05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA [email protected] [email protected] Öykücülerin kitaplı yolculuğu... Yazarlar, “Kitaplar Adası”nda sekiz on yazarı aynı yazı içinde işleyişime bakarak gönül koymamalı. Kitaplar üzerine derli toplu da olsa kısa değerlendirmeler herkesi doyuracak değil elbette ama yazarla yapıtına değgin “kayıt” düşülmesinin önemi de göz ardı edilmemeli. itapların sergenlerde bekleme süresi git gide kısalır, marketler arası ilgiyle parlayan kitaplar bile bundan enikonu etkilenirken yazarlar, “Kitaplar Adası”nda sekiz on yazarı aynı yazı içinde işleyişime bakarak gönül koymamalı… Kitaplar üzerine derli toplu da olsa kısa değerlendirmeler herkesi doyuracak değil elbette. Kaldı ki Behçet Necatigil’in, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü’ndeki yetkin tutumu da aranmamalı bu kalem oynatmalarda… Ama yazarla yapıtına değgin “kayıt” düşülmesinin önemi de göz ardı edilmemeli. Öyle ya bu notların, emeğe dayalı okuma edimiyle kotarıldığını okurdan önce yazar görmüyorsa, ne diyeyim? ADNAN ÖZYALÇINER… İstanbul’a özgülenen bir yazın atlasında adı anılmadan geçiştirilemeyecek yazarlar arasında Adnan Özyalçıner özgün bir yere sahip kuşkusuz. İşte son “öyküanlatı” kitabı Alandaki Park da (Evrensel, 2014), tıpkı Panayır (1960), Sur (1963), Yıkım Günleri (1972) gibi özel önem taşıyor bu nedenle. Zaten “İstanbul Öyküleri” alt başlığıyla yayımlanan Yazdan Kalma Bir Gün (1999) yazarın bu yöndeki kararlılığını gösteriyor bize. Alandaki Park’ta öykü ya da anlatı olarak nitelenen verimler, İstanbul’la birlikte aslında tüm toplumdaki kuşatılmışlığı yansıtıyor. Önceki kitaplarında olgusalı işleyip dönüştürerek İstanbul’a yaklaşan Özyalçıner, bu kez yaşantısalı olgusala bağlı aktarırken usta bir öykücünün havasını, tadını yayıyor yine. Özyalçıner’i özleyenler kadar öykü severlerin de büyük tatlar alarak okuyacağı bir demet Alandaki Park. NAZLI KARABIYIKOĞLU … Nazlı Karabıyıkoğlu, Olivya Çıkmazı’nda (Alakarga, 2014) bir İstanbul öykücüsü olarak görünüyor enikonu. Öykü kişilerinin, evren olarak yayılan kent uzamıyla yaşadığı süreğen çelişki önemli yer tutuyor öykülerde. Giderek temel izleğe dönüşürken bu, bir kavramsallaştırma eşiğinin de önüne çıkılıyor yanı sıra. Soyutlayımlı, dönüştürümlü, seyreltili, S A Y F A 2 2 n 1 9 lü, bağlamlı öykülerden oluşuyor yapıt. İşte öykülerin artalanında kurulup geliştirilen anlam dağarı kitabın bu alt başlığına zengin bir açılım getiriyor. Bir yanı yazıklanmalarda, öte yanı hüzünlerde bir öykü demeti. Eşlik eden çizgilerle birlikte bilinmesi gerektiğini düşündüğüm bir öyküler toplamı Moskova Defteri. OSMAN AKALIN… İlk öykü demeti En İyi Korunan Oda’dan (İdil, 2005) sonra kitaplı öykücülüğünde onuncu yılına ulaştı Osman Akalın: Sarıl Bana Hep (Serendip, 2014) İkinci kitabı Renkler’de (2012) kör öykü kişisinin bizi bir anda sarmalayan anlatısıyla baş başa bırakıyordu yazar. “Sarıl Bana Hep”te bu kez bir kekemeyle tanıştırıyor. Afacan, cin mi cin anlatıcı onon bir yaşlarına dönüp bunu enikonu komik öğelerle harmanlarken anlatı, yine kuşatıyor insanı. Yazarın, özellikle ikinci kitabıyla başlattığı alaysamanın, aykırı gerçekçilikle gerçeküstünü karıştırdığı anlatısının, bu yönde kurduğu öykü evrenlerinin artık neredeyse baskın hale geldiği görülebiliyor. Ayrıca ilk öykü evrenleriyle kurulan köprü de söz konusu. Abartıdan yararlanarak doğrudan kendini kattığı anlatı biçimi de önemli. SÜLEYMAN KALMAN… Süleyman Kalman, Yaba Öykü’de “Çetin Kalman” imzasıyla ilk öyküsünü yayımladığı 1988’den çeyrek yüzyıl sonra ilk öykü kitabıyla geliyor okur önüne: Geç Kalmış Hikâyeler. (Yaba Sahaf/Cep, 2012) Öykücülüğümüzde unutulmaması gereken Yaşar NabiVarlık, Hüsamettin BozokYeditepe, Salim ŞengilDost, Mustafa BalelÖykü ad kardeşliğine koşut anılması gerekenlerden biri de Aydın Doğan ile Yaba Öykü dergisi… İşte Süleyman Kalman o kaynaktan gelen, Osman Akalın gibi bir hekim öykücü… Kalman, bize öteden beri bilinen “küçük insan”ın, yani “en büyük başarıları iskambilde pişti yapıp tavlada düşeş atmak olan” (29) insanların öykülerini, küçük dünyalarına dayalı bakışla örüntüleyerek getiriyor. Yine bilenen, geleneksel öyküleme yoluyla… NURDAN BEŞERGİL… Nurdan Beşergil’in İyi Geceler Öpücüğü (Can, 2012), tok, içkin sözdizimleriyle dikkati çekiyor ilk ağızda. Adeta Doğu fragmentleri havası taşıyan metin, özlü sözle değil, dilsel tatla karılı bir içkinlikle yoğunlaştırılıyor. Kutsal kitaplardaki menkıbelerin uzak, silik yansılaması halinde geliyor yazarın anlatısı önümüze: “Hikâyeler çok konuşmayı sevmez(.) ama aslında bir yandan da söylemeden bıraktığı sözleri de anlatmış olmayı ister(.).” (78) İnsanlığın yaratılış söyleni peşinde gidilmekle birlikte, bunu evrensel düzleme çekmeyi başarıyor yazar. “An”a, “gün”e, “zaman”a, “süreç”e sığdırılmış, cinsiyetçi ayrımın, sömürme olgusuyla iç içeliğini gösteren bir uygarlık tarihi bağlamında da okunabiliyor bu nedenle öyküler. İşte bir kucak öykü kitabı size… Gelecek yarımayda salt kadın öykücülerle bir kitaplı yolculuğa eşlik çıkacağız bu kez… n K İ T A P S A Y I 1 3 0 5 K sıçramalı anlatılarıyla birden yükseliveren kimi öykülerinin yanında Nazlı, genelde geleneksel öykünün ardılı olduğunu ortaya koyuyor. Bu kıvrak anlatım, kimileyin ileri uçlara açılarak şakacı, hatta alaysamalı tutumlarla da örtüşebiliyor. Özgün söyleyişlere dönük yazar ilgisiyle iştahının da altı çizilmeli bu arada. NİLÜFER KUYAŞ… Nilüfer Kuyaş’ın Yok Adam’ındaki (Can, 2014) “Hayvanların Gece Hayatı” öyküsünü değilse de “Yok Adam”ı “kısa roman” olarak aldığımdan geriye kalan beşaltı öykü, yazarın öykü verimi üzerine fazla söz etme olanağı tanımıyor. Bu nedenle ileriki bir yarımayda Kuyaş’ın tüm romanları üzerinde ayrıca durayım istiyorum. Öyküler üzerine bir iki notumu paylaşayım isterim. İnsanı bir anda kuşatıveren anlatı kurabiliyor Kuyaş. Kimi öyküler İstanbul’da geçse de kente özgülenmiş değil. “Ağrı Eşiği”, aykırı gerçekçi yanıyla dikkat çeken bir örnek. Bu çerçevede bir kara anlatıyla içlidışlı evrenler söz konusu. “Elif” ise, kadınerkekkedi bağlamındaki soyutlayımı, dönüştürümü ile öykü estetiği odağında seçkin bir bütünlük sunuyor. İleride öykümüzde kendine farklı bir yer açabileceği kanısına vardım bu verimlerine bakarak yazarın… HASAN ÖZKILIÇ… Kendisinden beklenebilecekleri boşa çıkarmayan yeni öyküler demetiyle geliyor Hasan Özkılıç: Sonunda Herkes Yalnız. (Kırmızı Kedi, 2014) Gerçekten yazar, her zamanki çekiciliğiyle sunuyor öykülerini yine. Özkılıç’ın, öyküyü kendi akarında duru bir su halinde bırakışı, usulca içe işleyen, dokunan anlarla örüntüleyişi her zaman ilgi uyandırıyor. Bu arada Hasan Özkılıç öyküleri, doğası gereği bir “siyasal”lığa da bürünebiliyor. Emekçilerin geleceksiz, düşsüz, parçalanmış dünyalarını, bunu yaşayan kişilerin gözlerinden yansıtıp akıtmakta her zaman hünerli. Yapay kalan ya da zorlama görünen öykülemeden alabildiğine uzak bir yolculuğun bayrağını dalgalandırıyor onun verimleri. Yer yer roman parçalarını andıran bölümcelermiş gibisinden duygu uyandırsa da bir çalımcık… Ş U B A T 2 0 1 5 Şu son yıllarda yaşadığı coğrafyanın yetiştirdiği büyük yazıncılarımızdan Necati Cumalı gibi öykülerine bir erotizm de yerleştiriyor ayrıca. Bu bağlamda öykü kişileri, kendi iç sesleriyle alabildiğine canlı. TUNCER ERDEM… Tuncer Erdem, Güzel Eşya, Alelade Dünya (YKY, 2013) başlıklı öyküler demetinde, dış mekânları kaleme alıyor. Ama dış çevreyi anlatırken insan ruhuna değmek için çabalıyor. “Dünyaya onun bulunduğu yerden bakmak istedim” (14) deyişi anlatıcının, bunu ele veriyor. Anlatıcı görüyor onları, ötekilerse görmüyor: “Köpek kokumu aldıktan sonra kuyruğunu sallayarak bana doğru baktı. Beni yine görmedi.” (21) Anlatıcı, bir yerlerden adeta görünmezlik zırhıyla kuşatılmış halde nesneleri izliyor; konumlarını, ilişkilenişlerini aktarıyor vakanüvis tutumuyla. Böylece yazar anlatıcı aracılığıyla öznenin nesneye bakan, nesneyle ilişkisinden doğan o özel alana dönük öyküler getiriyor denebilir okur için. BAHAR ASLAN… Bahar Aslan’ın, ilk öykü kitabı Derin Uyku’yu (2003) okumuş değilim. Atilla İlkyaz’ın resimlediği Moskova Defteri (Can, 2015) başlıklı ikinci öyküler toplamını okurken tanıdım yazarı. Kitabın ayrı bir alt başlığı daha var: “Komünistler Moskova’ya!” Bir dönem solculara karşı haykırılan ünlü “lanetleme”nin ardından 1990’larda artık ekmek parası için sığınılan ülkeye dönüşmüş Moskova… Farklı düzlemlerde karga eğretilemeli göndermelerle örü C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle