23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Hikâyesi 2010’da yayımlanmıştı. Özgüven’in yeni öykülerini okumak içinse 2015’in sonlarını beklemek gerekti. Çok yakın zamanda Özgüven, yeni öykü toplamı Küçükburun ile okurların karşısına tekrar çıktı. Fatih Özgüven’in dördüncü öykü kitabı Küçükburun. 2006’da yayımlanan ilk öykü kitabı Bir Şey Oldu’dan bu yana, niteliği hep belli bir çizginin üstünde olan öykü arayışının da son halkası aynı zamanda. Öykü arayışı diyorum çünkü Özgüven, her kitabında bu arayışın farklı bir yansımasını ortaya çıkarıyor. Tüm kitaplarında ortak bir bağlam bulan arayış ise kelime ve cümlelerdeki tasarruflu kullanım olarak dikkat çekiyor. Bir Şey Oldu’yla başlayan anlatımdaki tasarruf arayışı, sırasıyla; Hiç Niyetim Yoktu ve Hep Yazmak İsteyenlerin Hikâyeleri ile devam etti. Her seferinde bir adım ileri atarak üstelik. Küçükburun’da bunun bir basamak daha tırmandırılmış halleriyle karşı karşıyayız. Öykü, yapısı itabiriyle buna müsait bir tür. Hatta, yazarına tanıdığı olanakları ve hayalgücünün sınırsız coğrafyasını düşündüğümüzde en müsait tür. Anlatıma tanınan bu geniş olanakların kullanımı ise elbette yazara bağlı. Fatih Özgüven de bu olanaklar en zengin hallerinden birini sunuyor Küçükburun’daki öykülerinde okuruna. Metinlerin tasarruflu dili ise buna bir engel oluşturmuyor. Hatta aksine, anlatımdaki zenginliğin en önemli yanlarından birini bu tassarruflu dil meydana getiriyor. Dil bağlamında öykülerin üzerine ayrıca çalışıldığı çok açık. Dil için kullanılan “temiz” diye bir niteleme varsa eğer, Küçkburun’daki öykülere en yakışanı bu olacaktır. Öyküler, basitlermiş gibi görünse de üzerlerindeki dil işçiliğini biraz olsun incelediğinizde, aslında ne kadar zorlu bir çalışma sürecinden geçtiklerini de ele veriyorlar. Öykülerin, okuduğumuz en sade hallerine gelebilmeleri için Özgüven ciddi bir emek harcamış. Böylelikle de ortaya tek bir fazlalığını bulamayacağınız, okuduğunuzdan fazlasının olamayacağını düşündüğünüz öyküler çıkmış. İlginçtir; bir şiir giriftliğinde bu metinler. Burada bahsettiğim bir şiirsellik değil. Tıpkı iyi bir şiir okuduğumuzda hissettiğimiz o “tamamlık”, “olmuşluk” duygusu sözünü ettiğim. Küçükburun’daki öykülerin içlerinden bir kelimenin çıkarılması ya da eklenmesi oldukça zor. Elbette imkânsız değil ama Özgüven’in kurduğu dünya, ne bir eksik ne bir fazla duygusu uyandırıyor. Bu bağlamıyla okuruna da pay bırakan öyküler Küçükburun’dakiler. Okur, yazarın anlatımdaki öykünün anlamlarındaki değil küçük boşluklara kendi zihnini yerleştirebiliyor rahatlıkla ancak şunu da söylemekte yarar var: Bunun için okurun ciddi bir çaba harcaması gerekiyor. Küçükburun, her ne kadar yetmiş beş sayfadan mürekkep bir kitapsa da bu zorlayıcı hali ve anlam üzerinde okurunu da metne davet eden yapısıyla yetmiş beş >> sayfaya nazaran daha fazla bir mesai istiyor. Haliyle, Küçükburun da bir öyküyle tanış olmanın ne demek olduğunu bilen okurları bekliyor sayfalarına. Belli bir kalıba hapsetmekse imkânsız Fatih Özgüven’in yazdıklarını. Fantastiğin ve absürdün sularında yüzebildiği gibi gerçekten acı, hatta arabesk diyebileceğimiz bir acının peşinden de sürükleyebiliyor okurlarını. O nedenle sabitfikirlerin de sabitfikirlilerin de rahatlıkla gezinebileceği sayfalar değil Özgüven’in kitapları. Haliyle Küçükburun da bunlardan biri ve hemen az önce söylediğim gibi öyküyle tanış olmanın yanında, öykünün yükleyeceklerine de açık bir zihin yapısı istiyor. Özgüven, küçük “şey”lerle arasına mesafe koymadan yönelttiği bakışlarıyla sıradanlığın ardındakine odaklanıyor aslında tüm öykülerinde. Bir köpeği hayattan küstürmenin, gururuyla oynamanın nasıl olacağına dair bir fikirle öykü yazabildiği gibi, az önce söylediğim arabesk bir acıyla babasının vasiyetini gerçekleştirmek için uğraşan oğulun uğraşına doğru da yol alabiliyor. Ancak her şey Özgüven’in anlatımında başlıyor ve bu anlatım, okuruna çok şey vaat ediyor. Başladığı yer Özgüven’in anlatımı; evet. Bittiği yer ise Fatih Özgüven’in öykülerindeki tavrı. Kitabın son öyküsü olan “Adam”dan bir alıntıyla açılamak mümkün Özgüven’in tavrını. Yazar, bir sokak müzisyenini şöyle anlatıyor öyküsünde: “Bu kirli, utançsız ses yoldan geçen müzik yapımcısının kendisini keşfetmesini bekleyenin sesi değildi. (O da olsa hayır demezdi belki) Sesiyle yoldan geçenleri çağırıyor, avlıyordu. Herkes avlanıyordu. Yalvarmıyordu, rica etmiyordu. İstiyordu. Sokakta zaferini ilan etmişti. Neyi istediğini bilmiyorduk, ama istediğini biliyorduk. İlgi değil, sevgi değil, anlayış değil, yumuşaklık da değil, sertlik de değil, eninde sonunda para hiç değil. Bunların hepsi şarkısında vardı, oradaydılar, ama başını caddenin soluna dönmüş, ısrarla Tünel’e doğru haykıran adam aslında onları istemiyordu.” Fatih Özgüven de tıpkı bu müzisyen gibi; “sesiyle yoldan geçenleri çağırıyor, avlıyor. Herkes de avlanıyor. Ancak bu avını yalvararak gerçekleştirmiyor. Rica etmiyor. İstiyor.” İstediğini de elde ediyor. Fatih Özgüven öykülerini, sokağında zaferini ilan etmiş bir yazarın öyküleri nasıl okunmak lazım gelirse öyle okumak gerek. Saygı duyarak... Aynı şekilde öykülerin başlarında çizimleri yer alan isimlere de... Bu incecik kitapta yer alan küçük dünyalardan, büyük kapılar açabilir öykü üzerine düşünen herkes. Ancak sonuçta; “bir şeyle bir şeyin arasına ancak hikâyenin izin verdiği kadar girebilirsin.” Fatih Özgüven öyküleri, bu iznin sınırlarını öğrenmek için dahi okunmaya değer. n Küçükburun/ Fatih Özgüven/ Metis Yayınları/ 76 s. OKURDAN İSTENEN... İYİ BİR ŞİİR GİBİ KITAP 24 Aralık 2015 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle