02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

“Çağdaş Sanatta Temsiliyet Krizi, Çağdaş Kuramlar ve Güncel Tartışmalar” Çağdaş sanatta yeni bir paradigmaya doğru Sanat kuramı ve eleştirisi konusunda oldukça sınırlı Türkçe yayına ulaşılan ülkemizde, Rıfat Şahiner’in “Çağdaş Sanatta Temsiliyet Krizi” adlı kitabı, sadece bu konudaki önemli bir eksikliği gidermekle kalmıyor, Türkiye’deki sanat ortamına, akademik dünyaya, sanat öğrencilerine ve araştırmacılara son derece önemli başvuru noktaları sunuyor. r Hülya TOKSÖZ anatçı, sanat yazarı ve akademisyen Rıfat Şahiner’in Çağdaş Sanatta Temsiliyet Krizi, Çağdaş Kuramlar ve Güncel Tartışmalar adlı kitabı yayımlandı. Şahiner’in 1960’larla birlikte sanat alanında ortaya çıkan paradigma değişimine odaklandığı bir önceki kitabı Sanatta Postmodern Kırılmalar, sanat dünyası ve akademik çevrelerde büyük ilgi görmüştü. Çağdaş Sanatta Temsiliyet Krizi de önceki kitap gibi günümüz sanatında baş gösteren kimi kavram ve olgulara, güncel tartışmalara odaklanarak farklı çıkış noktaları öneriyor. Rıfat Şahiner, bu son kitabında uzunca bir süredir kriz içinde olduğu dile getirilen çağdaş sanat dünyasına, bu ortamda hüküm süren bir dizi meseleye temsiliyet (representation) ilişkileri üzerinden yaklaşmış. Şahiner, kitabın sunuş metninde çağdaş sanatın son kırkelli yıldaki çarpıcı değişimini özetlerken Jean Baudrillard’ın bir önermesine de referans veriyor: Günümüz sanatındaki krizin, göstergelerdeki krizden kaynaklandığı saptamasına… Ünlü postyapısalcı düşünür Baudrillard, tüketim kültürünü ve sanat alanında ortaya çıkan krizi analiz ederken bir “gösterge aşırılığı” halinden bahsediyordu. Baudrillard, artık gösterenlerin (signs) gösterilenleri (referance) yansıtmadığı bir evreye girdiğimizi, hakikatin değil, onunla eşitlenen, ona aitmiş gibi görünen sahtelerinin (simulakrum) dolaştığı bir ortamda yaşadığımızı söylüyordu. Aslında hem estetikte, hem de hayatın hemen her alanında hüküm süren bu krizin, göstergelerdeki krizden başka bir şey olmadığını söyleyen Baudrillard, simülasyon kuramında; daha önceleri kendi tikel seçiklikleri içinde tanımlanan ve ayırt edilebilen olguların artık tanınmayacak denli açık seçikliklerini yitirdiğini, birbirleriyle yer değiştirerek bir diğerini iptal ettiğini, her birinin adeta sahte paralar gibi karşılıksız bir değiştokuş biçimine evrildiğini ve daha önceleri düşüncemizde konaklayan olguların büyük bir sarsıntı geçirdiğini belirtiyordu. GERÇEKLİĞE ULAŞMAK... Buna göre cinsellik, politika, ekonomi ve sanat artık eski prosedürlerle tanımlanamazdı. Sanat alanında her şey, tüm üsluplar sorunsuzca bir diğerinin yanında durabiliyor ve geçmişte birbirine karşı meydan okuyan yönelimler, birbirini çürütmeye çalışan sistemler tam bir kayıtsızlık içinde bulunuyor hatta antisanat bile müzelerde başköşeye yerleşmekten gocunmuyordu. Artık gerçekliğe ulaşmak imkansızdı ve mikrobunu her yana saçan sahte göstergelerin yarattığı belirsizlik içinde hareket ediyorduk. Her şey cinseldi, her şey estetikti, her şey politikti… Hayatın her alanı, kapitalizm tarafından estetize edilmiş, medya ve reklamlar aracılığıyla dünya bir seyir ekranına, bir “Disneyland”a dönüştürülmüştü. Bu, her şeyin tüketilebilir biçimde paketlenmesi ve gerçekliğin simülasyon yoluyla yok edilmesiyle mümkün olmuştu. Her şeyin estetik hale getirilmesi, bundan böyle hiçbir şeyin estetik olamayacağını göstermekteydi: Transestetik… Öte yandan cinsellik her şeye zuhur etmiş, mikrobunu her şeye bulaştırmıştı: Transseksüel… Artık herşey cinseldi, reklamlar, moda, politika ve sanat cinselliğin gösterenleriyle ilişkilendirilmişti. Politika estetize edilerek gösteriye dönüştürülmüş transpolitik olmuştu. Kuşkusuz bu iddia, aslında postyapısalcı bir çözümlemeyle göstergebilimsel bir okumadan yola çıkarak izah edilebilecek bir prosedürü göstermekte ve gerçekliği dilsel veriler ve göstergeler üzerinden okumaya başladığımızda tıpkı Derrida, Barthes, Foucault, Deleuze ve Guattari vb. düşünürlerin de haklı olarak vurguladıkları gibi modernitenin söylemini kurgularken neyi görülebilir, neyi görünmez kıldığı, neyi geçerli, neyi geçersiz kıldığı, anlamı ve hakikati nasıl kurguladığı, kodladığı üzerine de oldukça zor ve kapsamlı bir okuma geliştirmeniz gerekiyor. Buna, Judith Butler, Julia Kristeva gibi postfeminist argü manlarla yola koyulan yazarları da eklediğimizde günümüz sanatının referans noktaları üzerinden çok bilinmeyenli bir güzergâha girmiş bulunuyoruz. “SANATIN SONU” TARTIŞMASI Küreselleşmenin yarattığı ağır koşullarda çağdaş sanatın piyasa dolayımından geçmeksizin değer üretmesi neredeyse imkansız görünüyor ve sanatın üretim, dağılım ve yayılım koşullarında dramatik bir farklılığın ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Ancak bu Baudrillard’ın simulakr dünyası ve simgesel değiştokuş olarak nitelediği ve her şeyi para ve ekonominin belirlediği piyasa koşullarında şekilleniyor ve doğrusu bu yönüyle de Marksist bir okumadan ziyade oluşan bu yeni koşulların yarattığı modeller üzerinden irdelenebilecek yeni bir durum yaratıyor. Bir enformasyon aşırılığı, tüketim aşırılığı kültüründen söz ederken, bu bağlamda da Batı dışı coğrafya ve kültürlerin küreselleşmenin bir gereği olarak kendini dolaşabilir kılmasının koşullarına ayak uydurduğunu da söylemek sanırım yanlış olmayacaktır. Dolayısıyla AvroAmerikan güdümlü sanat dünyasında temsil bulmanın yolu da kendi kendini egzotikleştirmekten (selforientation) geçiyor. Rıfat Şahiner, kitabının “Küresel Sanat Dünyası” adlı bölümünde, Uzakdoğulu sanatçıların sürece nasıl yaklaştıklarını anlatırken, alternatif çıkış yolları olup olmadığını da soruşturmuş. Özellikle Takashi Murakami’nin japonesk imgelerini küresel sanat dünyasına nasıl bir iştahla sunduğunu ve bir tüketim teorizasyonu olan “Superflat” kavramını nasıl gündeme getirdiğini detaylı bir biçimde anlatmış. Günümüz sanatında ve estetikteki var olan krizi tartışırken eş zamanlı olarak sökün eden bir dizi meseleye bakmış Şahiner. Bunlardan biri; postmodern paradigmanın odaklandığı ‘son’ tartışmasından başka bir şey değil. “Sanatın sonu” tartışması Hegel’den beri birçok düşünür ve yazar tarafından ele alınan bir mefhum ve özellikle aynı adı taşıyan kitabıyla Türkiye’de de gündeme gelen eleştirmen Donald Kuspit’in ortaya koyduğu savlara odaklanması açısından Çağdaş Sanatta Temsiliyet Krizi, hem modernite ve postmodernitenin, hem statükocu ve yenilikçi bakış açılarının, hem de sanat eleştirisindeki açmazların tartışıldığı son derece önemli analizlere odaklanmamızı sağlıyor. Donald Kuspit’in Sanatın Sonu(1) adlı kitabında happenings (oluşumlar) olgusunun yaratıcısı avangard sanatçı Allan Kaprow’un postsanatçı deyiminden hareketle günümüz sanatının Duchamp’tan beridir nasıl çarpık(!) yöntemlerle dejenere edildiğini ve bu tutumun herkesi sanatçı mertebesine yerleştirirken giderek para ve iş dünyasının istemleri doğrultusunda sanatı nasıl şekillendirildiğini tartışmakta. Şahiner, kitabının ilk bölümünde Kuspit’in bu iddialarını kapsamlı biçimde irdeliyor. Kuspit’in yanılgılarına ve abartılı bir dille yaptığı çarpıtmalara değinen Şahiner, yazarın ortaya koyduğu tüm eleştirilerden sonra çözüm olarak önerdiği ve “yeni eski ustalar” olarak nitelediği sanatçıları tartışmalı bulurken, K İ T A P S A Y I 1 3 1 6 S “Çağdaş Sanatta Temsiliyet Krizi”, günümüz sanatını çözümlemekte zorlanan okura bu örnekleri sanatsal bağlamda nasıl yorumlayabileceği yönünde rehberlik eden bir kitap oluşturmuş Rıfat Şahiner. S A Y F A 1 8 n 7 M A Y I S 2 0 1 5 C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle