02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Safet AYHAN 70. YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ ‘Buz, hayaller ve buzdolabı’ Fakat bundan her zaman hoşnut değil. Yusuf ise elinden hile ile alınmış tarlasının derdinde. Hasımlarını korkutup tarlasından uzaklaştırmak için bir silaha ihtiyaç duyuyor. Komşusu Mahmut aracılık ediyor ona. Fakat ikili oynuyor. Nihayetinde de mülkiyet el değiştiriyor. Buzdolabı, ona sahip olmayan aileye gidiyor. Kadınlar, erkekler ve çocuklar kendi dünyalarınca etkilenir bu zoraki mülkiyet değişiminden. “TANIDIK, BİLDİK OLAN YOKSULLUK” Neden Yunus Nadi Ödülleri’ne başvurdunuz? Size göre Yunus Nadi Ödülleri’nin önemi ne? Yunus Nadi Ödülleri’ni çok iyi biliyordum. Bu yıl da ödüllerin 70. yılı. Geleneksel olarak edebiyat alanında değerlendirme yapan bu oluşumun bu yıl sinemayı da gündeme alması çok güzel bir gelişme. Ayrıca çok da iyi ettiler bu alanı ödüllere dahil etmekle. Bu durum birçok sinema emekçisinin de dikkatini çekti. Bağımsız olduğunu iddia eden festivallerin de durumu ve sansür olayları ortadayken... Bu nedenle başvurmak istedim. Umarım ödüller kararlı ve daha uzun soluklu olarak devam eder. Sinema Safet Ayhan daha güçlüydü. Hem hakkı da vardı buna çünkü çeyizinde ona alınmıştı. Bu yüzden bence kadınların mülkiyet değişimi daha acı. Yaşanmışlıkla ilgili. Galiba kıymetli olan da bu. Neden buzdolabı bu filmin bir metaforu? Başka bir eşya kullanılamaz mıydı? Sıcak bir bölgede buzun kıymetinden bahsetmek için... Aslında sınıfsal bir farkı anlatabilmek için... “MASUMİYETİN BOZULMASININ SİMGESİ KÖPEK” Filmde köpek de bir metafor olarak kullanılmış. Komşusuna buz almaya çocuğunu gönderen bir anne. Çocuğun buzu getirirken köpekle karşılaşması ve korkunca buzların yere dökülmesi... Köpek aslında bir kırılma anı, masumiyetin bozulması ya da yanlış anlamanın başlangıcı... Buz, yan komşuya gitmediği için kırılma daha da derinleşiyor. Önyargıları tetikliyor. Ekonomik çatlağı derinleştiriyor. Olanı görünür hale getiriyor. Bu nedenle köpek figürü önemli. Bir de filmin iki dili var. Biri Türkçe, diğeri de Kürtçe... Olması gereken de budur bana göre. İnsanların anadillerini Kürtçe konuştuğu bir coğrafyadan bahsediyoruz. Gerçi bu topluma yıllarca dillerini kullanmama telkininde bulunuldu. Bu telkinler de genelde askeri yöntemlerle söylendi. Saçma bir korku paranoyasıyla prova edildi. Kabul edelim ki kötü bir akıldı, hatta kötü niyetliydi. Yeşilçam filmleriyle de sonlandırıldı. Türkiye toplumuna Kürtçe kötü gösterilmek gibi bir niyet güdüldü. Eğer filminiz bu coğrafyada geçiyorsa, Kürtçe konuşmalıydı. Çünkü sinema gerçek olanın, zarafetin peşine takılır. Yapaylıktan hoşlanmaz. n KISA FİLM Toplumun mülkiyet sorunları bir buzdolabının içine sığdırılabilir mi? Safet Ayhan’ın Yunus Nadi Kısa ve Belgesel Film Ödülü’nün “Kısa Film” dalında ödüle layık görülen “Sarı Buzdolabı” isimli eserine göre evet. r Selda GÜNEYSU ize ödül kazanan “Sarı Buzdolabı” isimli eserinizden söz eder misiniz? Kısa film 1980’lerin Türkiyesi’nde, Suruç’un bir köyünde geçiyor. Bir buzdolabının etrafında cereyan eden ilişkileri anlatıyor. Mülkiyetin el değiştirmesiyle etkilenen insanlar... Sarı Buzdolabı en çok da kadınları ve çocukları dert ediniyor. Konusu da kısaca şöyle: 1980’lerde Suruç’ta yaşayan bir aile köyün tek buzdolabına sahip. Kadriye, Urfa sıcağında çok kıymetli olan buzu zaman zaman komşularıyla da paylaşıyor. B alanında verilen ilk ödüle filmimizin değer görülmesi de beni ayrıca çok mutlu etti. Kısa film aslında çok tanıdık, bilindik bir mülkiyet, ekonomi eleştirisi... Ancak anlatımı, dili farklı. Bir buzdolabı ve komşuluk ilişkileri üzerinden bir hiciv. Sinemanın da gücü bu olsa gerek, değil mi? Tanıdık, bilindik olan memleketin, özellikle de bu coğrafyanın yoksulluğu. Dili ve anlatımı güçlü bulduğunuza sevindim. Temelde yaşamlarını, birbirlerinin yanında inşa etmiş ailelerin kaçınılmaz olarak etkinlediği bir döngü... Tıpkı buzlar gibi zamanla eriyen ilişkiler... Peki, bu film bir yaşanmışlık öyküsü mü? Yani sizin başınızdan geçen bir öyküyü mü anlatıyor? Suruç doğumlusunuz, film de Suruç’ta geçiyor... Evet, bizzat ailemin ve komşularımızın başından geçen gerçek öykülerden etkilendim kısa filmi çekerken. En çok da annemin buzdolabı ile kurduğu bağdan çok etkilendim. Tabii komşu kadının dolaba ulaşma isteği de etkiledi beni ama annemin bağı Orhan İNCİ 70. YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ Fotoğraf: Kaan SAĞANAK Fotoğraf:Necati SAVAŞ KISA FİLM kapının ya da çıkış yolunun olması gerekir aynı gerçek yaşamda beklediğimiz gibi. “FİLMİN TASLAĞI ALTI YIL ÖNCE OLUŞTU” Senaryosu da size ait olan yapım kaç yılda tamamlandı? Zorlu bir süreç olduğunu tahmin ederim. İlk taslağı çekimden altı yıl önce oluştu. Arada iki kısa film çektim, sonra 2013’ün Ocak ayında senaryosu tamamlandı. Kültür Bakanlığı’na başvurdum. O da yazın belli oldu. Sonra bütçeyi denkleştiremedik. Sürekli erteledik. En son kasım ayının başlarında çektik. Yedi çekim günü toplamda on bir gün sürdü. Çekimleri İstanbul Gazi Mahallesi’nde, Kocaeli Gebze ve Diyarbakır Ağaçlı köyünde tamamladık. Uzun bir kurgu süreci oldu, yaklaşık yedi ay sürdü en son haline gelme aşaması. Bu filmin hatırası olarak saçlarıma aklar düştü. Başka hangi ödülleri kazandı Adem Başaran? 13. !F Bağımsız Filmler Festivali Birincilik Ödülü, 11. Akbank Kısa Film Festivali En İyi Kısa Film Ödülü, 2. Uluslararası Boğaziçi Film Festivali En İyi Ulusal Kısa Film Ödülü, Baygem Kısa Film Yarışması En İyi Kısa Film Ödülü, 2. Altın Çınar Film Festivali Jüri Özel Ödülü, 2. Altın Pars Film Festivali Jüri Özel Ödülü, Rotary Kısa Film Festivali Jüri Özel Ödülü. Yunus Nadi Ödülleri’ne ilişkin duygularınız? Türkiye’de sanat alanında verilen ilk ödül olması nedeniyle önemli buluyorum. Bu yıl, 70. yıl ödüllerinin verilmesi ve bu ödüllere kısa filmin eklenmesi, kısa filme verilen değer anlamında da önemli buluyorum. İlk defa bu alanda verilen bu ödülü bizim filmimiz aldığı için de mutluyum. n n S A Y F A 1 7 ‘Önce kendini görmek gerekir!’ şekilde yaptığım işlerde görmeye başladım ve bu doğrultuda üç tane kısa film yaptım. Kendi gerçekliğimden beslenerek yaptığım bu filmler, kusurları olan ve her daim öğrendiklerimin üzerine bırakarak yaptığım filmler oldu. Bu filmlerin hepsinden çok şey öğrendim ve öğrenmeye de devam edeceğim. Toplumsal sinema anlayışınız ne? Ben yaşadığı yerden beslenen bir sinema anlayışına sahibim. Sanırım bu hep böyle olacak. Önce kendi evimi, sonra sokağı, mahalleyi, şehri, bölgeyi… Yani kendini aynada göremeyen bir insanın, aynanın arkasına gidecek hayalleri de olmaz. Anlattığım hikâyelerin her tarafında kendime ait izler vardır mutlaka. Kendi sinema anlayışımı bunlar üzerine kuruyorum. Hem bana ait olmalı hem de evrensel değerler içerisinde kendine yer edinmeli. Zaten böyle olunca bir sinema anlayışından bahsedebiliyoruz. “AİLEM DE GÖÇ ETTİRİLENLER ARASINDAYDI” Filmi bitirme tezinizden yola çıkarak çektiğinizi biliyorum. Hem tez konusu olarak seçmenizi hem de filme çekmeye karar 1 3 1 6 Orhan İnci Yunus Nadi Kısa Film Ödülü dalında Orhan İnci’nin ödüle değer görülen filmi “Adem Başaran”. İnci, 1990’larda köyleri boşaltılan, yakılan, hayatın kaybeden ve zorunlu göçe maruz kalan, aralarında kendi yakınlarının da bulunduğu birçok insanın bilinmezliğe sürüklenmesinden yola çıkıyor çalışmasında. İnci’yle “Adem Başaran”ı konuştuk. r Gamze AKDEMİR K ısa film sizin için nasıl bir ifade biçimi, nasıl bir sanat? Çocukluktan itibaren sanatsal eğilimim vardı. Liseden sonra sinema üzerine eğitim almak istedim. Sinema bölümünde okumaya başlayınca kafamdaki dünyayı bir K İ T A P S A Y I verişinizi anlatır mısınız? Yakın çevremde ve birinci dereceden bütün akrabalarım, inşaat sektöründe çalışıyordu. Bunun bir sebebi vardı: 1990’larda köyleri boşaltılan, yakılan ve zorunlu göçe maruz kalan ve hayatını kaybeden birçok kişiden sonra öyle bir sınıf oluştu. Birçok insan yerinden yurdundan göç ettirilip bir bilinmezliğe sürüklendi. Ben yüksek lisans bitirme projem olarak kendi hissettiğim bir şeyi çekmek istedim. Çünkü o zaman samimi bir şey yapmış olacaktım ve filmin bütün aşamalarında hep o inançla hareket ettim. Ödül kazanan filminizin adı “Adem Başaran.” Nasıl bir öykü Adem’inki? Aslında film Mesut Başaran’ın hikâyesi, benim filmimde üç Başaran var. Hikâyesini izlediğimiz Mesut Başaran, hikâyesini daha önce yaşamış Mahmut Başaran ve filmin finali olan ve hikâyesini görmediğimiz Adem Başaran. Bana göre bu üç karakter arasında benzerlik ya da kader birliği var. O da kırmızı düğmeli önlüğü sırayla giymeleri. Sonu normalde umutsuz biten bir film bu, umuda dair bir 7 M A Y I S C U M H U R İ Y E T 2 0 1 5
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle