyordu, Kapalıçarşı’dan yükselen naneli piliç kokusu, aylarca yemek zorunda kaldığımız Sovyet usulü yemeklerin pasını siliyordu. Avrupa’yı yürüyerek geçmek bir peri masalı gibiydi, Topkapı bir peri masalı sarayıydı ve İstanbul’un taşı toprağı altından gibiydi. Âşık olmam kaçınılmazdı. Yolculuğumu paylaşan kızla evlendim, bir bakıma İstanbul’la evlendim. “OLAĞANÜSTÜ ŞEYLERİN GERÇEKLEŞMESİNİ SEVDİM” n İstanbul’u kitaplarınıza davet edebilecek denli bilgi sahibi olduğunuz tanıma süreci nasıldı? n Öyle bir kentti ki o; tarihine dokunabilir, lezzetli yemekler yer, vapur veya tramvaya binip bir uygarlıktan diğerine on adımda giderdiniz. İstanbul’u tanımam bu anlamda biraz zaman aldı. İşe kıskanç bir koca gibi başladım, geçmişi ince ince araştırırken insanların anlattığı hikâyeleri de dikkatle dinledim. “Şafağın Efendileri: Osmanlı İmparatorluğu’nun Tarihi” diye bir kitap yazma düşüncesi bana yardımcı oldu. O kitabı Osmanlıları kendime anlatmak için yazdım. Krakow’da, Viyana Kuşatması sırasında ele geçirilen savaş çadırlarını, Macaristan’da tozlu bir kasabadan geçerken zarif bir minare görmüştüm. Kimdi bu Osmanlılar? Nereye gitmişlerdi? Bu basit sorulara yığınla yanıt olduğunu da keşfetmiştim. n Bu sorulara kendi yanıtlarınızı vermek için neler yaptınız? n Dört yıl boyunca kitaplarla yatıp kitaplarla kalktım. Osmanlı’nın üslubundaki zarafet ve ihtişamdan etkilenmiştim. Eski Yugoslavya dağılırken oradaki Osmanlı yerleşme merkezlerinin daha duyarlı ve belki daha merhametli bir duruşu olmuştu. Nice hikâyemin kaynağı İstanbul’da değil de Londra’nın gözde semtlerinden Piccadily’deki bir özel kütüphaneydi. Milyonlarca ciltli kitap arasında gezgin ve diplomatların tozlu anılarını yeğlemiştim. Kimi saf, kimi nüktedandı. Charles White, 1846’da kentin tanıtımını üç cilde sığdırırken Ahmet Vefik Paşa’nın desteğini görmüştü. Edmondo De Amicis, Konstantinopol’u (1878) yazarken İstanbul’da yalnızca altı hafta kalmıştı. İstanbullu pek umursamazdı ama onlar kentin günlük yaşam dokusunu kayıt altına aldı. Çoğumuz Londra’yı Dickens veya Sherlock Holmes’tan okumuşuzdur, İstanbul’un bu tür bir tarihçi şansı olmadı. O yabancılar gördüğü her şeye şaşırdı, gözlemlerini gelecek kuşaklara aktarmak için yazıp fotoğraf makinesinin henüz keşfedilmediği dönemde sözcüklerle fotoğraf çekti. Ben onlardan okuduğum dünyevi detaylarla İstanbul’u tanımaya başladım. n Bunlar İstanbul’u başka gözlerden okumalarınızın yanıtı. Detaylı bir araştırma süreci görülüyor verdiğiniz yanıtlarda. Ya sizin gözlemleriniz... n İstanbulumu diğerlerinin değil de kendi gözlerimle de keşfettim tabii. Her yıl üç, dört kez geliyor, yeni dostlar ediniyor, yeni yerler görüyor ve kent sokaklarında uzun yürüyüşlere çı Kurmaca bana İstanbul’a değişik bir açıdan bakma ve Osmanlı hikâyesini değişik şekilde anlatma olanağı sağladı. kıyordum. Dostlarım beni, Belgrad Ormanı’ndaki Sinan bentleri gibi varlıklarını hayal bile edemeyeceğim yerlere götürdü. Vapurları sevdim; Pera’da, unutulmuş eski Ceneviz duvarlarını, hamam peştamallarını (hamamları değil), yorgun hanları, İstanbul Modern’i, taksilerde sigara içilmesini ve durduğum yerden on metre ilerde, belki de göremediğim, olağanüstü bir şeylerin gerçekleşmesini sevdim. “HER ŞEY, DAİMA BİR TUTAM DA HAYAL ÜRÜNÜDÜR” n Şehir üzerine yazmaya nasıl başladınız peki? n İstanbul’un enerjisini sevdim. Galiba o enerji bana bulaştı: Kitaplardan öğrendiğim kent hakkında kitap yazmaya başladım. Kahramanım dedektif Yashim II. Mahmut dönemindeki bir suikastı ve Topkapı Sarayı’ndaki bir cinayeti araştırdı. Kurmaca bana İstanbul’a değişik bir açıdan bakma ve Osmanlı hikâyesini değişik şekilde anlatma olanağı sağladı. Yeniçeri Ağacı, en iyi roman dalında Edgar Allan Poe Ödülü’nü kazandı. Bu bana yeni kitaplar yazma şevki verdi, Osmanlı İstanbulu’nu tüm dünya okurları için yeniden yaşatmaya çalıştım. n Bildiğim kadarıyla sadece roman yazmadınız Osmanlı İstanbulu üzerine. Bir de yemek kitabınız var... n Bunun bir yolu da yemekten geçiyordu. Yashim düşünmeye gereksinim duyduğu zamanlar, evine gider ve Osmanlı mutfağından kolay yemekler yapardı. Derken okurlarım benden yemek tarifi istemeye başladı, ben de onları bir araya getirdim, geliştirdim ve yenilerini ekleyerek bir İstanbullu dedektifin yemek kitabını hazırladım: “Yashim’in İstanbul Yemek Kitabı”. Böylelikle, ben İstanbul’da değilsem bile onun tadına varır ve düş görmeye devam ederim. Her şey, daima bir tutam da hayal ürünüdür. n KItap 15 Aralık 2016 13 ARALIK 2016 Türkçe Edebiyat, 299 sayfa 13. yüzyılda geçen bir aşk ve adalet romanı 13. yüzyılda, Diyarı Rum’da Tebrizli Arif’in, Taşbek Baba’nın, Porine’nin, Mahperi Sultan’ın iç içe geçen yolculuğu… Başka türlü Müslümanlarla, ruhban sını nı kabullenmeyen Hıristiyanların yol arkadaşlığı… İsa’nın çocukları, Ali’nin çocukları için yas tutuyor, mumlar yakıyor… Aşkın Yedi Menzili, ezber bozanların hikâyesi… Aşkın ve adaletin romanı… Haluk İnanıcı, çitlembik ağacının gölgesinde gördüğü düşleri anlatıyor… Fısıltıları dillendiriyor… “Sultanım siz de bakın bakalım, içtiğiniz su, yediğiniz ekmek kadar gerçek miyim, yoksa sizin için deli divane miyim?” www.iletisim.com.tr iletisim@iletisim.com.tr vimeo.com/iletisim facebook.com/iletisimbirikim twi er.com/iletisimyayin instagram.com/iletisimyayin