03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

>> ilki, “Homeros’un Toprakları ve Dünyanın Yedi Harikası” başlıklı üçüncü bölüm. Bölümün odağına yolculuk edebiyatının arketiplerinden biri olan Odysseus’un serüvenini alıyor Eco ve diyor ki, “Odysseus’un gerçek güzergâhının hangisi olduğunu ortaya çıkarmak, bu kitabın amaçları arasında yer almıyor. Odysseia, çok güzel bir efsanedir ve onu bir coğrafi harita üzerinde yeniden kurmaya yönelik bütün girişimler, aynı şekilde başka efsaneler yaratmışlardır. ama bizi büyüleyen nokta, çağlar boyunca, hiç gerçekleşmemiş bir yolculuğun cazibesine kapılmış olmamızdır.” İşte bu cazibe, Eco’nun kitabının anlatmaya çalıştığı gibi, kurgunun içinde hakikati aradığımız anların cazibesini, başka bir deyişle, edebiyatın büyüsünü gösteriyor. Eco’nun Hayali Yerler Sözlüğü’ne atıfta bulunurken dediği gibi, Homeros’un eserindeki coğrafya hayali diyarlardan oluşmuş ya da onun deyimiyle “uydurulmuş” olsa da, başkaları tarafından kurgudan gerçeğe yaklaştırılmış, hayal edildikçe gerçekliğine inanılmış bir efsaneye sahne oluyor. Genellikle Batı odaklı anlatılardan hareket eden Eco, kitabın dördüncü bölümünde Büyük İskender’in yolculuklarından, Marco Polo’nun yazdıklarından yola çıkarak Batı imgeleminde Doğu’nun şekilleniş tarihine örnekler veriyor ve “masalsı” Doğu’nun oluşumunda birbirini etkileyen efsaneleri sıralıyor. Hıristiyan kültürüyle ilgili bölümlerde gizemiyle ünlü Kutsal Kâse’nin ya da Üç Müneccim Kral’ın mezarının nerede olduğuna dair efsanelere yer veren Eco, kitapta bahsettiği tüm arayış öykülerinde olduğu gibi, bilinmeyenin coğrafyasının sürekli değiştiğini vurguluyor. Bu coğrafya bazen yeni keşfedilen bir toprak parçası, bazen var olduğuna inanılan ama bir türlü varılamayan bir kıta oluyor. “Uzun süre hayal edilen, betimlenen, aranan, haritalarda kayda geçirilen, sonra haritalardan silinen ve artık herkesin asla var olmadıklarını bildiği topraklar”dan da bahsediyor Eco. Bazen Amerika, bazen İsrail ya da Filistin, bazen Avrupa’daki bir şato, yani gerçekten var olan yerler çıkıyor bu yolculuğun sonunda ama yolculuk hiç bitmiyor. Yolculuk ve arayış dediğimizde ilk akla gelen metaforlardan biri olan Kutsal Kâse, efsanevi yerlerin tarihinde, kurgu ya da gerçek de olsa, çok belirleyici bir yerde duruyor. Eco’nun ilgili bölümlerinden birinin adının “Kutsal Kâse’nin Göçleri” olması da bu efsaneler ağının etkisini pekiştiriyor, çünkü bu kitabın bize aktardığı en önemli olgu, insanlığın yüzyıllardır peşinde olduğu bilinmeyen coğrafyaların hep yer değişmesi; efsanelerle birlikte insanların ve tabii ki edebiyatın da sürekli bir göç içinde olması. Böylece Eco, artık dünya üzerinde yeni bir coğrafya keşfetmenin zor olduğu zamanımızda, bilinmeyeni haritalar üzerinden değil, kurgu eserler üzerinden arayabileceğimizi de düşündürüyor. Tabii ki bunda, Eco’nun tüm kitaba yaydığı şu bakış açısı da etkili: Gerçeğin ne kadar kurgu olduğundan şüphe edebiliriz, ama kurgunun kendi içindeki gerçeklikten kesinlikle emin olabiliriz. KURGU İLE GERÇEKLİK ARASINDA Bu kitabın, yine kurgu ile gerçeklik arasındaki ilişkiye vurgu yapan bölümlerinden bir diğeri de ütopyaların irdelendiği on birinci bölüm. Kitabın amacını en başta açıklayan Eco, aslında “ütopya şehirlerinden, adalarından ve ülkelerinden söz etmememiz gerekirdi,” diyor, fakat bu konuya özel bir bölüm ayırmaktan kendini alamıyor. Ünlü ütopya eserlerinden hareketle yeni bir dünya kurma arzusunu konu edip, bu kez bilinmeyen coğrafyaları keşfetmek değil, icat etmek üzerine eğiliyor. İşte bu noktada, kitabın en önemli cümlelerinden ve itiraflarından birini paylaşıyor Eco: “Çoğu zaman bir arzunun nesnesi, arzu umuda dönüştüğünde, gerçekliğin kendisinden daha gerçek hale gelir.” Eco’nun romanlardaki toprakları ele almaktan uzak durmaya çalışıp dayanamadığı, bir bakıma kurgunun etkisine yenik düştüğü ve “istisna” yapmak zorunda kaldığını itiraf ettiği konulardan biri de, özellikle bilimkurguyu etkilemiş olan “İçi boş yeryüzü” ya da “oyuk dünya” meselesi. Yeryüzünün içinde bir boşluk olduğuna inanıp, bilinmeyen coğrafyaları orada aramak, artık gözünü dışarıya, uzaklara değil de yerin altına çevirmiş insanın, bir anlamda kendi içine döndüğünü de simgeliyor. Eco, Düşman Yaratmak kitabındaki “Hayali Astronomiler” başlıklı yazısında bilim ve bilimkurgu arasındaki ilişkiye değiniyor ve geçmişteki birtakım teorilerden örnekler sunarak, başka dünyaların, hatta sonsuz sayıda dünyanın var olduğuna ilişkin fikirleri aktarıyordu. Başka dünyaların mümkün olduğu iddiasıyla beraber “modern bilimkurgu başlar,” diyordu. Aslında bu yazının önemi, bilinmeyenin coğrafyasının hakiki bir coğrafyaya döndüğü örneklerde yatıyordu. Eco, Efsanevi Yerlerin Tarihi’nde de işlediği Terra Australis konusunu gündeme getirip, Avustralya’nın hayali bir harita sayesinde keşfedilip efsanevi bir yerden gerçek bir yere dönüştüğünü anlatıyordu. “Hayali Astronomiler” yazısı ile Efsanevi Yerlerin Tarihi, bizi edebiyatın gerçek ve hayal gücü kesişiminde nefes alan o bilinmeyen coğrafyasına davet ediyor. “Dolayısıyla,” diyordu Eco, “sonsuzluğun ve geleceğin sınırlarında mücadele edenlere merhamet edin. Tüm hayali coğrafyaların ve astronomilerin bazen çok verimli olabilen ölçülerine ve hatalarına merhamet edin.” Böylece Eco, tek bir cümleyle bilimin kurguya el verdiğini, kurgunun da hakikate dönüştüğünün altını çiziyordu. Efsanevi Yerlerin Tarihi de, hayali ve hakiki coğrafyaların alışverişini gösterdiği gibi, “bilinmeyen” dediğimiz yer nerede olursa olsun, edebiyatın haritalarının bazen daha gerçek olduğunu hatırlatıyor. Tam da bu yüzden, Efsanevi Yerlerin Tarihi’nin kütüphanemizdeki yeri, A. Manguel ve G. Guadalupi’nin Hayali Yerler Sözlüğü’nün hemen yanı olabilir. n Efsanevi Yerlerin Tarihi/ Umberto Eco/ Çeviren: Kemal Atakay/ Doğan Kitap/ 478 s. KItap 19 Kasım 2015 15
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle