05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

doğal olarak simgelerini yaratır. Adalet, Milliyetçi Hareket ve Saadet Partisi’nden oluşan Milliyetçi Cephe Hükümeti ve MHP’nin o dönemdeki yayın organı gibi çalışan “Hergün” gazetesi simgesel niteliktedir. DEVRİMCİ GELENEĞİN DİLİ VE YAŞAM TARZI Temelkuran Devir’de betimlediği zaman diliminde CHP Genel Başkanı olan Bülent Ecevit’i ve CHP’yi anlatıya katarak, hem sol ve sosyal demokratlar arasındaki tartışmayı, hem de sağcıların CHP’ye bakışını öyküler. Dinci ve milliyetçi bakış, bugün iyice ortaya çıktığı gibi, toplumu cepheleştirme anlayışını kurumsallaştıran ve devlet terörünü olağanlaştıran Milliyetçi Cephe koalisyonunu eleştirmek yerine, solcular böyledir; işleri güçleri engellemektir, yıkmaktır sözleriyle, o dönemde cumhurbaşkanı seçilememesinin sorumluluğunu da sola yükler. Öte yandan devrimciler, Türkiye adeta bir Nazi yönetimi altındadır diyen Ecevit’i Peki, sen ne yaptın? Bir şey yapmak istiyorsan, Al demokrasi güçlerini arkana, çık sokağa! diye eleştirmektedir. Eylemci sol diyerek demokrasi güçlerini dışlayan CHP Genel Başkanı’ndan, Hasan’ın romandaki deyişiyle, zaten biz Maraş kıyımında kesmişiz umudumuzu. Umudumuzdu, kâbusumuz oldu bu Karaoğlan. Ne iktidar olur, ne muhalefet. Ankara metrosu yapımı tartışması, seks filmleri furyası, müzeler, CSO ve PolDer ve PolBir de devrin görünümünü tümleyen simgeler olarak romanda betimlenir. Romanda yan figür olarak tasarımlanan Samim ve eşi Ayla ile Aydın ve Sevim arasında geçen söyleşilerle hem devrimci devinimin genel görünümü ve olaylara bakışı, hem de devrin özellik leri belirginleşir. TRT’de çalışan Aydın ve Ayla, bu kurumun olayları tekyanlı yansıttığını, Maraş kıyımına ilişkin gerçekleri ters yüz ettiğini, görüntüleri yaktığını; örneğin, irdelemek ve olanak gibi sözcükleri yasakladığını anlatır. Evlerinde devrimcileri barındırdıkları için kilitli tuttukları odanın gizemini özenle korur. 1980’de öldürülen Gün Sazak, Nihat Erim ve DİSK başkanı Kemal Türkler de simgesel kişiliklerdir. Temelkuran, Sazak’ın öldürülmesiyle başlatılan intikam eylemlerini, romanda yine önemli bir simge olarak kullanılan Cumhuriyet gazetesi muhabirinin bakışıyla anlatılaştırır. Ülkücülerin saldırısından korunmak için, Cumhuriyet yazısının görünmemesine özen gösterilen bu gazete, solun ve sosyal demokrasinin simgesi olarak romanın birçok yerinde anlatıya katılır. Devlet Planlama Teşkilatında çalışan ve yaygın merhametsizliğin ilk nedenini Osmanlı’nın Yeniçeri devşirmesine değin geri götüren Aydın ve Meclis Kütüphanesi’nde memur olan eşi Sevgi evlenmeden önce devrimci devinime katılmıştır. Dolayısıyla, her ikisi de devrimci geleneğin yaşam tarzını ve dilini içselleştirmiştir. DEVRİMCİ DEVİNİMİ VE ÖZGEÇMİŞLER Sevgi’nin Aydın’la evlenmeden önce 71’li yıllarda arkadaşı olan ve Sevgi’ye bu ‘devir’ geçene kadar Meclis Kütüphanesi’nde saklaması için bir zarf veren Önder’in ortaya çıkması, bu gelenekten gelen bazı okuyucuda hafif bir olumsuzlama tavrı yaratabilir. Yazar, Önder figürüyle öykülediği devrin özgünlüğünü biraz daha belirginleştirmek suretiyle, hem öykülenen özgeçmişlerin çokkatmanlılığını görülürleştirerek romanın kurgusal dünyasının gerçekliği izlenimini güçlendirir hem de anlatıyı devingenleştirir ve çekileştirir. Önder ve Sevgi figürleri aynı zamanda devrimciler arasında bir ayrımlaştırma yapma olanağı sunar. Bu iç ayrımlaştırma, romanda Önder’in deyişiyle, kendini koruyanlar ve kendini ateşe atanlar arasında yapılmalıdır. Önder kendini ateşe atanlardandır. Bu nedenle, kaydı bir yerlerde tutulan yaşanılanları değil, hatırlanmayacakları önemsemektedir. Roman silahlı savaşımının saltlaştırılması ve devrimcilik yarışına girilmesini de ince bir eleştiriyle öyküler. Devir’de betimlenen en önemli simge kuğudur. Beyaz kuğu, zarifliği, kararlılığı, sürekliliği, dayanıklılığı, ahlaklılığı; kanadı kırık kuğuysa, umarsızlığı, dertliliği, boynu büküklüğü simgeler. Temelkuran önemli anlatıcı olarak Ali ve Ayşe’yi tasarımlar. Geleceğin ve umudun anlatımı olarak kurgulanan bu iki çocuk, kurtuluşun simgesi olarak gördükleri kelebekleri Meclis’e sokmayı ve bir kuğuyu kurtarmayı görev sayar. Kuğulu Park’tan kurtardıkları kuğuyu, Nejla Hanım, Aydın ve Sevim’in yardımıyla Fatsa yolunda özgürlüğe uçururlar. Romanda olağanüstü içten ve sürükleyici bir biçemle anlatılan bu olay, bana Anna Seghers’in Yedinci Darağacı romanını anımsattı. Seghers anılan romanında toplama kampından kaçan yedi kişiyi anlatılaştırır. Kaçaklardan altısı hemen yakalanır ve asılır. Yedincisi için darağacı kurulur; ancak bu yedinci kişi asla yakalanmaz; darağacı boşa bekletilir. Yakalanmayan yedinci kişi, özgürlüğü ve geleceği simgeler. Devir, Lukacs’ın tümelliktekilliktikellik kavram üçlüsüyle açıkladığı sanat yapıtının oluşumu ilkesinin gerçekleştirimi gibidir. Temelkuran 1980’in sosyal, politik ve kültürel görünümünü, diyesi, bir tümelliği ve bu tümelliğin içerdiği tekilliklerden biri olan devrimci devinimi ve bu devinimi oluşturan bireysel özgeçmişleri Devir’de yazınsallaştırarak tikelleştirir. Elbette böyle bir yapıt, devrimci devinimin bütün öğelerini anlatılaştıramaz ve aynı ölçüde hoşnut edemez. Çokkatmanlı okumaya olanak veren bu yapıtta serimlenen ‘devri’ deneyimlemiş ve Devir’de öyküleri yeniden kurgulanmış olan kişilerden bazılarını da tanıyan bir okur olarak bu romanı derin bir hüzün, üzüntü ve bazen de kahkahayla okudum. Birçok okurun aynı duyguları paylaşacağını umuyorum. n Devir/ Ece Temelkuran/ Can Yayınları/ 494 s. Kİ TAPTAN. . . “B ak Ali metro yapacaklar Ankara’ya. Kazacaklar. Çok derin kazacaklar. Ankara’nın dibinde ne var Ali? Sence Ankara’nın üstündeki toprak kalksa altından ne çıkar?” Ankara’nın dibi! Ne var?! Hüseyin Abi artık başka türlü oldu. Ben rüya görünce nasıl oluyorum, öyle oldu: “Bence Ankara’nın dibinden çok şey çıkacak Ali. Binlerce yıl önce bu bozkıra varan ilk adam ve kadının, kırkikindi yağmuru öncesindeki rüzgârı işaret sanıp diktiği ilk çadır direği. ‘Azıcık aşım kaygısız başım’ diyen o adamın çömlekleri çıkacak mesela. İmparatorlukta gözden düştüğü için bozkıra gelen, yalandan iki sütun dikip keyfine bakan bir Romalı beyin taht yıkılırken içtiği şarabın çanakları çıkacak. Bir Osmanlı sultanını ilk ve son kez esir düşüren memlekettir Ankara, biliyor musun Ali? Timur’un, Sultan Yıldırım Beyazıt’ı esir düşürdüğünde içtiği keyif esrarının külleri çıkacak buralardan. Sonra, ellerinde damgalı, imzalı kâğıtlardan kafası karışıp deliren, sonunda Ulus Meydanı’nda el ele tutuşup kaybolmuş gibi yürüyen köylülerin kasketleri. Sümerbank basmasından biçilmiş donlarla nükleer fizikçi olmayı hayal eden, yıldızlarla köyündeki yanağı sinekli çocuklar arasında sıkışıp kalmış gençlerin üniversite yolunda delinen ayakkabıları da... Hep bir memleketi kurtarmak çilesiyle şiir yazan onca doktor, öğretmen ve muhasebecinin İkinci K İ T A P S A Y I 1305 Dünya Savaşı’ndan kalan ekmek karneleri de vardır mutlaka. ‘Bu ülke böyle kurtulur!’ diye yazmış binlerce daktilo, teksir makinesi, kurşun harfler, Yeni Maltepe Sineması’nda gösterilen seks filmlerinin parçalarına, o filmler izlenirken çitlenen çekirdek kabuklarına karışmıştır. Hokkalar ve mühürler, maktalar ve hamayıllarla yazılıp, parlatılıp, saklanmış bütün dualarla karışmıştır, üzerine ‘Tek Yol Devrim’ yazılmış plastik kalem kutuları. Büyük muharebelerde kırılmış T cetvelleri, Romalı beylere karşı, anayasa ve idare hukuku kitaplarından kurulmuş barikatların kalıntıları, İstanbul’da Boğaz’a dalıp, ‘Bu insanlarla olmaz,’ diye kederlenen aydınlara bir ümit taşradan yazılıp gönderilmemiş mektuplar, binlerce resmi geçitte hep aynı yolu yürüyen bandocu kızların trampet bagetleri, Köy Enstitülü çocukların ‘Avare mu’ çalarken düşen mandolin penaları... İnsanların daha iyisini hak ettiği hıncıyla büyüyüp insanımızın pusuculuğuyla karşılaştığı o ilk seferinde ağlayan çocukların üçgen mendilleri... ‘Bu halkı anlamazsak onlara hiçbir şey anlatamayız,’ diyerek boşuna ezberlenmiş Kuran mealleri. Çıkar bunlar Ali. Olgunlaşma Enstitüsü’nde Türk bayraklı bindallılar diken kızların kırık yüksükleri ile silah kardeşliğinden kurulacak bir ülkede eşit ve özgür olacaklarına boşuna inanan eşkıyaların kopmuş dizginleri... Tekerlekler elbette, hep ezberleyip duracağın, Kurtuluş Savaşı’nın kağnı tekerleriyle sadece bizim bileceğimiz, yakıp durduğumuz patlak lastik tekerlekler iç içe duruyor olabilir aslanım. Buraya gönderilen Keltlerin denizsiz kalınca kederlenip bira içtiği hayvan boynuzları ile Gülhane 1 9 Askerî Tıp Akademisi’nde kesilen asker kolları ve bacaklarının kemikleri... Arap Prensesi Zenobia’nın kurduğu devletin cam kırıklarıyla on iki yaşında Kuşcağız’da ensesinden vurulmuş Nergis’in önlük düğmeleri. Osmanlı’ya karşı başlayıp kanında boğulmuş isyanların yırtık sancakları ve söylenmiş bütün türkülerin kopmuş bağlama telleri... Pabuç tekleri en çok da. Zonguldak’tan maden işçilerinin, İzmir’den Tariş işçilerinin, işçilerin, köylülerin ve makam şoförlerinin, cumhuriyet balolarında aradığını bulamamış kadınların ayakkabıları, milyonlarca. Aslanım, size öğrettiler mi? Ankara ‘gemi çapası’ demek. Bir hayalle çıkılan yolda atılan çapa gibi düşün. Kralların hep eşek kulaklı olduğunu bildiği için bütün kuyular bunu bağıracak diye kuyulardan korkan Kral Midas’ın şehri. Biz, ‘Kralın kulakları eşek kulakları,’ dedikçe, kaçarken cebimizden düşürdüğümüz telefon numaraları, sevgili vesikalıkları, sahte kimlikler... Kazmak tehlikeli Ali.” Ş U B A T 2 0 1 5 n S A Y F A 1 5 C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle