19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

>> ki kız çocuklarının yaşamındaki yeri çok önemli. n Aysel Hanım’ın hayatının özellikle çocukluk ve ilkgençlik dönemlerini yazarken sosyolojik doku da resmediliyor. n B.G. Evet, oturdukları Tatavla semtinde gayrimüslümlerle çok renkli, sesli, halklı bir ortam, ortak yaşam, kültürü iç içe yaşamışlar. n Bunu özellikle soruyorum zira sizin ileride meslek yaşantınızda da adalet duygunuzu pekiştiren gözlemlere ilk elden kaynak olmuş. n A.Ç. Tabii ki. Komşularımız, dostlarımızın çoğunluğu Rum, bir kısmı Ermeniydi. Kadınları da çalışırdı. Yaşamayı seven, kendilerine güvenli bu kadınlar her yaşta çalışır üretirdi. Hafta sonu oldu mu sosyal hayata katılır, pikniğe, sinemaya, tiyatroya giderlerdi. 67 Eylül olayları başladığı zaman bir büyük gürültü, uğultu duyduk, annemle ne oluyor diye dışarı çıktık, tabii ki tanık olduklarımıza inanamadık. Bir sürü adam etrafa saldırıyordu, ortalık savaş alanına dönmüştü. Vicdanı olan herkes gibi bizde de dediğiniz gibi adalet duygusunu harekete geçiren, pekiştiren çok acı bir olaydı. n Şimdi tabii Aysel Hanım öyle pat diye aydınlanan biri değil. Bunu aşama aşama içselleştirerek gerçekleştirmiş bir adalet insanı, bir aydın. Bu yönü kitapta özellikle vurgulanan bir nokta. Bu bağlamda çalışma sizde nasıl izler yarattı, size neler kattı? n B.G. Yaşayarak görüyoruz bazı şeyleri. Karşılaştığımız olaylar bizi değiştirebiliyor. Mesela Kürt savaşının başladığı dönemde toplumdaki yarılmadan dolayı bendeki Kemalist algısı şöyleydi; sürekli bir ayrımcılığa dayalı, elitist, kendi dışındaki tüm insanları, halkları dışlayan, haklarını gözetmeyen, yani “Cumhuriyetin bekası devam etsin de nasıl ederse etsin” diyen, bu yolda cinayetlere bile göz yuman... Bu algımda çok yanıldığımı düşünmesem de “Hemen hepsi böyledir” şeklindeki dogmam yıkıldı. Aysel Hanım bunun böyle olmadığını bana gösterdi. Kemalist ideolojiyle büyümüş eğitim hakkını, kendini yetiştirme hakkını bu ideolojinin içinden almış birisi olarak buna sahip çıkmasını anladığım gibi içinden geçtiği, temas ettiği her olayla yenilenmiş olmasına da saygı duydum. Dogmatik bir Kemalist tutum yok Aysel Hanım’da. Eşitlikte, özgürlükte, insan haklarında hiçbir ayrım yapmıyor. Bu beni hem şaşırttı hem de sevindirdi, bu işe daha çok sarılmamı sağladı. Aynı zamanda bana ne kadar dogmatik olduğumu gösterdi. Elbette baştaki o dogmamı besleyen insanlar da var ama bir dil kurmak, o temas insana çok şey öğretiyor. Hâlâ nasıl ayrımlar yaptığımızı, her şeyden önemlisinin insanın yaşamı ve özgürlüğü olduğuna ilişkin yargılarımı tazeledi. n Benzer bir farkındalık sizin için nasıl söz konusu oldu? n A.Ç. Kendimi küçük yaştan bu yana daha pragmatik açıdan geliştir “67 EYLÜL’DE TANIK OLDUKLARIMIZA İNANAMADIK!” dim. Yaşadıklarım ve ülkede yaşananlar beni düşünmeye, sorgulamaya elbette sevk etti ama buna karşın Türkiye’nin bütün temel sorunlarıyla ilgilenen biri olmadım uzun süre. Önce kendi ayaklarımın üzerinde durup hayatımı kazanabilecek düzeye gelmem lazımdı. Kürt Sorunu’nu uzun süre fark etmedik. 1984’te, Eruh baskınına kadar kimsenin pek bir şeyden haberi yoktu. Ondan sonra neden böyle oldu, ne istiyorlar diye sorguladım ama yanıtına ulaşma imkânım yoktu çünkü bulunduğum çevre o çevrenin çok dışındaydı. Zaman içinde güçlendikçe idrak ettim ki sadece Kürt Sorunu konusunda değil başta düşünce özgürlüğü olmak üzere pek çok konuda büyük adaletsizlikler ve usulsüzlükler var. Sonraki yıllarda türban konusunda da böyle düşünmüşümdür. Bu adaletsizlikleri asıl darbelerle derinden hissettik, toplumsal alanda daha geniş, daha sarih gördük. Ötekiler insiyakiydi, yaşadıkça görüyordum ve daha çok kadın hakları açısından bakıyordum. Ne zamanki daha farklı yerlere geldim, farklı çevrelere temas etme olanağım oldu; asıl uyanış o zaman başladı. Sağlıklı bir düşünce noktasına özellikle 7580’den sonra geldiğimi düşünürüm. O zaman toplumun gelişmesi için adaletin her alanda mutlaka yerleşmesi gerektiğini daha derinden hissettim. Adalet yoksa gelecek yoktur. Bunun için kör bakışlarla kaş yapayım derken göz çıkaranlardan olmadım. Mesela Kemalizm diye yerleştirilen doktrine inanan biri değilim. Atatürk olağanüstü yetenekleri olan ve hepimize olağanüstü kazanımlar sağlayan büyük bir insan kuşkusuz ama körü körüne bir çizgiye saplanmadım. Durmadım, kendimi sürekli geliştirdim. n Bir kadın öğrenci ve akademisyen olmanın zorluklarıyla nasıl başa çıktınız? n A.Ç. Hocalar genellikle kadın asistan istemiyordu. Ayrımcılık gördük, doktora sınavlarında bir hocamız “İyi tamam size pekiyi vereceğim ama içimden de hiç gelmiyor. Ben olsam kadın asistan almam, iyi Hıfzı almış” dedi, hiç unutmam” dedi. “Eşit başarı kâğıdı olsa da almaz mısınız?” diye sordum, “Eşit de olsa erkeği alırım” dedi. Herhalde nasılsa evlenip çocuk doğuracak ve evde oturacak diye düşündü. En fazla avukat olur diye düşündü. n 68’de gençlik ayaklandığında doçenttiniz ve öğrencileriniz arasında dönemin neredeyse bütün öğrenci liderleri var; Deniz Gezmiş, Ertuğrul Günay, Celal Doğan... Aktif sahayı ilk elden gözlemliyorsunuz. n A.Ç. Evet yakından gözlemliyor, onlara düşüncelerini anlattırıyordum ama onlarla hareket etmiyordum. n Kırk üç yıllık bir akademisyen ve YÖK üyesi bir hukuk profesörüyken Adalet Bakanı oldunuz. n A.Ç. Bülent Ecevit’in teklifi üzerine kabul ettim. Rahşan Hanım’la sık sık bize gelirlerdi. Tüzük bile bizim evde yazıldı. Eşim Murtaza Bey de DSP’nin kurucuları arasında. n Yüz beş gün süren bakanlığınız ülkenin son derece sancılı bir dönemine denk geldi. O dönemi en çok neyle anıyorsunuz? n A.Ç. F Tipi olayları diyebilirim. Tutuklu ve yakınlarının ölüm oruçları artıyordu. Ayrıca çok insanın öldüğü ve öldürüldüğü o bakımdan da herkesi korkutan, geleceğe dair endişelerin arttığı bir dönemdi. Fakat Cumhuriyetin, demokrasinin, insan haklarının ve laikliğin bu kadar hedef alınacağını, bu şekilde tahrip edileceğini hiç düşünmemiştim. Her zaman düşündüğüm, öncelik verdiğim konu demokrasinin gereği olan kuralların güçlendirilmesi oldu. İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarından yola çıkarak farklı olma hakkını savundum. Biz ihlalleri düzelteceğimizi, bu mücadeleyle iyi bir yere varabileceğimizi zannediyorduk. Ama birdenbire rejimin değişeceğini, hayatımda buna şahit olacağımı hiç düşünmemiştim. Her şey tepetaklak olmuş vaziyette. Şimdi başka bir rejimde yaşıyoruz ve daha da beklemediğimiz şeyler olacak korkarım. Eğitim, yargı, demokrasinin işlevlerini yitirdiği, her şeyin bir tek kişinin iradesine ve ihtiyaçlarına göre düzenlendiği bir rejimdeyiz. Düpedüz İslam eksenli otoriter bir rejimdeyiz. Çok şey bitti! n Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmalarına ilişkin neler söylemek istersiniz? n A.Ç. Karanlığı yaşamadan aydınlığın değerini bilemeyiz. Bu karanlık dönemi yaşayalım ki aydınlık dönemin değerini fark edelim. Can Dündar’a ve Erdem Gül’e casus diyorlar, halbuki casusluğun kuralları var. En basitinden başka bir devletin yararına bir şey yapacaksınız. Halbuki onlar başka bir devletin değil toplumun yararına bir iş yaparak hukuk dışı bir eylemi halka duyurdular. Bu suç değil gazetecinin görevi. Dolayısıyla Dündar ve Gül de görevlerini yaptı, nokta! Dündar ve Gül, yakın bir tarihte mutlaka serbest kalacak bana öyle geliyor çünkü gerçekler ortaya çıkacak. n “HOCALAR KADIN ASİSTAN İSTEMEZDİ!” “REJİM DEĞİŞTİ, ÇOK ŞEY BİTTİ!” “DÜNDAR VE GÜL GÖREVLERİNİ YAPTI, NOKTA!” “KÜRT SORUNUNU UZUN SÜRE FARK ETMEDİK” “Can Dündar da Erdem Gül de görevlerini yaptı, nokta! Dündar ve Gül, yakın bir tarihte mutlaka serbest kalacak bana öyle geliyor çünkü gerçekler ortaya çıkacak” diyor Aysel Çelikel. Adalet Yoksa Gelecek de YokAysel Çelikel Kitabı/ Berat Günçıkan/ Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları/ 376 s. KITAP 24 Aralık 2015 13
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle