02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Gaye BORALIOĞLU 70. YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ Fotoğraf: Muhsin AKGÜN ‘Yazdığıma göç ederim’ “Mübarek Kadınlar”dakiler önündeki boşluğu yuvarlayanların, insan kalmaya çalışanların öyküleri. Edebiyatın ve hayatın merkezinden on üç mübarek öykü. Gaye Boralıoğlu’yla bu yıl ‘öykü’ dalında Yunus Nadi Ödülü kazandığı, “Mübarek Kadınlar” adlı kitabı üzerine söyleştik. r Gamze AKDEMİR oğumuz “Mübarek Kadınlar”daki çeşitli kesimlerden gelen kadınlara aşinayız. Öykülerinde onlarla aramızda o denli yakın temas kuran, sadece bu değil. Bilip duyup da ıskaladıklarımızı ortaya koyman da bu temasta önemli bir yan. Metinlerinde benimsediğin bu yaklaşımı anlatır mısın? Edebiyat güzel söz söyleme sanatından çok daha derin bir şey. Bir tarafı toplumsal hafızaya, diğer tarafı hakikati ve ötekini derinden anlama ihtimaline dayanan kadim bir bilgi. Aklımın ve kalbimin sınırları var, bunun farkındayım. Edebiyat, bu sınırlardan kurtulup yeniden ve yeniden doğmak için, başka varlıklar olarak yeniden dünyaya gelmek için bir imkân. Böylece sonsuzca çoğaldığımı hissediyorum. Bir karakteri yazarken tasımı tarağımı toplayıp ona göç ediyorum. Böylece beni kısıtlayan mekân ve zamandan uzaklaşmış oluyorum. Öte yandan o “tastarak” kısmı da önemli tabii. Yanımda mutlaka ruhumda yaptığım köklü bir kazı sonrası ele geçen değerli malzemeler de oluyor. Öykü bittiğinde bu kez başka bir göç başlıyor. Böylece şu sıkıcı dünyaya dayanabiliyorum. Ne var ki yazıya aktarırkenki ruh, samimiyet, ayrıntı zenginliği, tesadüfe bırakılmamış bir kendiliğindenlik, bir meseleyi, karakteri ya da olayı tabiatını bozmadan yazıya mâl etmek. “İşçilik” kısmı da benim için çok önemli elbet. Kadınlarının her biri, her vurguyla “mübarek”. O denli dirençli ve mutlak S A Y F A 6 n 7 bir hızla ve fütursuzca yayılıyor. Erkek şiddeti, kadın cinayetleri, tacizler, kadına karşı işlenmiş suçlarda ceza indirimleri gibi adli meselelerin dışında bir de şunu gözlemliyorum: Kadının varlığı her alanda geriliyor. Çok önemli bir göstergedir: Yetmişli yıllar kadınları konu alan filmlerle, edebiyatta kadın hikâyeleriyle doluydu. Son beş yılda, bağımsız sinemada ve edebiyatta bile kadının kahraman olduğu, bırakın kahraman olmak, güçlü bir karakter olarak bile var olduğu hemen hiçbir alan kalmadı. İktidar söyleminden bağımsız olarak içimize sinmiş bir otosansür var. Bu, çok tehlikeli. “KOPARMABENİ, YAZDIĞIM TEK ÖZYAŞAMSAL METİN” Birbirlerine seslenenler kadar birbirlerine susmuşları ve susturulmuşları da yazıyorsun Mübarek Kadınlar’da. Öyle ki özyaşamından değmeler olduğunu ifade ettiğini okumuştum. Bu duygunu ve metne aktardığın yoğunluğunu paylaşır mısın? Aslında doğrudan özyaşamsal olan bir tek öykü var Mübarek Kadınlar’da; “Koparmabeni”. Hatta diyebilirim ki bugüne kadar yazdığım tek özyaşamsal metin. Doğrusu kendimi anlama, anlatma derdinde değilim pek. Geldik gidiyoruz işte, önemli olan kalandır. Şöyle söyleyeyim; kurguyu aklımla yaparım elbet, kurgunun üç cümlelik bir öykü için bile çok önemli olduğunu düşünürüm. Ama iyi edebiyat kurgunun satırların arasına gizlendiği edebiyattır. O kurgunun üstünü örten kalemin mürekkebi ise gönlümden gelir. Sözcüklerin manası suskunluklarda ortaya çıkar. Kim, neleri, nereye kadar gizliyor. Sözcüklerin sırları var mı, nedir? Suskunluğa dayanabiliyor musun, yoksa boşluğu doldurmak için mi konuşuyorsun, yazıyorsun? Bu sorularla uğraşıyorum yazarken. Öykülerinde aşka nasıl bir düzlemde yer veriyorsun? Ben yamuk olanı severim. Yamuk, kırıklı, eğri olanı. Dergâha giren doğru odunlar değil, dışarıda kalan eğri odunları daha çok merak ediyorum doğrusu. Aşkın da bu kırıklı düzlemdeki hallerini yazmayı severim. Ömür boyu yaşanabilecek bütün duyguların bazen tek bir anın içine gizlenebildiği hemen tek ruh hali aşk. Kabul edelim ki, ne kadar anlatılırsa anlatılsan eskimeyen bir yanı, hiç sönmeyen bir ışığı var aşkın. Aksak Ritim bana kalırsa bir aşk romanıydı. Ama aşkın o bildik halini değil, acayipliklerini anlatıyordu. Mübarek Kadınlar’da da aşk halinin anlatıldığı öyküler var. Daha da yazarım sanırım. Yapıtlarında okura ne kadar inisiyatif vermeyi tercih edersin? Güzel bir sinema salonunda, harika bir film izleyen bir sinema seyircisinin konforunu sunmak isterim okura. Kendini emin ellerde hissetsin, kurduğum dünyayı gözünde canlandırabilsin, ışıklar yandığında ve kitabın kapağı kapandığında ruhu daha da zenginleşmiş olsun isterim. Her şey bittiğinde başkalarına birazcık daha farklı bir gözle baksın isterim. İyi olsun isterim. n [email protected] Mübarek Kadınlar/ Gaye Boralıoğlu/ İletişim Yayınları/ 124 s. K İ T A P S A Y I 1 3 1 6 ÖYKÜ Gaye Boralıoğlu Ç mutluluğun peşinde olmayacak kadar gerçekçiler, neden? “DERDİM, GÖRMEZDEN GELİNENLERİN FARK EDİLMESİ” Bana kalırsa edebiyatta bir karakterin ya da bir hikâyenin hakiki oluşu, gerçeği ne kadar doğruda anlattığıyla değil, tam aksine hayal gücünden ne kadar beslendiğiyle alâkalıdır. Ben kâğıt üzerinde resmetmekten ziyade, hayal gücüyle ve hatta masalsı bir dille, yani olabildiğince gerçeğe uzak bir mesafeden yeniden canlandırmaya çalışıyorum. Sanatta doğrudan gerçeğin ifadesi, çoğu kere inandırıcı olmaz, şaşırtıcı olabilir ama inandırıcı olmaz. Hakikat için hayal etmek gerekir. Kadınların dünyasında hayal gücünü tetikleyen, insanda yazma duygusu uyandıran çok şey var. Her şeye daima fazladan bir boyut ekleme hali, zihindeki alacakaranlık köşeler, mahsus sabır, hayatı pişirme ayarı, katakulli ve daha pek çok şey… Kadın dünyası pek çok yönüyle beni büyülüyor. Trajediyi de mizahı da aynı kaynakta bulabiliyorum. Eril dünyaya nasıl bir yaklaşım sunuyor kitap? Yazarken derinde gizli bir amaç taşıyorum. Kendimin değil ama bazı insanların, yoksulların, ötekileştirilmiş olanların ve görmezden gelinenlerin fark edilmesini arzuluyorum. Böyle bir sorumluluk hissediyorum hayata karşı. Fark edilmesi gereken ortaya çıksın, kapalı kapıların ardında, yoklar dünyasında heba olup gitmesin. Benim derdim bu. Bir edebiyatçı olarak yapabileceğim de bu. Bundan ötesi siyasettir, başkalarının işidir. Öte yandan benim anlattığım kadınlaM A Y I S 2 0 1 5 rın bu dünyaya ve hatta kendi hallerine de biraz alaycı bir gözle bakmalarını istedim. Belli belirsiz bir mizah her zaman kalemime sızıyor. Esasında çok sert, çok acı meseleler var konu ettiğim ve etmek istediğim. İroni bu sertliği biraz yutulabilir hale getiriyor ve bu yüzden de benim için kutsal. “TOPLUMUMUZDA YOK SAYMAK İÇSELLEŞMİŞ” Salt kadınlar üzerinden ilerlemediği düşünülürse, cinnet halinde süregiden siyasi, ırksal ve dinsel kökenli şartlanmaların örselenmeleri öykülerine nasıl yansıdı? İfade etmek, sağaltmanın ön şartı. Ama bizim toplumumuzda gizlemek, saklamak, yok saymak içselleşmiş. Ermeni meselesinden tutun da erkek şiddetine kadar bütün travmaları içimize gömüyoruz. Ortaya çıkarıp, kabul edip, üzerine konuşamıyoruz. Tedaviye başlayamıyoruz. Böylece sahici bir toplumsal uzlaşma hiçbir zaman mümkün olamıyor ve aynı zamanda bireysel olarak ruh sağlığımız da bir türlü düzelmiyor. Sırlar var. Toplumsal manada da bireysel manada da. Sırlar yüktür. Biz hep yüklü yaşıyoruz. Mübarek Kadınlar’ın her köşesi bu sırlarla dolu. Memleketin kadın haline baktığımız zaman çok daha çarpıcı bu meseleler. Savaşlarda, kıyımlarda erkekler ölüyor, kadınlar, kız çocukları yaşıyor. Dolayısıyla o travmaları gelecek kuşaklara aslında daha çok kadınlar taşıyor. Eril dünyanın egemenliği son yıllarda büyük C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle